Binaenaleyh dileğimiz şudur ki: musiki işle- rinin her yerdekinden çok devletleşmesi lâzam- gelen bizde de sanat işleriyle ilişikli kanunlarda çok uysal davranılsın, her maddenin sık sık yüzden geçirilmesi başlı başına bir iş bilinsin. Aylıklar sisteminde de aynı şeyi görmeği dileriz. Orkestra şefi Bay Dr. Praelorius gazelele- rimize olan beyanatında şunları da söylemişli: «Teklif ettim. Yeni bir maaş sistemi yapılacak ve orada en yüksek yer almağa kabiliyetli olan- lar derece derece yükselecek ve mülenasiben maddi vaziyeti de yükseleceklir. Hiç bir orkes- raci hayalını kazanmak için istidatsız bir takım amalörlere ders vermek gibi yıpratıcı bir meş galeye veya lokantalarda gece yarılarından son- raya kadar kötü kölü havalar çahp ertesi sa bah örkesiraya uykusuz bir dimağ ve sar bir benizle gelmeğe mecbur olmamalıdır.» Bay Pra- glorius, Alman musiki hayatında hüküm süren zihniyetle ileri sürdüğü bu düşüncelerinde şüp- he yok ki meselâ Fransız çalıcılarının : çalışma tarzlarını kastetmiş değildir; çünkü gerçi orada senfonik konserler hep gündüz verilir ve orkes- tracılar geceleri de başka yerlerde çalarak daha çok kazanırlarsa da, onların bu gece işleri ale- lâde barlarda kötü kölü havalar dinletmek se viyesinde değildir: Konservatuar mezunu ol malariyle yakışık alacak yerlerde çalışırlar: meselâ (reher Cafe'de hep birinci mükâfat sahibi artis'ler büyük konser programları çalar- lar. Dr. Praetorins'un. sözleri memleketimiz için doğrudur; bizim orkestracılarımız — hususi iş olarak — alelide köşebaşı barlarında zevk ve sıhatlarını yıkmakta idiler. Sonra, Bay Praelorius Oyukarıki ifadesiyle şüphe yok ki aylıkların artırılması işini enönce kendisinin düşündüğü gibi bir iddiada da bu- lunmuş değildir. Eski şelfleree de defatla aynı şey istenmiş, bu günkü sonuç © zamanlardan- beri gelip biriken dileklerin o Cumurluk yılla rında başarılmış bir eseri olmuştur. Orkestra şelliğinden ikinci teşrin 1933 de Kültür bakanlığına verilen raporda şöyle denil- mişti: «Askeri armoni orkestrasını teşkil etmek üzere Milli Müdafaa emrinde kalan zabit mes- lektaşlarımızın iki yıl önce terli görmüş olma- larına karşılık Örkesiramız artistlerinin bu yol- daki haklarından mahrum kalmaları umumi bir mahzunluğu mucip oluyordu. Meseleyi hal ede- cek karar ve terli kadrosu değerli bimmetinizle muameleden çıkmış ve neticelenmek üzere bu- lunmakta ise de (9), bu gibi işlere bakan Ve- kâlet daireleri, Musiki Muallim Mektebine ait meseleleri gerekli ehemmiyet ve çabuklukla hal etmek hususunda dikkatli davrandıkları halde, Orkestranın terbiyevi ve kültüre bağlı ehemmi: yel ve manasını halâ hakkıyla kavrayamadıkları için Orkestranın ihtiyaçlarına ait işleri hâli benimseyememekte ve çabucak neticelendirmek kaygusunu duyamamaktadırlar. O kadar ki, alâkadar memurları bu hususlarda tenvir ve ir- şat buyurmanızı dilemek zorunda bulunuyorum.» Sonraki şel de başlı başına bir raporla artisi aylıklarının arttırılmasını istemişti, Bu kadar hararet ve şiddetle müdafaa olu- nan davanın bir de pek tabii sebebi vardı: Ör- kestra İstantanbulda (Sarayda) iken, artistleri, kazanç bakımından tam bir cendere hayalı için- de yaşarlardı. Çünkü Saray onları çocukken alarak birer çalgı kullanmaktan başka tahsil na- mına hiç bir şey öğretmez, Saray dışında mu- sikiden başka hiç bir işte çalışamıyacak şekil- de yeliştirilen artistler bu sayede en ucuz pe ralarla maiyete bağlanmış bulunurlardı; Saray dışında musiki ile hayat kazanmaları da yasaktı. Halbuki orkestraya bugün katılanlar ve katıla” caklar artistliklerinden başka kültür sahibi de bulunuyorlar. Yeterince para verilmezse ilk fırsatta başka işe geçiverirler. Netekim, son karar çıkmamış olsaydı birkaç kişi ayrılacaktı | ayrılmak isteyenlerden birine bu hareketinin kurum için zararlı olacağını, sabır etmesini söylediğim zaman gözleri yaşla doldu, meşru ailevi sebepleri saydı. İdemek ki aylıkların artması her hangi bir kimsenin eseri değil, zorlayıcı ihtiyaçların sonucu olmuştur. Bu münasebetle bir de tarihi hakikati halır- latalım: çalgı takımlarını aylıklı artistlerle ya" şatmak işinde belki de en esxi Avrupa mem- leketi Türkiye olmuştu. Bunu İtalyan papas musikici Toderini — İstanbuldaki müşahedele: rine göre -- gıpta ile yazmıştı. Artist mizacı paraile alay ettiği miktarda, para hayatı parmağının ucunda döndürüyor. Diderot «artist parayı düşündüğü anda hüsün heyecanını kaybeder» (Au momet ou İartiste pense a lar gent il perd le sentiment du beau) diyorsa da Türk ata sözü, paranın rolünü çalgı ile olan “takıntısı zaviyesinden iyzah etmiştir : arayı veren çalar düdüğü. Türkiyeli çingene çalgıcılardan çıkmış şu kaba sayılan sözü de okurlarım kendiliklerinden hatırlamışlardır : Parasız ayı bile oynamaz / Mahmut Ragıp KÖSEMİHAL