19 Mart 1079 Rahminin alnında ince, uzun bir ! yara izi vardı. Kendisine; — Alnınıza ne oldu?. diye sorul- duğu zaman birdenbire gözleri dalar, Sanki çok eski bir macerayı hatırlar- muş gibi düşünür, sonrada hülyalı | bir tavırla: — Eski, çok eski bir macera... derdi, Btrafındakiler: — Anlat... Kuzum anlat... diye fazla ısrar edecek olurlarsa Rahmi kendi- sini büsbütün naza çeker; — Rica ederim, derdimi tazeleme- yiniz. O eski macera sinımda hafif bir yara izi bıraktı, Fakat kalbimde açtığı yaranın izi alnımdakinden çok daha derin, çok daha büyüktür. Ya- ramı iz... derdi Bu sözleri etrafındakilerin, bilhas- sa genç kadınların büsbütün mera- kını uyandırırdı. Rahminin alnında biçak yarasını andıran bu iz bütün tanıdıklarını derin bir meraka düşür- müştü, Herkes Rahmiye maceracı bir erkek gözile bakıyordu. Rahmi alnın- daki bu yara izl ile sevdiği kadınlar uğrunda 20-30 kere düello etmişbir kurunuvüsta şövalyesi gibi aramızda dolaşır dururdu. Rahmi arasıra etrafını saran gü- xel kadınların: — Atlatsanıza... Alnınıza ne oldu? demelerine pek dayanamaz, onlara şukadar söylemekte bir mazur gör- mezdi: — Eski bir macera, eski bir aşk macerası... Rahminin alnında bir yara izi bi- Takan bu eski macera neidi?... Aşk maceraları dalma insanların merakı- nı uyandıran şeydir. Rahminin bir türlü söylemek istemediği bu aşk ma- eerası bir çok tanıdıklarını, genç ka- dınları meraktan çıldırtacaktı. Nibayet o derece israr etler ki Rahmi bu alnında bir biçak yarası bırakan eski aşk macerasını kısaca anlatmağa mecbur oldu, Etrafında» kilerin merakını büsbütün kendisi ne çekmek için evvelâ şunu söyledi: — Bir düelle!... — Evet ...Fakat yer yüzünde hâlâ düello edilen yerler bulunduğunu da unutmayınız... Sonra bu eski macerayı hatırladığı İçin son derece müteessir*olmuş gibi: — Bana bunu nereden hatırlattı- mız, derdimi neden tazelettin!z?. İçimdeki bu ateş bir kaç zamandan- beri küllenmişti. Bu ateşin küllerini neden silktiniz?.. dedi, Rahmi âdetâ bunları bir roman kahramanı tavriyle söylüyordu. Nihayet asıl hikâyeye başladı: — Pariste talebe idim... Güzel, zen- gin, kibar bir kadınla sevişiyordum. Fakat sevgilim evli idi. Onunla ne çıl- gin günler, ne çılgın geceler geçirme- miştik ki... Ah, ah, bana derdimi ta- zelettiniz... Rahminin bu sözlerini herkes de- Tin bir merak içinde dinliyordu. Yal- niz ben, içimden kıskıs gülüyordum. Onün ne palavraci bir adam olduğü- nu bilirdim. Muhakkak ki bu Paris- teki güzel, zengin, kibar kadınla ge- çirilen çılgın günler, çılgın geceler baştanbaşa, uydurma idi, Bereket ki kendisini hiç kimse be- hini kadar yakından tanımazdı. Bu- Mun için herkes onu merakla dinli- Yordu. Rahmi devam ediyordu: — Bir gece sevgilim kocasile bera- ber tiyatroya gelmişti. Ben onların Oturduğu locanın tam altında durü- Yordum. Sevgilimin elinde küçük kır- Muzı bir gül vardı. Beni görünce gü- lümsedi. Bir aralık elindeki kırmızı Gülü sanki düşürüyormuş gibi yapa- Tak tâ önüme attı, Kırmızı gülü yerden aldım, öptüm Ye yakama taktım. Bu hareketimi #evgilimin kocası görmüştü. Tam bu Aralık ta oynatılan tiyatronun lk Perdesi bitmişti. Sevdiğim kadının yanıma yaklaştı: — - Biraz evvel yaptığınız harekelin cezasını kanınızla Slyeceksiniz... dedi. İkimizden bi- mutlaka ölmesi lâzım... Yarın e düello edeceğim Bir dakika bile düşünmeden cevab m: küs- — İstediğiniz yerde ve istediğiniz saatte sizinle karşılaşmağa hazırım Ertesi günü erkenden sevgili kocasile tenha bir koruluğun kena- | rında buluşmuştuk. Kılıçla dücilo edecektik... Bereket versin ki ben bi- raz kiliç kullanmı biliyordum. Düello başladı. Fakat rakibim hak katen büyük bir kılıç üstadı idi. Onun karşısında ben yalnız bir şeyden kuv vet alıyordum, Sevgilimin aşkından. Fakat rakibim birdenbire şiddetli bir hücum yaptı. Alnımda müthiş bir acı duydum. Biraz sonra kendimi kaybetmişim. Gözlerimi bir hastane köşesinde açtım. Fakat alnımdaki yaradan ziyade bana ıztırap, acı ve- ren başka birşey oldu. Rakibim beni yaraladıktan sonra | © günü sevgilimi almış, meçhul bir yere gitmişti. Bir daha hiç, hiç onu göremedim. Rahmi son derece acı bir Mâve etti; — Alnımdaki yara iyi oldu. Fakat kalbimdeki yara hâlâ iyi olmadı Salonde derin bir sessizlik oldu. Herkes sevgilisinin bir tek kırmızı gülü için hayatını tehlikeye koyarak düello eden bu kahramana hayretle bakıyordu. O günden sonra Rahmi tanıdıklar arasında âdetâ bir kahraman mua melesi görmeğe başlamıştı. Hattâ ba- m genç kadınlar onu «Şövalye» diye çağırıyorlardi. , Bazıları onun için: — Alnında bir kılıç izi değil, bir aşk yarasının izini taşıyor... diyor- lardı, Ben hâlâ, Rahminin bu palavrası- na İnanmamıştım. Bazan onun hak- kında fikirlerimi söylediğim zaman genç kadınlar bana çatıyorlardı: — Rahmiyi çekemiyorsunuz geliba, Onun bir kahraman olmasına taham- mül edemiyorsunuz ... Bende bunun üzerine sustum. Herkes gibi bizim palavracı Rahmi- nin bu mecerasına inanmış bir vazi- yet aldım. Aradan bir iki sene geç- mişti. Bir gün yine bir toplantıda idik, Rahmi de orada idi. Bir aralık salona ev sahibinin bir misafiri geldi. Ev sahibi onu bize takdim etti: — Efendim, bay Mahir, Bursalıdır. İstanbula gelmiş, bu fırsattan istifa- de ederek bana da uğramış... Bay Mahir hepmizi selâmladı. Fa- kat gözleri Rahmiye ilişinde: — Vaaay efendim, bay Rahmi... Ne âlemdesiniz efendim... Diyerek ona doğru ilerledi. Rahmi- nin beti benzi solmuştu. Ev sahibi Mahire sordu: — Bay Rahmiyi tanır mısınız? tavırla Çalışamıyor. Devasız bir derde uğramış gibi meyustur — Nasıl tanımam efendim... 10-12 sene evvel Bursaya gelmişti... Kaplı- cada bir gi ayağı kayıp düştüde kafası yere yuvarlanan tasın kenari- nâ gelmişti. Biçarenin başı fens yal- | de yarılmıştı; Ne dersiniz efendim? ”| hamam tasının kenarı âdetâ bir bi- | ibi biçare bay Rahminin alnını | Efendim, sivri kenarlı bir | da. Rahmi renkten renge giriyordu: — Aman... Yanlışınız olacak efen- | . Bendeniz Bursaya hiç gitme- | Alnımdaki yara bir düellodan hasıl olmuştur. Bay Mahir göbeğini hoplata hop- lata gülüyordu: | — İlâhi efendim, bendeniz buna- | madım... Zatı âliniz bay Abdullahın mahdümu bay Rahmi değil misiniz? Hattâ kaplıcada bana selâm verirken düşmüştünüz de tasınız bir tarafa, larağınız bir tarafa gitmişti, Tahattur buyursanıza., O zaman ne kadar telâş etmiştik. Alnınızı o ke-, narları sipsivri tas nasıl âdetâ bıçak gibi kesmişti?. o Vakıâ feci bir hal amma... Bir dereceye kadar komik değil mi efendim? Salondaki kadınlar kıskıs gülüyor- lardı. Bir daha Rahmi kimseye meş- hur eski aşk macerasından bahsetme- di... dim.. dim (Bir yıldız) sim: Limoneiyan, Beyoğlu: caddesinde Dellâsuda, Tepebaşında Kinyoli, Galata: Hüseyin Hüsnü Kasımpaşa Müeyyed, Hasköy: Aseo, Eminönü: Agob Minssyan, Fa- tih: Veznecilerde Üniversite, Kara- gümrük: Mehmed Arir, Bakırköy: İs- tanbul, Sarıyer: Nuri, Aksaray: Nuri, Beşiktaş: Receb, Fener Emliyadi, Kumkapı: Lâlelide Haydar, Küçükpazar: Necati, Samatya: Ye- dikulede Teofilos, Alemdar: Ali Rıza, Şehremini: Ahmed Hamdi, Kadıköy Altıyolda Merkez, Modada Nejad Se- zer, Üsküdar: Ahmediye, Heybeliada: Halk, Büyükada: Şinasi Rıza, Her gece açık eczaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paş»bahçe ve Anadoluhisarındak! eo zaneler her Açıktır. Akba müesseseleri Ankarsda ber dilden kitap, ga- zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- mua siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için ilân kabul, abone kaydedilir. Ündervodd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada satış yeridir. Telefon: 3377. Düşünüyor ki bir iki kaşe Nevrozin onu bu yârım baş ağrısile sinir ağrılarından kurtarmıya kâfi gelecektir. EVROZİ Bütün ağrı, sizi ve sancıları derhal dindirir, Soğuk algınlıklarına, gripe, roma- tizmaya, baş ve diş ağrılarına, nezleye, sinir, adele ve bel ağrılarile kırıkbğa karşı bilhassa müessirdir. Icabında günde 3 kaşe alınabilir. Tarihi KAPTAN PAŞA 6 Deniz Romanı Yazan: İskender E. Sertelli mamumu Tefrika No, 173 Sahife 11 ELİYOR “ Roma sokaklarında zincirler içinde sürüklenen bir Türk gördüm : (İşte bu, Sinan reistir !) dediler. ,, Mahmud rels, kaptan paşaya ce- vab veriyordu: — Zaten İspanyanın, Alvaroyu bu gibi işlerde kullanmak üzere donan- madan uzaklaştırdığını biliyoruz. Bu iş danışıklı dövüşlü gibi, bize karşı bir gösterişten ibarettir. Filip İspan- yaya gitmişse, elmizden kaçmağa muvaffak olmuş ve canını kurtarmış demektir. Fakat, bundan bize ne?! Biz, herşeyden önce Sinanın izini bul mağa çalışmalıyız Kayıkçıların Sinan hadisesinden haberleri yoktu. Kıhç Ali paşa: — Şu konuşan martileri bırakalım artık... Diye seslendi. Rum balıkçılarını serbes bıraktılar. Misinada türklere hafiyelik yapa- cak pek çok yabancı vardı. Rumlar Venediklilerle (o iyi geçinemedikleri için, dalma türklere para ile hafiye- lik yaparlar, gizliden gizliye olup bi- tenleri haber verirlerdi. Kayıkçılar, paşa gemisinden &yri- hırken: — Yaşasın Türk denizcileri... Diye bağırıyorlardı. O gün ikindi vaktı Misina limanına varmışlardı. ### Kılıç Ali paşa Misina limanında Yolda rastladıkları verdiği malâmat gerçeti, tek bir yelkenli yoktu. Kılıç Ali paşa Misina mubafızına bir kaptan gönderdi. Şehre inen Türk denizcisi gerek muhafızdan, gerekse sahilde toplanan halktan Filipin İs- panyaya gittiğini öğrendi. Paşa gemi- sine dönerek kaptan paşaya neticeyi bildirdi. Sahildeki yerlilerden biri Türk de- nizcisine: — Filipin bıraktığı şarap fıçları hâlâ şurada duruyor, dedi, parasmı verdiği halde gemisine götüremedi. Kılıç Ali paşa bütün bu sözleri ih- tiyatla dinliyordu. — Madem ki buraya kadar geldik Bir kaç gün limanda bekliyelim. Diyordu. Mahmud reis — Haniya korsan Veneyro burada bir çok kimselerle karşılaşacağımız söylemişti! Şeytanlar bile yok 1Ji- manda. Diye söylenmeğe başlamıştı. Kılıç Ali paşa şimdi Sinandan baş- ka bir de Doğan reisi düşünüyordu. Doğan reis nereye gitmişti? Ne ol- muştu? Veneyro denize düştükten sonra, Doğan acaba bu korsanın ge- misini mi takibe gitmişti? * Gece.. Hüsrev, Mahmud Teisler kaptan paşanın yanında toplanmış- Jardı. Kılıç Ali paşa İkisinin de sordu: — Doğan acaba yaşıyor mu, battı m? Hüsrev reis ümidsiz bir tavırla: — Yaşasaydı, ya biz ona rasllıya- caktık, ya o bizi bulacaktı. Dedi. Mahmud reis kaşlarını çala- rak cevab verdi: — Hayır, ben bu ihtimali kabul et- miyorum. Doğanın gemisinin batma- sına hiç bir sebeb yoktur. Eğer kor- san Veneyro kendi gemisinden deni- de düşmemiş olsaydı, bir yerde cen- ge tutuşmuşlardır derdim. Fakat, balıkçıların Limanda fikrini Veneyro gemiden uzaklaştıktan sonra, Venedikli korsanların kuvvetleri kı- rılmıştır. Ben, Dağanın bu gemiyi bi- le ele geçirdiğini veya batırdığını sa- nıyorum. Donanmamızda Doğan reis kadar uzağı gören, ihtiyata riayet eden bir denizci pek azdır. Bizim ço- cukların hepsi ateşli ve atılgandır. Kılıç Ali paşa mânalı bir gülüşle — Doğan atılgan değil midir? — Belki de hepimizden çok atılgan- dır amma o, ayni zamanda çök kur- naz ve ilerisini düşünen bir kaptan- dır. Başı denize düşmüş bir yelken- liye mağlüp olmasına imkân yoktur. Hüsrev reis, tekrar söz aldı: — — Siz ne derseniz deyin! Ben iki- ” sinin de yaşadığına inanmıyorum. Hele Sinandan ümidimi kestim. Kılıç Ali paşa bu sözü duyunca da- yanamadı. Hüsrev reise o güne kadar Kefa- lonyadaki' çevirme hareketi hakkın- da bir şey söylemediği halde şimdi bu meseleyi Kürcalamak sırası geldiğini anlamıştı. — Sinan esarette ölmüşse onun ölümüne sen $6beb oldun demektir! Dedi. Kâptan paşanın bu sözleri top namlusundan çıkan bir gülleden daha ağırdı. Hüsrev rels birdenbire şaşaladı. — Ben mi paşam? Ben Sinanı ca- Tum gibi severdim, Onun hasmına esir olacağını nasıl düşünebilirdim? — Senin gibi bir denizcinin bunu düşünmesi lâzımdı. Hasmınızın me kadar şeytan o ve kuvvetli bir adam olduğunu pekâlâ biliyordunuz! — Adanın etrafını baştan başa sar- mıştık. Biraz sonra ortalığı birden- bire sis kaplayınca biribirimizi kay- bettik. — Bu ihtimali de önceden düşüne- Tek ona göre tedbir alacaktır! — Limanın etrafını elli gemiile kuşatmıştık. Bundan daha esaslı ted- bir olur mıydı? — Evet.; olurdu, Sinanı madem ki küçük bir çektir İle limana gönder- miştin. Limandaki küçük koylara da birer kadirgâ bırakacaklın. Bunlar fenerlerini söndürüp gözcülük yapa- caklardı. Filipin geldiğini ve Sinanı alıp götürdüğünü gördükleri zaman - sis bastırmış olsa bile - korsan ge- misine birkaç top atarlar ve Filipin kaçmasına meydan vermezlerdi. “Na- sıl ki biz bu oyunu vaktile Kıbrısta da yapmıştık. O zaman sen de Mus- tafa paşanın yanında bulunuyordun! O vakayı elbette hatırlarsın! O gün de müthiş bir sis bastırmıştı. göz gö- zü görmüyordu. Fakat kadırgalar paşa gemisile irtibatlarını kaybedin- ce düşman gemisini topla yaraladı- lar. Biz de top sesinin geldiği yere koştuk. Vaziyeti anladık ve donan- mayı büyük bir tehlikeden kurtar- dık. Kefalonyada da böyle yapmak ve Filipi ele geçirmek mümkündü. re çıkmış olan donanma kethüdası yanında bir adamla koşa koşa gemiye geldi: — Sinanin izi bulundu devletlim! Filip onu papaya götürmüş. İşte Si- nanı Roma sokaklarında gören adam, Hüsrevin kalbi çarpmağa başladı. Kılıç Ali paşa yerinden kalktı: Ne diyorsun? -diye bağırdı. Sinanı papaya mı göndermişler? Zayıf, kısa boylu bir Venedikli. Bu adam Romadan yeni gelmişti. Kaptan paşanın önünde diz çökerek; — Beni meyhaneden kaldırdılar dedi ne İstiyorsunuz benden? Paşanın kethüdası ileriye atıldı: — Bu adam Romadan yeni gelmiş, dedi, Sinanı Roma sokaklarında vah- şi bir hayvan gibi sürerlerken gördü- günü söyledi. Dayanamadım, zorla aldım, buraya getirdim. Anlattıkları- nı bir kere siz de dinleyih onun âğ- Kıhç Ali paşa; — İyi yapmişsın, Osman! Dedi. Vemedikli kaçakçıya döndü: — Ne zaman geldin Romadan? — Dün sabah... — Ne ile geldin buraya? — Bir kaçakçı gemisile... — Gemi nerede? — Beni liman ağzında bırakıp gitti, — Neden girmedi limana? — Türkler dolaşıyor Akdenizde di- yerek beni buraya attı ve dönüp gitti. — Ey, anlat bakalım... Sen Sinan reisi tamr mısın? (Arkası var) ui kal lü milüüykmlür ill nim sml baalanl