RADYO Hanendeler, Bağdat Istanbul Bağdat seferleri Ü stadı azam Münir Nurettin Selçuk gazetecilere beyanat vermek tinde değildi. Ama ne yapsın ki, üsta- dın her hareketinde, her gidişinde, hele her icraatında bir başkalık ve muhak- kak bir garabet bulan gazetecıler peşi- ni bırakmıyorlardı. Söyle rak'tan şahsen çagrıldıgım ve konservatuvar heyetini istemedikleri için seçtiğim arkadaşlarla Bağdat'a gidecek, bir hafta kalacak ve konserler verece- ğim.>» kısa beyanat bir kaç balamdan önemli idi ve «üstadı azam» kendinden başka hiç bir sanatkâr, hiç bir yerli te- şekkül »kendini belli başlı bir teşekkül sayıyor- kabul etmiyordu.. Şahsen Irak'a davet edilmişti, fakat kendisine refakat edecek sanatkârların konservatuvardan olmaması istenilmişti. Bu demekti ki, bu davetin bazı hususi sebebleri de vardır, Münir Nurettin'in yanında popüler halk sanatkar]arının (bulunması bilhassa iste- gitmişler, demekti. Nurettin Selçuk, Bağdat şehrinde 1lg1 ile, sempati ile karşılanacaktı. , halkın Münir Nurettin'e ve arkadaşlarına rağbeti daha fazla his- sedilecekti. Irak'ın ilgilileri meseleyi iyi düşün- müşlerdi. Çünkü Türkiye'ye karşı Arap AKİS, 8 OCAK 1955 sazendeler yolunda memleketlerinde, — «diyaneti — islamiye» den uzaklaşmış nazarı ıle bakanlar var- Türkiyede pai -keşke olsa- bir kabul ediliyordu. Münir Nurettin Sel- çuk'un vazifesi bu bakımdan — önemli idi; kendi kendisini Arap memleketle- rinde şark musikisini Türkiye mümessili olarak, kurtarıcı gibi görüyordu. B ndan politik müzakereler ve konuşmalar cereyan ederken -Münir Nurettin -böyle düşünüyordu- diğer ta- raftan da üstad teğanni edecek ve Tür- kiyeyi Irak halkı nezdinde daha sempa- tik bir hale sokmağa çalışacaktı. bu sözleri işitenler — Münir Nurettin'deki «benlik» dâvasının kuvve- tine bir kere daha hayret etmekten ken- dilerini alamadılar. Üstad bu güne ka- dar hiç, ama biç bir zaman nezaket ol- sun diye, cümleleri biraz daha yumuşa- tarak, biraz daha «ben» dâvasından kurtararak konuşmuş değildi. Konuşmu- yordu, konuşamazdı O bu işlerin bir tanesi, Türkiye'nin biriciği ve en değerlisi idi. Belki de bu noktada kendisine hak verenler pek çok- tu, fakat verdiği beyanatta, gazeteciler- le yaptığı konuşmalarda, konservatuvar- dan kimseyi istememelerine bilhassa işa- ret ederek, kendisinin seçtiği kimselere Irak'ta misafirperverlik gösterileceğini imâ etmesi bir çok yerde affedilir bir hata olarak kabul edilemiyordu. Irak'a bir müddet sonra Safiye Ay- la nâm ses sanatkârımızın da gideceği göz önünde tutulursa, nabza göre şer- bet vermek hususunda iyi bir usul bul- duğumuzdan kimse şüphe edemez. Irak denilince alaturka, İtalya denilince alaf- ranga musikide kimlerimiz varsa, sefer- ber ediyoruz. —Bu suretle hem farklı her işte önderliğim ifa etmekte budur- olduğumuza göre, alaturkacıla- buralara gönderip sempatik ol- lâzım geldiğini anlatmak, hattâ antipatik görünmek ba- asına yerinde bir hareket olurdu. Dostlukları bu yolda takviye etmek, kit- leleri bu şekilde bir gösterişle avlamak iyi bir politika değildir. Atatürk milli kurtuluş hareketlerini Arap dünyasına duyurmuşsa, yeni nesil, bugünün nesli Avrupa harsını ve medeniyetini komşu- larımıza -hadi diyelim dindaşlarımıza - öğretmekte kendini vazifeli kılmalı idi. Böylece daha ileriye, şarkın uyuşuk du- varını yıkarak daha çok batıya yakla- şılmasında Türkiye iyi bir komşu olarak vazifesini yapmış olurdu. Olabilir de.. Biz, Münir Nurettin Irak'a gitme- sin demiyoruz; gitsin. Fakat, orada hal- kın halâ, inanmağa çalıştığı gibi, Tür- kiye şekı] itibariyle Avrupalı, iç bünyesi itibariyle şarklı kalmıştır, dedirtmesin. Buna hakkı yoktur. Olmamalıdır. (Bu bizim yerli musikimizdir, sizin- kine benziyor, denilsin, istenirse unut- madık diye İlâve edilsin, fakat asla her hali ile benimsediğimiz musiki budur, diye bir telkin yapılmasın. Ankara Memleket saat ayarı S abahın erken saatinde -erken saat dokuz idi- uyandığı zaman mahmur ve yorgundu. gün yapılacak pek çok işi vardı, İstanbul'dan gelmişti, bazı ba- kanları ziyaret edecekti. Adı ahmud Erhan idi, mesleği gazeteci. Radyoyu açtı, o sırada spiker «saat ayan» nı bildiriyordu. Aziz dinleyiciler, yici» si hayretler içinde kaldı, saatinin bu kadar geri kaldığına bir bayii kızdı ve surat etti. Kol saati dokuzu gösteri- yordu ve saatin on olması demek bir çok işlerinin gerı kalması, randevuların kaçması deme ti. Fa içine de şuphe geldi. fikrini derhal tashih etti Bu ayar, memleket saat ayarı İdi. Yanhş olması- na imkân ve ihtimal yoktu. Diğer taraf- tan da kendini tatmin etmek istiyordu, saatinin de, işlerinin de gen kabul etmek niyetinde değildi. radyoevine telefon etmekte buldu. İlgili şahsı istedi; çünkü biliyordu ki, sabahın erken saalınde bu idarede ne bir mes'ul şahıs, ne de m mü- dürü olabilir. Bir zatı telefona getirdi- Fakat ler; sordu: «— Saat hakikaten on mudur?» Verilen cevap hem kendini, hem de saatinin ayarım teyit ediyordu: «He- nüz dokuzu bir kaç dakika geçiyor..» Telefondaki zata, radyonun saat 21