12 Ağustos 1937 HER AKŞAM BİR HİKÂYE O günü Nerminle randevum vardı, Mam yazıhaneden çıkacağım esnada Bon derecede mühim bazı misafirler Belmez mi? Deli olacağım. Adamlara »benim randevum var, kalkıp gidi- hiz...» diyeme: . Oturdular, otu dullar. Randevu anını tam üç çe; rek saat geçti, Hemen fırladım. Bi gtomobile atladım. Yolda düşünüyor- dum. Kim bilir Nermin bana ne kadar kızmıştı. Zaten o en küçük fırsatta beni haşlamağa bayılırdı. Her firsat ta beni sevmediğini söyler: — Aramızda aşk yok. Ne bileyim iş- te, küçük bir arkadaşlık... derdi. Fakat benim ona karşı hislerim bam- başka idi. Şimdiye kadar hiç bir kadi- na böyle derin bir rabıta ile bağlan- mamıştım. Her zaman buluştuğumuz pastaneye girdim. Etrafıma bir be- kındım. Yok... Şüphesiz beklemiş, bek- lemiş, gitmişti. Saate şöyle bir baktım. Yay, vay, vay... Randevu zamanından tamam bir saat beş dakika sonra gel- mişim!.. Fena halde canım sıkılmıştı. Nermin belki de bunu bir dargınlık vesilesi yapacak, bir daha yüzüme bakmıyacaktı. Her an bir erkeğe kendisini sevme- diğini söyliyen bir kadın böyle bir maceradan çekilmek için bu hareketi tabil fırsat bilecekti. Bu sırada gâr- &on yanma yaklaştı: — Bize bir bayan, bu mektubu bi- Taktı. dedi... Heyecanla aldım. Açtım: Celâl, Bekledim, teşrif etmediniz. Maamâ fih gelmedin diye üzüldüğümü zan- nedersen pek yanılırsın.. bilâkis - ne yalan söyliyeyim - biraz da memnun oldum. Çünkü bugün kendi gönlü- mün dilediği gibi büyük bir zevk ve neşe içinde gezeceğim. Hem bu vesile ile bu mânasız macera da burada bite miş olur. Biliyorsun ki seni hiç bir zaman sevmedim. Bunun için bu ma ceranın sürüp gitmesinin mânası yok- tu. Sana büsbütün allaha ısmarladık derim. Nermin Tepemden bir kazan sicak su yemiş gibi oldum. Manmafik Nerminin bu hallerine şimdiye kadar alışmam lâ- zımdı. O kaç kere bana böyle «büsbü- tün allaha ısmarladık» demişti ama - kör olasıca gönlüm! - ben gene onun peşini bırakmamıştım. Pastaneden çıktım. Can sıkısmdan boğulacağım, Bu vakit ne yapabilirdim? Eve gi sem olmaz. Tek başıma düdük gibi eğlenemem de... Bir sinemaya daldım. Piim başlamıştı... Matmazel karan- hkta bir yere oturttu. Sanki başka boş yer yokmuş gibi bana iki gölgenin arkasında bir koltuk göstermişti. Za- ten sinemaya filim için girmediğim- den ben de aldırış etmedim. Önümdeki iki gölge iki kadındı. Fi- si fısl konuşuyorlardı. Birdenbire kalbim çarptı. Bunlardan biri Nermi- nin sesi idi, emen öne doğru iğildim. Ve dinlemeğe başladım. Nermin ya- nındaki arkadaşına diyordu: — Çıldıracağım Samiye, çıldıraca- . Neden eği acaba?.. ez Mal DEE kadar merak ettin. Yanhanesine telefon edip soraydın.. — A, katiyyen onu yili Sev- diğimi katiyyen anlamasını İstemem. Şımarır, Keşke biraz daha beklesey- dim. — Bir saat bekledik Nermin... — Ne kadar canım sıkılıyor. tasav- Yur edemezsin Samiye... Onsuz hiç bir #eyden zevk alamıyorum. Ama hiç bir şeyden. meselâ bugünüm zehir zem- berek oldu... Kulaklarıma inanamıyordum. Bâş- tan aşağı kulak kesilmiştim. Şimdi Bamiye söylüyordu: — Peki ama, ona karşı o derece 80- ğuk davranıyorsun ki... Senin bu ha- Mini görünce insanın «bu ne perhiz, bu ne lâhna turşusu?.» diyeceği geli- — A, tabil... Ona katiyyen kendisi- »İ sevmediğimi söylüyorum... «Sevi- yorum!» demek, tühaf değil mi? Âde- ta izzeti nefsime dokunuyor.. sonra diyorum ya... İçimdekileri söylesem #marır... — Demek bu adamı seviyorsun Ner- min? Nermin bu sefer sesini adamakıllı alçalttı: — Hem de nasıl?. Şimdi ödüm ko- puyor. Ya mektubumu ciddi sanırsa.,, hakikaten kendisini büsbütün bırak» tim zannederse... — Öyle ise niçin o tarzda yazdın? Kadın deği! bilmece | — Ne bileyim, her zaman ona öyle hareket ederim... Ama o gene arkam- dan gelirdi, Ya bu sefer gelmezse, be- ni bir daha aramazsa... — Merak etme canım. Gene gelir, geni gene arar... Nermin ö kadar heyecan içinde idi ki arkasında birinin kendilerini din- lemesi ihtimalini düşünecek halde de- ğildi. Başını önüne iğdi. A.. ağlıyor... — Ah Samiye o derece bedbahtım, o derece bedbahtım ki.. diyor. Bu adam beni delirtecek... Duyduklarıma inanmak mümkün değildi. Bir yandan Nerminin beni sevmesine son derece sevinmiştim. Bir yandan da dehşetli erkeklik izzeti nef- sim okşanmıştı. Şimdi Samiye Nermini teselli edi- yordu: — Canım çocuk musun Nermin?.. Belli ki o da seni seviyor... Bunda ağlı- yacak ne var sanki?.. — Daha ne olsun.. bugün gelmedi işte... Bu sırada sinema salonunun kapi" sından yeni bir seyirci girmişti. Bu bir erkek gölgesi idi. Matmazel elindeki elektrik fenerile yeni seyirciye yol gös- teriyordu. Nermin Samtiyeye: — Ah. dedi, yüreğim çarpıyor. is- ter misin bu Celâl olsun.. Tesadüfen o da bu sinemaya gelsin. matmazel getirip onu yanımıza oturtsun... Samiye: — Belki de... dedi. Doğrusu Nerminin bu heyecanına o derece memnun olmuştum ki... Lâ- kin matmazel yeni seyirciyi biraz öte- de bir yere oturttu. Nermin yeni s€- yireinin Celâl, yani ben olmadığıma kanaat getirmişti: — Nerede, dedi, bende o talih... Şim- di o yezid, hınzır kim bilir nerelerde Bu güzel hiddete gülmemek için kendimi zor zaptettin. Ve şunlara bir oyun oynamağa ka- rar verdim, Onlar benim arkalarına oturduğumu hiç farketmemişlerdi. Yavaşça oturduğum yerden kalktım. Sanki sinema salonuna yeni giriyor- muşum gibi kapının tarafından onla- ra doğru ilerilemeğe başladım. Tam bu esnada filim de ortasına gelmişti, Beş dakika için salon aydınlanmıştı. Nerminle gözgöze geldik. O evvelâ kıpkırmızı oldu, lâkin heyecanını iyi gizledi doğrusu.. yanlarına oturdum. Nermin güzel kaşlarını kaldırarak: — Ay, dedi, sen de buraya mi gel din... Sakin sakin cevap verdim: — Eret.. canim sinema istedi de... Bari siz eğlendiniz mi? Filim güzel mi? Onun filimle katiyyen alâkası olma- dığını biliyorum. Buna rağmen: — Filim harikulâde güzel, dedi, © kadar güldük ki tasavvur edemezsin... baksana gülmekten gözlerimden yaş geldi... Bugün son derec eğlendik. Onun bu sözlerine hayret etmiş- tim. Filim tekrar başlarken ona iğilip yavaşça sordum: — Gelmediğime üzüldün mü? O gözleri perdede, sanki filimle son derecede alâkadarmış gibi: — Ne münasebet? dedi... Niçin üzü- leceğim? Bilâkis baksana ne kadar menizi rica ederim. —amenımam İstanbul radyosunum fazlalık ve eksiklikleri 1 — Bütün dün; lerinde, hattâ kendi memleketleri dışında cereyan eden spor hadiselerini en ufak teferrüalına kadar verdikleri halde bizim- ki milli maçları ve ecnebi temaslarını bile vermiyor. Arasıra dinlediğimiz konferans- lar ve eski güreş hikâyeleri bugünkü spot meraklılarını tatmin edecek mahi- yette değildir. Spor bareketlerini ajans vermiyorsa isteyip almak güç değildir, zannederim. 2 — İstanbulda her sene olduğu gibi bu sene de (festival) denilen eğlenceler ya- pılıyor, Bu eğlenceler yahut kapal bir sah bayet bir kaç yüz se da oluyor. Yani ni- iye inhisar ediyor. selâ klâsik Türk müsikisini Pransız ti- yatrosuna gidemiyen bizler radyoda din- İesek ne olur? 3 — Radyoda #ik sık Şehir tiyatrosu ar- tistlerinin radyo fonik — temsiilerini din- Myoruz. Bunlar ayni opiyesin bir neka- ratıdir. Acaba başka piyesler yok mu? Acaba başka artistlerin temslilerini de dinletmek mümkün değil mi? Meselâ orta o temsilleri tadyo yenler radyo fonik lerinden az mı olur? Eğer radyo idaresi radyo fonikleri ikişer üçer defa dinletmeği kâfi görüyorsa buna biz de kâfi! deriz. Çünkü bunları dinliye din- liye artık sinir geldi. Ya başka piyesler bulmalı, yahut bize biraz da baska artist- ler dinletmelidir. Şikâyelten ziyade rica ve hatırlat- maktan ibaret, olan şu yazımın nasıl din- Jenip, nasl telâkki edildiğini merakla öğ- renmek istiyorum. N. Akdemir Kasımpaşaya da bakılsın! 45.000 nüfuslu Kasımpaşanın den dörtte üçü Kasımpaşa Camlikebiri önünden geçer. Oranın da su birikintile- rile ne hale geldiğini bu resim gösterir. İbrahim Çöp arabalarının durak yeri Aksarayda Lâlelide Yeşiltulumba — 60- kağında oturan bir karlimiz yazıyor: Sokağımız, belediye çöp arabalarının durak yeridir. Bunlar gece saat on ikiye kadar arabaların temizlemekle meşgul- dürler. Bütün pislikler sokağa akıyor. Sa- bahleyin de pek erken büyük bir gürültü Me kalktıkları için uyku uyuyamıyoruz. Belediyeye müteaddit defalar şikâyette bulunduk, aldıran olmadı. Sıhhiye mü- dürlüğü yakında bu arabaların sokağımız- dan kaldırılacağını vadetti. Fakat aylar geçtiği halde ayni vaziyet devam etmek- tedir, Alâkadarların nazarı dikketini celbet- ehslisin- eğleniyorum.. evet üzülebilirdim şa- yet sevmiş olsaydım.. fakat bilirsin ki seni hiç bir zaman sevmedim... Görüyorsunuz ya.. Şu kadınların hepsi teker teker birer bilmecedir. (Bir yıldız) Kendine beyhude yere eziyet ediyor NEVROZIN Varken ıstırab çekilir mi ? BAŞ, DiŞ ağrıları ve üşütmekten mütevellid bütün ağrı, sızı, sancılarla nezleye romatizmaya karşı : EVROZİ lcabında günde 3 kaşe alınabilir. Hakanım — Onu çok iyi tanırım, dedi, sana | verdikten sonra pişman olmuştum , amma... Sözümden geri dönememiş- tim, Demek bunları sana haber ve- ren Gökçe... Öyle mi? — Evet, hakanım! Gökçe kaç yıl dır yanımda çalışıyor. Onun en ufak bir yalanına bile raslamadım. Çok sadık ve vefakür bir kadındır o. Hat- tâ Mirza Kulinin yastığının altında bulduğu bir mektubu bile çalıp bana getirdi. — Kimin mektubuydu bu? ... — Ergun bahadırın.. Kubilâiy gözlerinin üstünde iki keskin hançer gibi kıvrılan kaşlarını kaldırdı: — Ergun babadır mı dedin? — Evet hakanım! Ergun, Moğol öldürmeğe muvaffak olursa, onu da İran valisi yapacakmış. ten renge giriyordu. Her şeyde sü- künet... Fakat, kendi ölümü karşı- sında heyecan ve alâka göstermemek kabil miydi? Kubilây han kulaklarına inanamı- yordu. — Ergun, Moğol tahtma göz dik- Diye söylendi. Semga susuyordu. Hâkan: — Nerede bu mektup? diye sordu. Semga: — Kuli şüphelnmesin diye tekrar Gökçeye verdim ve yerine koymasını Kubilây: İlci cambaz, bir ipte oynuyor!..| şıyordu. — Ergun bu kadar çabuk mu de- ğişmiş?! İ Diye söyleniyor ve yumruklarını St- | karak sert adımlarla odanın içinde dolaşıyordu. Semga bahadir: i — Saltanat hırsı insanları dalma ve çok çabuk değiştirir, hakanım! Diyordu. Kubilâym beyninde volkanlar tu- tuşmağa başlamıştı. 'Bir müddet sustular, Konuşmadılar, İ Bemga önüne bakıyor. Hakan mü- | temadiyen odanin içinde dolaşıyordu. | Bir aralık başını vezire çevirdi: — Şimdi ne yapacağız, Semga? — Mirza Kuliyi derhal yakalatıp zindana attırmaktarnı ve bu cinayeti yapmağa söz veren Çinlileri cellâda 1 vermekten başka yapılacak bir şey yoktur, hakanım! — Hayır... Kulinin daha başka ne- ler yapmak istediğini de öğrenmek gerek, Onun kalasındakileri bir ki- tap gibi okuyup meydana çıkarmalı- yız. Şimdi Kuliye haber gönder. Onu bu akşam yemeğe davet ettiğimi söy le. Kuliyi sarhoş edip gizli fikirlerini öğrenelim. Ondan sonra cezasını ve- ririz. Sarayın vahşi hayvanlar bahçesine bakan taraçasında küçük bir sofra kurulmuştu. Kubilây han geniş bir sedire uzan- mış... Sağında Mirza Kuli, solunda Semga bahadır oturuyordu. 'Taraçanın kapısında arkası dönük iki Moğol perdecisi nöbet bekliyor... Sofranın önünde bir kaç cariye dola- Cariyeler arasında Hindli, Çinli, Tahranlı ve Japon kızları vardı. Hep- 81 ayrı ayrı milliyetlere mensuptu. kızarmış geyik, tavşan ve bir çok av etleri vardı. , Mirza Kuli çok neşeliydi. Semga kızgın bir şiş üstünde otu- ruyor gibi çok heyecanlıydı. Taraçanın sağ köşesinde sazende- KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Sofranın üstünde çeşit: yemişlerle, | ler yer almıştı, Taraça aydınlıktı. İki başında büyük birer meşale yanı rdu, Kubilây han Uk önce şarap tasına |; tini usatarakz No. 139 Semga, Moğol tahtını yıkmak istiyen Ergundan bahsederken: “ Saltanat hırsı insanları çok çabuk değiştirir, I,, dedi. — Başka gelecek kimse yok... Bu gece ilk şarabı İranlılar şerefine içe- ceğim. ' Dedi. Tası dudağına götürürken, gözünün ucile Semgaya baktı, İhtiyar vezirin dizleri titriyordu. Kubilây içtikten sonra, Kuli ile Semga da içeceklerdi. Hakan içmeden, sofrasında bulu- nanlardan hiç kimse elini şaraba uza» tamazdı. / Kubilây içtikten sonra, İranlı mi- safirine sordu: — Tahranda şarap var mıdır? — En âlâsı vardır, ulu hakan!, — Ergun şarap düşkünüdür. O halde bol bol Tahran şarabı içer. — Ergun bahadır gece gündüz şa rap teslisinin başında yatar amma... tahtına göz koymuş. Mirza Kuli sizi | Hiç sarhoş olmaz. f Kubilây gülmeğe başladı: — Onun gövdesi, büyük bir su Kubilây bu sözleri dinlerken renk- | küpüne benzör. Sen onu şarep değil, Su içerken görmüşsün! — Hayır, ulu hakan! Mis kokulu şarap içerken çok defa sofrasında bu- Junurum. — Yerliler Ergunun adaletinden ve idaresinden memnun mudurlar? — Çok memnundurlar, ulu hakan! Moğol ordularının işgali altında bu- lunan bütün vilâyetlerde Cengiz ha- nın yasasına herkes saygı ile boyun eğer. ( — Halk oralarda Erguna bir vali gibi mi, yoksa bir hükümdar gibi mi itaat eder? — Ergün sizi temsil ettiği için, ken- disine alelâde bir vali gibi değil, bir hükümdar gibi boyun eğerler, Ergu- nun iradeleri «hakan buyrugu> ka- dar ehemimiyetlidir. Ne isterse olur, ne derse yapılır. Moğol yasasına kar- şı gelmek hiç kimsenin aklından geç- mez. Buhu aklından geçiren, serden geçti demektir. — Derhal boynu vurulur, öyle mi? — Evet, ulu hakan! Ergun baha- dırın biç şakası yoktur. O nadiren affeder. Bunun içindir ki ondan her- kes korkar. Semga bahadır söze karıştı: — Ergunun eşi yoktur, hakanım! Kendisini Pekin valisi yapsanız, Er- gun, Pekindeki Koralılarla yabancı- ların ikide birde baş kaldırmalarının çarçabuk önüne geçerdi. Kubilây: — Fena bir fikir değil... Diye mırıldandı. Mirza Kuli elinde tuttuğu şarap ta- Sını masanın üstüne bıraktı: — Ergun “bahadır Pekinde valilik yapamaz, ulu hakan! — Niçin?... Pekin çok büyük bir şehirdir. — Şehrin büyüklüğü, küçüklüğü noktasından değil. Ergun bahadır bü- lunduğu yerde kendisinden başka bir baş bulunduğunu istemez. Mirza Kuli bilmiyerek ağzından kaçırdığı bu sözü tamire çalışarak: — Çünkü burada sizin yüksek me murlarınız, maliye nazırınız ve niha- yet başveziriniz var. Ergun her gün onlarla ihbtilâfa düşer ve iş göremez, ulu hakan! Kubilâyın sabrı tükenmişti. O, mü- hatabının cesaretini kırmak için dai- ma sert konuşur ve birdenbire mev- zudan mevzua geçerek, karşısındaki ni şaşırtır, nihayet gizli fikir ve mak- sadlarını ânlamağa muvaffak olurdu. Kubilây han, Kuliye karşı da ayni rolü oynuyordu. — Haydi, niçin içmiyorsun, Kuli? Sana Tahran şarabı kadar mis koküs hu içkiler ikram edemedim. Fakat, Pekin şarapları da yabana atılmaz, Semga, hakanın sözünü tamamlar dı: — Bilhassa bu şarap (Şi - Fi - Tİ), sayfiyesinde dünyanın en güzel kız- ları tarafından ezilip yapılmıştır. Ora» da, çocuğuna hazin ninniler söyl yen analar gibi, üzümü sıkarken, ezef« ken ve küplere doldürurken ezgi e türküler söylerler. Mirza Kuli güldü: Arkası var) | dili >