bm SECİYE SAVAŞI ölçüsünde kökleşmesi... İşte büyük düşmanımız! Pandor'un kutusu bu devirde olduğu kadar hiçbir za- man geniş açılmamıştır ve insan Ze- kâsının sayabildiği kötülüklerin hep- Bizim bir kavgamız var ki, hiç dur- Dinmeyen bir sağanak gibi Sdreğli bulutlardan sel sel boşanan kinimizle ve her biri bin ağır batarya dehşeti veren kelimelerimizle hiç âman vermek istemiyen bu saldırışımız neye? Ahlâksızlık adı verdiğimiz düşmanı- mız, birkaç nesil ölçüsünde bir buh- ran hâlini almak istidadındadır da on- dan... Saldırışlarımız ahlâksızlığı kah- retmek kararımızdan doğmuştur; ah- lâksızlığı kahretmek niyeti ile sefer- beriz ve değişmez nöbet almış fedai- leriz ki, ilk ateş hattından ayrılmamak azmimizdir. Bu muhakkak! Gittikçe gerinen ve genişleyen ah- lâksızlığa, «bu diyarda hiçbir zaman bu derece âciz bir düşman olmamıştır» diyemeyiz; denilemez, diyemezsiniz; bir salgın gibi görünen ve genişle- mek istidatları kimse tarafından red- dedilemiyecek olan bu düşman, bize dehşet verebilecek derecelere yakla- şabilmiştir. İyi düşünenlerden vazife almakta gecikenler, tarihlerine ihanet etmiş olurlar. iy ahlâkı, ahlaksızlık» eken indik “çok başka manada kabul edenlerdeniz, Faraza bunların en ba- şında gözükenlerde, yani nesiller arasındaki yaşayış farkın, sadece diş ahlâk noktasından görenlerde bizim savaşımızın hamuru bulunamaz. Fakat «dış ahlâk» bize büsbütün vız gelir sanmayınız. Dış ahlâksız, iç ahlâklı olamaz. Dış ahlâkta, Türkü ferd olarakda, millet olarakda genişce hürriyetlere haklı görürüz. İç ahlâk üzerinde ise en üçük müsamahamız” yoktur. Bizce dış ahlâk, nesilleri birbirinden ayıran bariz vasıftır. O nesilden ol- mayanların bu vasfı beğenip beğen- memeleri mill t ölçüsünde bir sinirli- lik sebebi gibi gösterilemez. Fakat iç ahlâk, «millet» i devam ettiren ma- yadır ki, dikkate mevzu olanların da, dikkat mevkiinde bulunanların da en asabi ifrat ile titiz olmaları ve titiz kalmaları zaruridir. Eğer millet kal- mak, davaları ise... Evet, millet kalmak. Çünkü yığınların millet hâlinde yü- rümeleri, ne tarihi bir kaderdi; ne de Yazan Nizamettin NAZİF tarihi bir kaderdir. Bilâkis... Tarihi kaderleri göğüsleye göğüsleye, yum- ruklaya yumruklaya ve eze eze millet hâlini alabilmiş olan yığınlar, ancak bu savaşlara devam etmekledir ki millet olarak ayakta durabilirler. Binaenaleyh biz, maya ahlâk bek- çilerindeniz. Ahlâk deyince anladığı- mız şey, ağzı kakule kokan 1361 in tecvidine uygun bir ifade değildir. Kıvrık bıyıklı veya (ministro) sakallı 1359 un (formülü de değil... Biz, 1944de delikanlı nesillerin beyinle- rinde ve gönüllerinde miilet maya- mızın fosforunu ve tılsımını, 1944 lü Türk olarak arayanlardan ve ölçen- lerdeniz. Fakat dış ahlâkın maya ahlâk üzerinde çok kötü tesirler do- ğgurmayacağını kabul edenlerden de değiliz. | Ve derhal söylemeliyiz ki 1944 ün erkek ve kız delikanlıları ara- sında biz - yani elinde olan herşeyi bu memlekete feda etmiş ve elinde iç bir ihtimali nezret- mekten çekinmemiş feragatler nesli - dış'ahlâk bakımından olduğu kadar maya ahlâk bakımından da çok kötü imtihanlar verebilenler bulunduğunu görmekteyiz. Bu öyle bir acı ki bize kudurgan bir hınç vermektedir. Gazetelerimiz bize hırsız kızlardan bahsediyor, lükse meraklı olduklarını söyleyen hırsız delikanlıların resim- lerini gösteriyor. Bunları gördükçe; EN — «Hırsız kız her memlekette var- dır, her devirde görülmüştür. Emin olâlım ki, en az ve çok masum numu- neleri 1944 Türkiyesinde de görülmek- tedir. Bir hülya eseri, bir masal değil, bir tarihi hakikat olan bin bir direk batakhanesi varmı bugün?» Diyebilenlere sadece tiksinerek ba- kıyoruz. Ve cemiyetin sathını, çok korkunç felâket haberi'e ohomur- danan, dibinden ayıran konturol ızga- ramızın bu derece geniş çubukara örülü olmasına ve böyle kalabilme- sine hayret ediyoruz. Çukura düşen- lerin az olması büyükç(!) tesellimiz... Bu ne korkunç dalâlettir! Bu daiâletin 219 millet sinin dünyayı bombardıman ettiği bu devirde, hiç bir kötülük tohumunun yeni nesillerimizde tarla bulamaması en ön pilânda bir ana dava icap ederken; bu ahlâk lâübâliliğinin, çarpıp parçalanacak, paramparça o- lacak bir şuur seddine ulaştırılmaması hazmedilemez. Devamlı saldırışlarımız- la, bütün hatları ile takarrür edecek böy- le bir şuur seddi yaratılmasını hedef edinmişizdir. Keşke, sahada tam emni- yet için, belirmeyeni belirmeyeceği tarafta dahi belirtmemek için trampet ateşini kesmeyen hesapların mücâhit- lerine benzetilebilseydik... Bu büyük bir talih olurdu bizim için... Ne yazık ki, bu titizliğimizle şu kâbus dünyasında millet kalma arzusuna ne sinirli bir bağlanışımız olduğunu göze* vuruşu- muz kadar, düşman dolu hatları tah- ribe savaşan bataryaları da andır- maktan uzağız. * * Bizim durmayan kavgamız, durma- yan zaman içinde bu hakikati ayakta tutmak kavgasıdır. Biz Pilevne, Dö- meke, Çanakkale, Maraş, İnönü, An- tep muharibinin seciye savaşını ya- pıyoruz. Saflarımıza giriniz Adesenin gözile ameli davala- TIMIZ: Bu resimde bir büyüğün elini sıkan, başka bir büyük görüyorsunuz. Bu adamın, büyüğüne, karşısında iki büklüm eğilmekten başka hiç bir hitabı olmadığı besbelli değilmi? Bize, büyüğünün karşısında dimdik . duran, fakat onun temsil ettiği fikir uğurunda ölme- ye hazır bulunduğunu ilân edici ateşten göz lerle bakan örnekler lâzım ; dalkavuk sürüleri değil...