NN MÜ SN TAŞKI N LIK VE SOĞUKKANLILIK Prof.-Mustafa Şekip TUNÇ ©OrLmnuğu gibi tekerrür eden ve değişmiyen hallere karşı uzviyetin yaptığı gayri iradi mukabelelere (refleks) ve bunların karışık ve sistem- leşmiş şekillerine (insiyak) diyoruz. Nevilerin * teşekkülünde kazanılan ve kuvvetlerini ayniyet ve tekrardan alarak verasetle intikal eden bu hare- seve uzviyetin (normal) faaliyetini n eder. Ferdi hayatımızın teşek- Kllünde de evvelâ şuurun araya gir- mesiyle başlayıp aynı şartların teker- etmesi neticesinde kendi kendi- lerine işleyecek bir hale gelen hare- ketlerimiz vardır : İtiyatlar... Bunlardan başka bir de yeni ahval ve şartlar karşısında şuur ve muhakemenin delâ- letiyle yaptığımız teemmüllü hareketler vardır. Bu hareketlerin kâffesi sükün içinde veya hiç olmazsa gayelerine uygun düşmek zaruretleriyle yapıl dıkları halde bazan birdenbire ve şiddetle gelen heyecanlara kapıl- dığımız zamanlar, kanımızın tepemize çıkarak kızıştığını ve bu tesirle dü- şünce ve hareketlerimizin bozulduğunu, bütün terbiye ve tekâmülümüzü kay- bederek fikir hiddetinde ve nefse itimattan gelen ruh coşkunluğunda kalmıyan perişan bir varlığa istihale ettiğimizi görüyoruz. Taşkınlık dedi- ğimiz bu püskürüşe karşi aldığımız bir korunma vaziyeti var ki, bunada soğukkanlılık diyoruz, Acaba ne oluyorda arada bir takip edebileceğimiz zaman ve mekân çerçevelerini aşan bir bomba gibi her tarafa püskürmekten kurtulamıyoruz? Bütün istedikleri yapılmadığı için kendini .yerlere atarak döğünen şıma- rik bir çocuk gibi bu taşkınlıkları. mızda önüne geçilemiyecek acaba neler vardır (Refleks), insiyak, itiyat ve teem- müllü hareketlerden hiç birine sığma- yan taşkınlık, eğer uzviyet veya ruhun bir bozukluğundan gelmiyorsa, o halde kendimize ve başkalarına itimat etme- mekten gelecektir. Musallat fikirler, (megalomani) ler, (fobi) ler içinde yaşa- ruh, bunlara dokunulduğu ânda tabiatiyle feveran eder. Mese- lenin hastalık tarafını bir yana bıra- karak kendimize ve başkalarına itimat etmemekten gelen taşkınlıklarmız üze- rinde duracağım. Münakaşa ve yazış- malarmızda sıksık görüleh bu hal, dikkat edersek ekseriya en zayıf olduğumuz yerlerde beliriyor. O hal- de ki, en kuvvetli olduğumuz tarafa dayanıp kendimize olan itimadımızı muhafaza ve soğukkanla hareket edecek yerde, farklılaşma ve iş bölü- müne razı olmak istemiyen bir (€go- centrisme )in; yâni «kendimizi dünya- nın merkezi» görmenin doğurduğu bir aksülâmelle ( taşkınlığa kapılıyoruz. Halbuki devamlı fikir ve iş cemiyetleri kurmak ve yaşatmak ihtiyacıyle, bir zamanın artık tiplerinden biri ola «allâmelik» ve bütün kuvvetlerin mer- ezi olmak sevdaları uyuşacak gibi değildirler. Farklılaşma ve iş bölü- münün doğurmakta olduğu yeni zaru- retlere uyarak iş bölümünde salâhiyet ve ihtisas sahibi olmayı bir ihtiras halinde yaşayacak ve bu sayede ken- dimizi herşey zannetmekten kurtara- rak «ben benim, sende sen» diyebile- BİLMECE Binlerce gözüm var, binlerce kulağım. Bakışlarım doğduğumdan beri bana sadık. Görüşlerim her gün, her hal için başka. Bir karınca ezilse ayak altında, Onu ömrüm oldukça unutmam artık. Her insanı kendisine mahsus görürüm; Binlerce ömür öireiileik ii ia iki. Devam ediyor çünkü; Binlerce sesi binlerce duymak: Binlerce rengi binlerce görmek Binlerce tadı binlerce tatmak istiyorum. Devam ederim çünkü; Binlerce elimle yakalamak isterim. Topladıklarım, dağıttıklarım olsun diye Binlerce sene yaşamak isterim. Özdemir ASAF cek yerde eski cemiyetlerin bayat (ide- al) lerini hortlatmaktan zevk alıyoruz. Bununla beraber salâhiyet ve ihtisas- larından emin olanların kendi mevzu- larında gösterdikleri soğukkanlılığa imrenmekten de kendimizi alamıyoruz. Çünkü geçirdiğimiz intikal vaziyetinde ruhlarımız hakikaten muvazenesiz ve mustariptir. Hissediyoruz ki, kendini herşey zannetmekten ancak bu sayede kur- taracak olan adam, ihtisasından gelen bir emniyetle soğukkanlılığını muha- faza edecek, ihtisasına taallük etmiyen meselelerde sadece dinleyerek anla- maya bakacak ve istifade ettiği nis- bette teşekkür etmekten başka birşey yapmak ihtiyacında kalmıyacaktır. Nasıl kalsın ki, aldığı (metot) ve hudut terbiyesi ona kendi sahasında ışık vermek ve başka ışıkları da saygı ile karşılamak itiyadını kazandırmış, ne kendi, ne de başkalarının verim- lerine karşı itidalini kaybetmiyecek bir hale gelmiştir. Hakiki fikir er yesi ve kafa (disiplin)ji de ancak seviyede vücut buluyor. Aksi takdirde herkes kendi mizacının bir (despot)u oluyor. O halde ki bir fikir hayatına girmek isterken haberimiz olmadan mizaçgirliğe sürükleniyor; her mizaca göre şerbet vermek isterken de riya- kâr olmak mecburiyetinde kalıyoruz. Vazifesi mesele halletmek, yeni ahval ve şartlara göre yollar bulmak olan ekâ bu vaziyette ister istemez kur- nazlığa gidiyor, ihtisas ve farklılaşmak haysiyeti olmadığı için kıskançlık şahlanıyor. Kendine güvenmek, olduğu gibi görünmek bir budalalık yerine geçerek samimiyetin de hiçbir mânası kalmıyor. Her fırsatta birbirimizi çe- kiştirmek, ufak işlermiş gibi, yüzümüzü bile kızattmıyor. Bunun için de zekâ- mız açık ve temiz olmuyor. Kendimizi dünyanın merkezi sanmakla beraber, ayni zamanda dünyanın mizaçlarına dalkavukluk etmek mecbbriyetinde kal- dığımız için birbirlerini nefyeden bu zıt kuvvetler, olmuş ve kendini bul- muş bir seciyenin teşekkül etmesine meydan o vermiyor. (o Kalenderlikle bukalemunluk arasında sallanmaktan başka gidilecek bir yol yokmuş gibi, çirkin bir seciyesizlik içinde çalka- nıyoruz. Demek ki, iş bölümünün kesa- fet ve tenevvuu ve bunun doğuracağı ihtisaslar kökleşmedikçe tabiat insa- nını yenerek ona mizacının üstünde ahlâki ve fikri bir haysiyet verilemi- yor. Bizi kendimizle yüzyüze getiren bu satırların gayesi mücadelemizin şuuruna sahip olduğumuzu aksettirmek ve yerine daha sağlam birşey konma- dıkça hiçbir şeyin yıkılamayacağına inandığımızı göstermektir.