BİZDE RESİM Cemal TOLLU Şimdi biraz geriye bakmamız lâzım geliyor. Bizde on dokuzuncu asrın son yarısına bakacak olursak, resim san- atında mühim adımların atıldığını gö- rürüz. Bu devirde hiç bir teşekkül ve mun- tazam sergiler yoksa da, istidatlı genç- ler Avrupaya. gönderilmek süretile sanatlarının ileri götürülmesine imkân veriliyordu. Uzun zaman büyük san- at şehirlerinde kaldıktan sonra mem- lekete dönen ve ekserisi büyük rüt- belerle derhal Harbiye, Tıbbiye, Mü- hendishane gibi yüksek mekteplere müderris olarak tayin edilen bu nes- lin yetiştirdiği gençler, o zamanın icaplarına uyarak, saraya taktim et- tikleri eserlerle mükâfatlandırılıyorlar, teşvik görüyorlardı. O devirde halkın zevki tezyini san- atlarda son derece ileri gitmişti. Dev- let tarafından himaye ve teşvike lü- zum olmadan yaşayan ve kuvvetlenen bir hattatlık sanatı vardı ki, son üs- tadlarını - aramızda görmekle gurur duymaktayız. Devletin veya padişahın teşvik ve himayesile zoraki doğup yaşamağa çalışan bir resim sanatı yanında, kök- leri derinlerde, muhteşem bir yazı ve tezyin sanatı, halk gibi tükenmez bir kaynaktan gıdasını alarak gelişiyordu. Bu gelişmede hiç şüphesiz dinin bü- yük tesiri olmuştu. Mabet yaptırılır- ken, mimarlıkla beraber, güzel yazılar, sedef ve tahta işleri, camcılık, alemci- lik gibi sanatlar da onun yanında iler- liyorlardı. Camilerde güzel eşya ve güzel yazı- larla temas imkânını bulan”bir dindar, elbette bütçesinin imkânlarına göre sevdiği bu eşyalar ve yazılarla evini süslemekten zevk alacaktı. Köy ve kasabalara kadar gitmiyelim; fakat her şehirde, hattâ büyük şehirlerin her mahallesinde küçük veya büyük camiler; şamdanından müzehhep kur'- anlarına kadar, hepsi birer güzel sanatlar meşheri halinde olduğundan ve halk buralara günde bir kaç de- fa gittiğinden, zamanın telâkkilerine uygun bir sanat terbiyesini alarak besleniyordu. Halbuki bugün Türkiyede, yedi yıl evvel Atatürk'ün emrile açılan yalnız bir resim ve heykel müzesi varsa da, bina yokluğu bahanesile şimdilik ka- palı bulunmaktadır. Yarım asırlık bir intikal devresinde resmin eski yazı hayranlığının yerine geçmesi için daha ciddi tedbirler alınamaz mı idi? Vâkıâ bir milletin sanatı kısa zamanlar içinde ileri gi- demezse de, devletin bu işe vereceği hızla az zamanda harikalar yapmak mümkündür. Bu böyle iken biz hal- kımızın büyük bir zevksizlik içinde yüzdüğünü, bu zevk düşkünlüğünün günden güne arttığını görmekle acı duymaktayız. Bize bu hükmü verdiren ölçü, Ankara ve İstanbul gibi müreffeh ve münevver insanların toplu bulun- duğu şehirlerde açılan sergilerin gör- düğü rağbetsizliktir. Dar bütçeli iki üç münevver genci saymıyacak olur- sak, geri kalan ve sayısı pek az olan tablo (amatör) leri, ya fena kopya edilmiş eserleri, veyahut âdi kartpos- talları hatırlatan bayağı zevk mahsulü resimleri satın almaktadırlar. Bu müşahede bize iki tehlikeyi gös- termektedir : 1 — Her sınıf halka iyi bir sanat terbiyesinin verilmemesi, diger sanatla- rımızda olduğu kadar, fikir mahsulle- rimizde de fena tesirlerini gösterecek- tir. Resimi sevenlerin çoğu, (klâsik resim) tabirile, sanat eserinin tabiat- tan alınan mevzuun dış görünüşüne | en çok benzeyişini anlıyorlar. Ciddi bir sanat idraki almadan yetişen mi- marlarımızın bile Vekâletlere ve diger devlet binalarına yaptırdıkları çirkin dekorlar ve resimler bunun iyi örnek- leridir. 2 — Başta Güzel Sanatlar Akade- misinin resim öğretmenleri bulunmak üzere, işi ciddi ve (plâstik) tarafından gören, telâkkilerinde halkın zevksizliği hesabına fedakârlık yapamıyan bir sanatkâr neslinin, imkânsızlık içinde, çalışamaz bir hale gelmesi... Bu vaziyet karşısında iki yoldan birini kabul etmek lâzımdır: 1 — Bakkallıktan, doktorluğa ka- dar, alçak veya yüksek her türlü ser- best meslekler nasıl kendiliğinden inkişaf edebiliyorsa, güzel sanatları da kendi haline bırakmak doğru Bu suretle halkın ihtiyacı ediyorsa o sahada kalmak isteyenler, menfaatını orada bulanlar, kendiliğin- den, hattâ hiçbir mektep tahsiline lü- zum kalmadan yetişirler. İşi çok olan bir ressam veyahut bir heykeltraş, tabiatile kendisine yardımcı unsurları seçecektir. Böylece bir usta - çırak geleneği yeniden kurulmuş olacak ve bir gün elbetde milletin ihtiyacına ve temayülüne göre bir Türk sanatı doğup kuvvetlenecektir. Tıpkı bir kundura boyacısı ile, vergi ve Beledi- ye nizamlarının tatbikından başka dev- letin hiçbir ilğisi bulunmadığı gibi... Kendisini kurtaran sanatkârlar kalır, digerleri, ısrar ederlerse sefaletten “ölebilirler. Bundan hiçbir kimse ve (Devamı 72 nci sayfada) Cemal Tollu'dan ; Anadolu , 293