bise KADININ adın, (Ernest Renan)a göre «Bir yaralıdır, sevgi yaralısı>... Kadın ne kadar zeki ve duygulu olursa, o nisbette beden rahatsızlıklarına tutulur; zekâsı, heyecanlarını inceleştirir, kam- çılar. Bu ince heyecanlar büyük (sem- patik) dediğimiz duygu merkezini iğ- neler; bedenin içindeki (hümör) adını verdiğimiz suları bozar. Tagaddi dengi altüst olur. Ondan sonra sıkıntıların ardı, arası kesilmez. Ötede beride ağrılar başlar; kuvvetsiz irade daya- nacak bir yer arar, geceler çırpınmakla geçer. Eskiden bu gibilere kuruntulu- lar, kendini hiç yoktan hasta sanan- lar, derlerdi. Öyleleri rahatsızlıklarıni kendileri de tâyin edemediklerinden, iç dökmelerine kimse, inanmaz. Onla- rın çektiklerini «bir Allah bilir, bir de kendileri» ... Gerçekte ise, asıl onlara inanmayanlar, onlarla eğlenenlerdir ki, vehimli, kuruntulu sayılmalı |. Çektikleri hazımsızlıklar, iç uzuv- larının #enbelliği, çarpıntılar, bunlara bağlı daha birçok uzvi düşkünlükler denizde yüzen tahta, direk parçala- SÖYLEMEMELİYDİM Söylememeliydim sana, Ellerinin güzel, Boyunun uzun Me Söylememeliydim. Ve sen çocuk ZA da; — Sahici bebeklerle oynana- bileceğinden habersiz — El işleri ya, Yüzü mürekkepli çocuk kal- malıydın / Söylememeliydim sana, Büyük denizler ötesinde Büyük limanların bulunduğunu. Sana eskisi “Çocuğum !,, mi için Söylememeliydim boyunun uzadığını. İskender Fikret AKDORA rına benzer. O, ıstıraplar içinde çırpı- nan zavallı, kurtulmak için onlara sa- rılır. Şifanın yolu onlarda imiş gibi... Oysaki şifa yolu ıstırap denizinde yü- zen enkazda değil, akıllıca tatbik olu- nacak uzvi ve ruhi (ijiyen) de... ".* Rahatsızlıklar biter mi ? Sinir manzu- mesinin yanıbaşında, analık uzuvları- nın rahatsızlıkları, yürek sıkıntısı, iç daralması, ağırlık basması; ağrılar, acılar, kanamalar gibi bir sürü ıstırap zincirinden boşanır. Haftalarla kımıl- danmamayı gerektiren bir istirahattan sonra icap ederse ameliyat yapılır. Sıra safra yollarına gelir, korkunç buhran- larile karaciğer sancıları ... Bunlara karşı yatakta istirahat edilir, karaci- ğer üstüne buzlar konur; mevsiminde su şehirlerine, kaplıcalara gidilir, (kür) ler yapılır. ##* Gençlik çağında, kadın, kendisini yıldıran sıkıntılar geçirir. Güzelliği parlar, gözleri kamaştırır ; içi yufka- laşır ve zayıflar. Kimseye açılamaz. Küçük kızken, o bunları bilmezdi. Oğlancıkların tutuldukları aynı hasta- lıklara hedef olurdu. (Apandisit), (Bron- kopunomoni), beyin zarları iltihapları; hep aynı hastalıkları paylaşırlardı ara- larında, kız ve erkek çocuklar... Genç kızlık çağına gelince, o çağın hasta- lıkları kendini gösterir ; onları görün- ce de korkar, şaşırır. Aybaşı rahatsız- lıkları; çok görmeler, gecikmeler, sonra birdenbire kesilmeler ... Anası- nın tavsiyeleri fayda vermez, hekim- den ışık almak gerekir. Genç kız, ka- dın olur. Bir sürü arıza, hele kendi- sine yakışmayan meslekler içinde gö- nüller alıcı güzelliğinin bozulduğunu görmek, o çağda kadını ezer ve üzer. Yazık değilmi; hayatın güllerini top- lıyacağı yerde dikenler parmaklarını kanatsın ?.. i *** Kadın bu hastalıklara ve onlara karşı kullanılan ilâçlara kendi hassa- siyetinin damgasını vurur. Hastalığı kökünden koparıp atayım diye ilâç- ların miktarını artırmağa İlâç verirken çok tedbirli davranmak 290 Dr. Rusçuklu HAKKİ iNCE YAPISI VE ISTIRAPLARI ister. Manevi tesirlere karşı çok ince bir hassasiyet gösteren kadın, ilâcın maddi tesirinden sarsılmaz mı? Pedala ayağını biraz kuvvetlice basınca, he- kimin istemediği bir ses çıkar, beden piyanosundan... Netekim, uyku ilâçları uykusuzluğunu arttırır, Çünkü uzvi se- faletlerin kaynağı olan yorgun mideyi büsbütün yorar. Uyuşturucu ilâçlar, tersine, bedeni uyandırır; müshiller sıkar; kuvvet ilâçları kuvvetten düşü- rür; hep o sebepten, hep mideyi boz- dukları için... İyilik beklenen herşey kötülük yapar; eğer ölçü taşırılırsa... Bundan dolayı lâtif cinsi tedavi ile uğraşan hekim, birazda sanatkâr ta- biatlı olmalı... O tabiatın ilhâm verici vasıfları hekime yardım eder. Böylece hekim, bu enfüsi hastayı, ancak onun ruhuna nüfuz ederek şifaya ulaştıra- bilir. N #*** (Alfred dö Vinyi) “Kadın, ey hasta çocukl» diye haykırdı. Evet, hasta... Onu hasta eden erkek egoizması, ha- yat cilvelerinin sertliği, yaratılışlarının inceliği, kolay ve çabuk kırılıvermek kabiliyeti Böyle olmâkla beraber usanma ya- şamaktan, ey hasta çocuk! Yaşamak şevkini derinden derine duymaya çalış! Hayat bir elbise... Tozlanırsa fırça- lanır; yırtılırsa yamanır, dayanacağı kadar dayanır, «Yaşamak; nasıl olursa olsun yaşamak...» diyor (Dostoyevski). Olmak mı, olmamak mı?.. (Şekspir) in ebedi suali... Sırlarını koynunda sak- layan tabiat kadar heybetli ve kor- kunç sual! Çekinme, yılma onun kar- şısında... (Alber Samen) ne güzel söyler: «Güllerle bezenmiş parlak sabahlar olur; çocuk gibi sevinirim o sabahlarda ben...» Büyük sanatkâr Yahya Kemal ise : Her sabah bir başka bahar olsa da ben uslandım; Uğramam semtine bahçelerin gülden yandım. Diye yanar yakılır. (Samen) de gül- lerle eğlenen, oyalanan bir çocuk se- vinci; Yahya Kemal'de bahar neşve- leri içinde ağlayan, hazan matemini belirten, ince şiir lee ile kes- kinleşmiş derin felsefi ği Böyledir hayat, eğ eN görüşe ve düşünceye gör eee