Fi e işim BİRİNCİ MEKTUP taracak hamle sırrının iza- hından, bir hastayı iyi ede- cek ilâcın terkip ifadesine, bütün yalanların yalan veya doğruluğundan, bütün doğ- ruların doğru veya yalanı- na kadar, hatta bu cümle ve her cümlede beraber, evvelden muayyen, evvel- den mukadder, evvelden malüm, evvelden mevcut şeyler değil midir? Dikkat et oğlum, dikkatet! Bu muayyenin, bu mukadderin, bu malümun, bu mevcudun dışında, ne bir hasta sayık- layabilir, ne bir inkilapcı yolunu bulabilir, ne bir âlim keşfini yapabilir, ne bir. şair edasini kalıplaş- dırabilir, Görüyorsun ki, her şey, amma her şey, oralarda, ötelerde, bizi aşan bir âlem- de, hazır mevcutlar halinde, Kadın romancılarımız bir ağacın dalları gibi üst “üste bekliyor; ve biz boyu- muzu uzatabildiğimiz nis- bette bu dallardan bir ye- miş koparıp yiyebiliyoruz. Fakat yemişin kendisi bizim değil, ağacın... Gölgesi ve tesellisi de bizim... Geçenlerde senin bir ya- zını okudum. Lisanla kâinatı aynı şey farzediyorsun. Bu farzında sana hak vere- bilirim. İşte bir kâinatın kendi mekânında, kendi kendisine nazaran muame- lesi, onun, gizli bir manto içinde nasıl sımsıkı kavran- mış olduğunu akıl ve he- sapla ispata yetiyor. Bize, kendi başına ve her defa ayrı ayrı mevcut gibi gö- rünen her şey, asli, esaslı ve tek bir mevcut önünde ya bütün varlığından soyu- rın değerli buldukları nuyor; o zaman korkunç bir yokluk uçurumuna dü- şüyoruz; yahut mutlak ve sonsuz varlığın delâlet ve işaret hakkı içinde varlığa kavuşuyor; © zamanda prensiplerin, sistemlerin, neşelerin ve aşkların en üs- aka dolduramadığı, sayıla- rın yüksele yüksele yetişe- mediği, hadlerin bitişe biti- şe yekpareleştiremediği son, büyük son; her şeyi mantosunun içinde sım sıkı saran ve sınırlaştıran nihai sebep ve netice, Allahtır. Ve işte hangi ticareti yap- tığını ve nereden neyi alıp nereye o sattığını (o bilmesi gereken kelimelerin tücca- rına, kelimelerle verilecek ders bu kadardır. Ben ona « başını kes ve eserlerinden söylemek hiçbir arkamdan gel !» dememiş miydim? Zira mevcutların ötesine geçmek ve hürriyet- lerin üstüne çıkmak için tek çare, hudutsuzlukla aramızda biricik geçit olan isbat yoktur» un sırrı da işte burada... Oğlum; artık kalemi elden bırakıyorum. Seni, kelime- 1 lere duyduğun itimatdan mahrum etmek istemem. Unutma ki, davamız bu dün- ya ile ve kelimelerle... On- lara, bir kerecik fikrin top yekün dibini ve kökünü yokladıktan sönra yine iti- mad edebilirsin. Hoşca kal; tığı zaman beni düşün, ye- ter... Ya mektubumu alırsın, başın sıkış- 1 i | ği Necip Fazıl KISAKÜREK yete sürükliyen sebebin, ferdi ve iç- timai iki taraflı bir (dilem) olduğunu sanıyoruz. Bunun fert tarafından içini boşaltmak, cemiyete sürtünerek mağ- lüp olan marazi bir ruhun (subli- mation) ihtiyacı; .içtimai tarafında da işportacılıktan yetişme tab'ın eser in- tihabındaki bozuk düzenli zevki bu- lünmaktadır. Çocukların ve gençlerin - okuduklarının hiçbir müessese tara- fından kontrola tâbi tutulmadığı da hesaba katılırsa (dilem) in ferde ait günah hanesi oldukça hafifler. Bazı yazıcılarımız, bu romancıla- ahsederlerken bu eserlerde bir dün- ya görüşü, tekevvününü tamamlamış bir hayat telâkkisi bulduklarını ileri sürüyorlar. Halbuki böyle bir görüş ve telâkki, geniş bir kültüre ihtiyaç gösterdikten başka, bir de esaslı nefs kültürü talep eder. Sayıları yalnız kemiyet olarak göze çarpan kadın romancılar içinde hangisi bu iki fev- kalâde değere sahibdir? Hiçbirinde ne umumi kültür, ne nefs kültürü vardır. Dünya görüşünü ve hayat telâkkisini, üzerlerine yormakla derhal bayağılaşmıyacakları mevzulara sak- lamasını Çi çi lem fikirler bir fikir (endüstri) sine tâbi olmadan sayfalar üzerine hislerini dökmek bir bütün, bir “yekün haysiyetinde olan bir dünya görüşünü temsil etmek; değilse, kadın romancılarda böyle şeyler aramaktan vazgeçmeliyiz. Kadın romancılarımızın eserlerinin yapılarını ve kendi pisikolojik duruş- larını kalın hatlarile tesbit ettikten sonra, bu eserlerin. tekini bile ayır- madan, yeniden kurulacak bir roman patalocyası için tükenmez bir malzeme kaynağı olabileceklerini ileri sürebi- liriz. Vecdi BÜRÜN i iç kaidesine, hiç banal ran geleceğini düşündü. Nihayet o anını düşündü. Karşısında ha- reketsiz gövdesi, son derece hareketli çehresile kendine ba- kan kadını düşündü. Bambaşka alemlerin bir anın tahayyüz hassası içinde nasıl, bir olacak kadar e» yaklaştık- ri or ati e evvelâ, hiç sr De gözlerindeki ışık- larla, sonra e ia mey- dand. z, candan geniş bir ai; e emme di. Ne kadar yakın, samimi, insana kendinden fazla öğ lan bir gülüşdü bu. Hiç birşey söylemez görünen, sonbahar güneşi kadar ılık ve tatlı, yu- yl ei insanın içini titre- — Mf bei r hüzün wi Kn m gibi içine bo- şaldığını, içini doldurduğunu hissetti, Hi dece hü- dının beyaz, iğ pırıl, biraz ileri çıkık üst ön dişle- rine korkunç bir vehimle m kıyordu: K dudakları! sıyrılıp etlerin döküldüğünü, sarımtırak, idik rengi, solu- a kemiklerin gölgelerini gö- Sürün Ahenk ve füsun bir anda kaybolmuştu. .Sonra, bir an içinde kendi- sinin de bir a olduğunu düşündü. Hayır... Kendinde bir insan yüzünü yoktu, Onun yü- zü şeffaf, arkasındakilerini ak- settiren bir levhadan başka birşey değildi. Kadın bütün çehresile, göz- lerile, tüylerile, ağzile, beyaz ve uzun, yüksek ve derin boy- nile gülümsiyordu. EREENE 4 O zaman, Şa iki kut füsunla beraber aynı hızla bir- birinden Me kısa hâ- dise a eldi. Adam sordu: — Ban gülüyorsunuz ?.. Kadın tatli ve ılık gülümse- yişle cevap verdi : — Hayır, düşüncelerinize !.. j Gi ittiler. Bu cümle ile alt ii ri bü- tün bir kâinat da Zend GOMEMLİ ŞİİR MİİR Hayat mayat diyorlar ; Benim özüm (mayat) da. Hayatın eksiği var : Hayat eksik hayatta, Takınsam kanat manat, Kuş muş alsam, seğirtsem. Bomboş vatana inat, (Matan) a doğru gitsem... NECİP FAZIL j KISAKÜREK t pr. e azal çe Sağ A KY a A