BİR HİKÂYE Mahalle Kahvesi azın bu küçük mahalle kah- Y vesine sık sık gittiğim — için, karayelin, tipinin çılgınca — savrul- duğu akşam, içeriye girdiğim — za- man yadırganmadım. Kahve sapa bir yerde idi. Yapraklarını dökmüş iki söğüt ağacı ile üzerinde hâlâ üç dört kuru yaprak sallanan bir asmayı kar öyle işlemişti ki, a- har akşamları, yaz geceleri pek se- vimli olan bahçenin - mora kaçan beyaz bir ışıkla dibinden aydınlık haldeki güzelliğine, girerken şöyle mor ışık o kadar koyulaştı ki, kahve daha ışık]arı i . İnce belli çay bar- daklarının en güzelini önüme bıra- kıp giden kahveci: — Kışın da guzle değil mi, bah- çe? dedi. Bahçedeki mavi boyalı ım- patlarının üzerine birikmiş karları gösterdi: — Morukların söylenmiyeceğini bilsem, ışıkları daha ya, dedi, neredeyse homurdanma- ğa başlarlar. Kahve ışıklarını yakınca dışarı— içinden alevler atarak yanan saç sobanın sağ ta- rafının neredeyse kıpkırmızı kıza- racağım biliyor, bekliyordum. Ya- nımda tavla oynayanlar vardı. Bir zaman — onlara daldım. Ara sıra camı silerek alnımı camlara yapış- tırıp dışarıyı seyrettim Evimden çıkınca ortalıgın ses- sizliğini, bu sessizliğe Jlapa lapa kar yağdını görmüş, yürümek ne- sine kapılmış; ana — caddeleri, ar- kadaş tesadüflerini, malüm kalaba- lık yolları bırakmış, karın daha tez, daha temiz biriktiği, insanların az geçtiği bir semte gitmek üzere ten- ha tramvaya atlamış, buraya gel- miştim. Ama ben gelirken yarım saat içinde hava degışmış, karayel Kahveciye: — Bugünkü gazete var mı? di. ye sordum. Elime bir gazete tutuşturdu. Bir taraftan kafamdaki havadislere dal" mağa çalışıyor, öte yandan — kah- veyi dinliyordum. Maişet derdi mü- nakaşalarından — öte, insanlar bir şey konuşmuyorlardı. Bir ara kah. adamla üfliye- venin kapısı rüzgârla, bir beraber açılıyor, avuçlarını dalıy da bi a partisinin iki kışılık eglencesıne oyuncuların, itirazına rağmen, bir üçüncü olarak katılıyordu. Sedirde oturan ıhtıyarların ya- nına da orta gelip oturdu. Ne konuştuklarını duyamıyordum ama yüzlerinde hüz bir şeyler vardı. zun — susuyorlardı Artık epey bir zamandır kahveye ın- san gelmediğini farkettım cük yuvarlak saat, kestiremiyordum. Epey bir zaman geçti. Bir çok insanlar i Kahvecı nihayet saatini ben gitti den yana çevirdi. On buçuktu. Oy— le bir uyuşukluk içinde idim ki, kalkıp gidemiyordum. Gitmek ıster gibi kımıldandığımı sezen kahvec — Eviniz yakınsa acele etmeyın. dedi. Biz bire kadar açığız. Bura- dan iyi yer mi bulacaksın? Ya? dedim. Bana bir çay daha yap öyleyse... Bir dilim de Tam bu sırada içeriye birisi kirpiğine kar dol. az bi çöktü. Genç, Yüzündeki eriyince beyaz, yuvarlak bir yüz meydana çıkm Kahvede o gelmeden evvel ko- nuşmalar oluyorken o girince her- kes susmuştu. Kenarda tavla oyna- yanlar da tavlalarını şakırtı ile kapatıp çıkın gittikten sonra' bu süküt büsbütün arttı, uzadı, Genç adama baktım. Bir san- dalyenin üzerinde oturmuş, önüne İhtiyarlar sakin, ciddi, . Kahveci başını iki eli arasına almış, kahve ocağında o- turuyordu. On dakika bir mecliste insanların susması korkunç bir Dehşetli süküt uzuyordu. Genç adam ayak ayak üstüne a- değiştiriyor, ise imtihan heyeti masa ayak ayak üstüne attığım gölecekler Sait Faik miş korkusu içinde gibi bir inip bir kalkıyordu. Ayağının birisine — al- tında kırmızı kırmızı yamalar sal- lanan bir lâstik artığı geçirmiş, bu- Otekısınde lâ ıskaraları — sallanan bir futbol ayakkabı eskisi vardı. Kahvedeki — sessizlik — uzadıkça uzuyordu. Şaşırmıştım. Neredeyse birinin, ya: Şeytan geçti! Y da: K doğ diyeceğini miz gülüşecekt Hâlâ kimse bır şey söylemiyor- du. Tekrar gözüm yeni gelen ada- i. Yüzünü değil, du! beklıyordum Hepi- ktik.. . ceket yoktu. nız siyah çizgili beyaz bir mintan vardı. Kirli beyaz renkli bol bir ka- zağa burunmuştu Kazağın ön zavi- yesini bir çengel iğne ile tuttur- muştu. Meraklanmış, şaşırmıştım. — Bir hareket bile yapamıyordum. Bu sırada kahvenin kapısı açıl- di. İçeriye bır adam girdi. İhtiyar- lara doğru yürüdü — Sizi çağırıyor, dedi. Aklı ye- rinde ama sabaha çıkamıyacağına kalıbımı basarım. Ara sıra fena da- e Senı istedi Ali ağa. Seni de t çavuş, ıstersen sen de gel Hasan. Seni çok s Oturan üç kişi ayağa kalktılar. Soba kenarında oturana en küçük bir göz atmadan, ama ona dik dik bakarmış gibi bir halle geçip gitti- ler. Sanki gözlerini mahsus ondan çeviriyorlardı. Genç adam, büyük gözlerini açmış, gidenlere yalvarır gibi bakıyordu. Kahveci yeni gelene hâlâ bir çay olsun getirmiyordu. Az sonra yerinden kalktı, önümdeki fincan kaldırırken: — Şu zavallıya da benden bir çay yap dedim. Bana yalnız göz kapaklarım kal- dırıp indirerek bir tuhaf baktı. Ça- yı getirmeye gittiğini sandım. Önünden geçerken çocuk birden ayağa kalktı. Kahvecinin önüne di- kilmişti. Kahveci farkında değilmiş gibi yana dönerek uzaklaşırken: — Babam değil mi? dedi. Ölü- yormuş değil mi? Kahveci susuyordu. Bu hain, kö- tü acı bir süküttu Sonra sankı buzlar erimiş gibi oldu. Ama cevap (Devamı 34 üncü sayfada) AKİS, 22 Mayıs 1954