| | —ame ; i K Ts GET TP BTE Her A ea Edirne çok kıymetli sanat eserleri ile doludur Camilerden başka bir çok köprü, han, çeşme ve saire vardır Önce küçük ve çıplak bir kasaba #ken, sonra Türklerin elile, çevresi ge- hişliyerek yeni bir hızla kültürü ve medeni mamureleri büyüyen Edirne Şehri, (Milâdi 1361 tarihinde) birin- ci Muradın kumandanlarından Hacı İlbeyi ile Lâla Şahin paşa tarafından Züptedilerek aziz ülkenin en kıymetli bir parçası olmuştu. Elyevm Edirnede eLâla paşa nahi- yesin ile «İlbeyi burgazi» adında eski bir semt meveuddur. Rumelinin mü- him savaşlarında ünlü zaferler temin öderek geniş fütuhat açan büyük Türk kumandanlarına ait çok kıymetli ya- digâr eserler Edirne koynunda en canlı birer tarih yaşatmaktadır. Edirnenin ilk valilerinden meşhur Timürtaş paşa İle Sarıca Sarımeddin Pâşanın camileri ilk tarihi eseri teşkil eder, Ayrıca, mimari değer taşıyan eser- lerden Gazi Mihal bey ile Şah Melek paşa camileri plân itibarile ilk tiplere mahsus en temiz örneklerdir. «Şah Melek paşa camliz içerisinde eski ve çok makbul Türk çinileri mevcuddur, Bilhassa mihrab deseninde, mozaik ile Çok ince kenar suları işlenmiştir. (Ga- zi Mihal camii) nin etrafında bir ha- mam ile beraber Tunca suyu üzerine kurulmuş 16 kemer gözlü «Gazi Mihal köprüsü» bulunmaktadır. Edirne alındıktan sonra «Kırklareli, Pınarhisar, Vize, Saray» şehirlerinin fatihi olan Gazi Hızır bey de Gazi Mi- hal beyin kardeşidir. Kırklarelinin başlıca mimari ziyneti olan «Hızır bey camii» kendi eseri hayrıdır. Şah Melek paşaya gelince, Yıldırımın ma» iyetinde iken taht kavgalarında Edir- nede hükümdarlığını ilân eden Emir Süleymanın bir aralık veziri olmuştu, bilâhare Çelebiye iltihak ettiği için kendisinin siyasi bir adam olduğu an- Jaşılmaktadır. Edirnede, Yıldırım camii ile eski camiin arkasından İstanbulun zaptı tarihine kadar vücude gelen orijinal eserlerimiz arasında (1434 de) inşa edilen Muradiye camli; tıpkı Bursada- ki: Yeşilin bir güzellik eşinde olup nrihraba doğru uzunluğuna karşı yan- yana bitişik iki kubbe şeklindedir. İçerisinde renk ve tertibi fevkalâde müstesna çiniler mevcuddur. Gene Ti nci Murad devrinde 1438 tarihinde inşasına başlanan ve ta- mamlanması tam 10 sene süren «üç şerefeli camii» ile mimarimizde on te- miz esaslar ve en ibdai şekillerle seçil- miş bir örnek meydana konulmuştu. (Üç şerefeli) nin çok enteresan olan gıri ve kırmızı renkleri havi sert taş- larla karışık tarzda işlenerek şekii- lendirilmiş «Burmah, Çubuklu, Bak- Javalı üç şerefeli» adile sayılan biçimi başka başka güzellikte 4 minaresi var- dır. Üç şerefesi olan minarenin içerisin- de, her şerefleye mahsus ayrı yolları takib eden üç helezoni merdiven ter- tib edilmiştir. Üç şerefeli caminin, ta- Edirnede Tunca üzerinde Beyazıd camisi ve Beyazıd köprüsü şıdığı güzelliklerden en meşhuru ka- pılarıdır. Hattâ Edirnelilerin, üç ta- nınmış camileri için ananeleşmiş Şu sözleri: Ayni zamanda bu manzumeyi, Tunca suyu üzerinden geçid yaparak tamam- lıyan çok sanatlı bir köprü kurulmuş- tur. Bu eserlerden sonra âbideler yük- lü Edirenin en hâkim bir noktasın- da şahlanan şaheser Selimiye görülür. «Üç şerefeli» İzmirin, «Beyând camli» AAkkirmanın, «Selimiye» Kıbrıs ada- sındaki Magosa kalesinin zaptı gani- duğu zaferi temsü eden birer sanat tacıdır. Türk sanatkârları, daha bir çok «köprü, han, mektep, hastane, çeşme gibi muhtelif mimari ziynetleri- le Edirnenin kıymetli mamurelerini çoğaltarak şereflendirmişlerdir. En zi- yade istilâlar yüzünden ata yadigârı olan bazı eserlerimiz tahribe uğrıya- rak yıkılmıştı. Birinci istilâ 1829 da Rus generali (Dibiç) in ikinci istilâ; ondan yarım asır sonra Grandük Nikolanın ordu- ları tarafından yapılmıştır. İkinci istilânm husule getirdiği yı- kıntılara karşı Edirnenin belini doğ- Tultan vali Erzincanlı İzzet paşa ol- muştu. Son Balkan barbinin açtığı rahneleri de vali Hacı Adilin himmet- leri kapatmıştı. Kadirşinas Edirneli- ler Edirne İçin özlükle çalışanları as- la unutmamış ve hiç bir zaman gönül- den silmemişlerdir. Güzel Edirnemizin en ziyade yüzü- nü güldüren Atatürk devrinin ihya edici himmetleri olmuştu. Bu devir, hakiki sevgi ve himayeyi meydandaki eserlerile bilfiil göstermiş olmakta- dır. Umum müfettiş general Kâzım Di- rik, her başardığı faydalı işler arasın- da ayrıca Edirnede «eski eserleri se- venler» adile bir koruma cemiyeti aç- mağa muvaffak olmuştur. Bu sayede büyük âbidelerimiz, kıymetli müşte- milâtile beraber birer, birer tamir ve ihya edilmiş oldu. Ayni zamanda en ufak, en kenar küşede kalmış ve yıkılmağa yüz tut- eserlerimizin de meydana çıkarılarak korunmaları temin olunmuştur. İşte bugün; serhad Edirnemiz, kur- tuluş bayramını neşeler içinde kutlar- ken tarihi menkıbelerin o, kıymetli şahidleri de hiç şüphesizdir ki banile- rinin ruhu ile beraber şadolmaktadır. Mimar: Kemal Altan R 1231 215 71? 9481209 148 Va, 6,15 650121 1430 1644 1821 İdarehane: Babıkli civarı Acımusluk So, No. 19 Yazan: Arif C. Denker ESRARENGİZ KERVAN 'Tefrika No. 13 —" İki kız mendilin üzerine eğildiler. Mendilin şurasından burasından Ahmed Abud bu düşünce ile odası- na girdi, kapıyı kilitledi, Sonyanın Jade ettiği ingilizce yazılı iki kâğıdı kuşağının içine iyice yerleştirdi. On- dan sonra yere sermiş olduğu kilimi taş sedirin üzerine yaydı, onun üstü- ne yatarak derhal derin bir uykuya daldı. —1— Moğolların hanındaki hâdiseler Ahmed Abud odadan çıktıktan son- ra Olga Feodorovna minderin üzerine yaslandı ve tekrar köpekle oynamağa başladı. Bu aralık elindeki mektup yar nına düştü ve yarısı elbisesinin kıv- rıntılarile örtüldü, yarısı dışarıda kal dı, Kadınların oturdukları oda halılar ve örtülerle oldukça süslendiği halde gene pek kaba görünüyordu. Odanın kapısından başka ne bir penceresi, ne de başka bir deliği vardı. Tavan İs- ten simsiyah bir hale gelmişti. Arada sırada bu İsli tavanın yarıklarından ayrılan sıva parçaları yere düşüyor- du. Üzeri hah örtülü olan minderden, masa üzerinde duran lâmbadan ve duvar kenarlarına yerleştirilen san- dıklardan başka odanın içinde eşya hamuına bir şey yoktu. Masanın Üze- rinde açık bir kitab duruyordu. Ka- dınların yattıkları yan odaya giden methalin sağına ve soluna kayıdaızca bir iki takım elbise gtılıvermişti. Sandıktan yapılan bir iskemle üze- rinde oturup sigarasının dumanlarını savurmakla meşgul olan Sonya otuzu- na yakın uzun boylu, siyah saçlı, ko- yu kestane gözlü, elmacık kemikleri biraz çıkık, erkek tavırlı bir kızdı. Yalnız o erkek tavrına ince büyük du- dağı yakışmıyordu. Sonya dizini dizi- nin üstüne atmış, büyükçe ve kuvvetli ellerini 8ol dizinin üstünde kavuştur- muş olduğu halde oturuyordu. Bu va- siyette bir müddet arkadaşını seyret- tikten sonra: — Köpekle oynamaktan hâlâ bık- madın mı? diye sordu. Olga Feodo- rovna köpeği havaya *atıp elile tut- makla meşguldü. Bu oyununu bozma- dan Sonyanın sualine gülmekle mu- kabele etti, Olga arkadaşından daha genç ve daha ince yapılı bir kızdı. Uzunca yüzü daima açıkta ve güneş altında dolaşmaktan yanmışla. Kıvır- cık saçları koyu kumral renkteydi. Büyük koyu yeşil gözlerinin çok cazi- beli bakışı vardı. Dolgun dudakları hafifçe açık duruyordu ve dudakları- nın arasından kar gibi beyaz iki sıra diş görünüyordu. Biçimli burnu ve biraz basık alnı kendisinin büyük bir azim sahibesi olduğuna delâlet ediyor- du. Tavır ve hareketi ve her hali Ol- ganın Sonyaya her hususta faik oldu- gunu ispat ediyordu. Anlatacağımız hâdiselerde büyük bir rol oynamağa namzed olan Olga Feodorovna aslen Azarbaycanlı bir Türk kızıydı. Küçük yaşında zengin babası tarafından Petersburgda tahsi- le gönderilmişti. Asıl Türk ismini son- ra öğreneceğimiz Olga, Petersburgda yüksek bir tahsil görmüş, muhtelif lisanlar öğrenmiş, araya giren Umu- mi harp esnasında Petersburgda ka- larak bir hastanede hastabakıcılığı yapmış, velhasıl Türklüğünü unuta- rak büsbütün Ruslaşmıştı. Ondan sonra Rusyada zuhur eden isyanlar, ihtilâller, bolşeviklik cere- yanları Olgayı da sarsmıştı. Yalnız anasını babasını değil, ailesinin ser- vetini ve emlâkini de kaybeden Olga, diğer bir çok genç kızlar gibi, ihtilâl Asya teşkilâtına mensup gizli ajanlı- ğı vazifesini görüyordu. İki kız Orta Asyanın lsanlarına ve âdetlerine ta- mamile vâkıftılar. Olga Feodorovna birdenbire köpek- le oynamaktan vazgeçerek: — Al Mişkayı, senin olsun! dedi ve onu Sonyanın kucağına fırlattı. Bu gibi hava oyunlarına alışık olan Mişk* hemen Sonyanın kucağına yerşleti ve gözlerini kapadı. Biraz sonra Olga yattığı minderin duvar tarafına doğ» bir iki iplik çekilmişti. | ru çekilerek ve ön tarafından yer açarak Sonyaya dedi ki; — Gel, sen de yanıma yat ta Fun- gun getirdiği haberleri beraberce dü- şünelim, tetkik edelim. , disile meşgul olmak niyetinde olma- dığını anladığından sandıklardan bi- risinin üzerine sıçzadı ve hafif hafif vınıldıyarak oraya kıvrıldı, yattı. Sonya da gidip Olganın yanına uzandı, Olga söze başlıyarak dedi ki: — Ah-Single konuşurken çok dik- katli davranmamız lâzım. Bugün Fung bize pek garib bir tarzda muâ- mele etti. Hali hiç hoşuma gitmedi. Sonya cevap verdi; — Fakat getirdiği haberler çok mühimdi. Kaşgarda yakalanan İngi- liz casusu meselesi enteresan değil mi? Onun tevkifinden Kaşgardaki İn- giliz konsolosunun bile haberi yok- Ah-Sing İle svenesi kimbilir bize kaça satmak istiyeceklerdiri — Biliyorsun ki Ah-Singe her za- man para vermek lâzım gelmez. Ya- pacağı küçük bir kaçakçılık işinde kendisine biraz yardım etmeyi vaa- dedersek gene işimiz görülmüş olur; biz de fazla masraftan kurtuluruz. — Evet, bu hain heriflere para ver- meden onları kullanmağa çalışmalı- yız, Sonya, Bakalım bir kere Ah-Sing ile konuşalım da bize neler teklif ede- ceğini öğrenelim. O anda küçük köpek homurdanarak ra kapıyı kapadı ve gidip yerine otur- du. Olgada yaklaştı. İki casus kız mendili lâmbanın altına gelmek Üze- re masanın üzerine yaydılar. Sonya mendilin bir köşesinden küçük bir müsellesin kesilerek olması- na işaret ederek dedi ki: — Bu, Ah-Singin bizzat buraya ge- lemiyeceğine delâlet eder. Bakalım di- ger haberlerinde neler anlatıyor. Olga bu yıpranmış yerleri birer bi- rer sayarak; — Evvelâ saati tayin edelim! dedi. edilen yerlerini tetkik etti, evvelâ bir ucundan öbür ucuna, sonra da boydan oya batırılan iğne deliklerini saydı. Şu rakkamlar ortaya çıktı: (Arkası var) EUR air