Z/ekânın mekân ve zaman üzerinde lemin “elliği ilk ve iplidai zaferlerinin kıymetini anla: mak için Jâmbanın ışığı etralında kavrulmaklan kurlulamıyan o pervanelerin akıbetini, gıdasını bulmak için karanlıktan aydınlığa doğru gilmeğe muhtaç olan sineklerin kapalı pencere camlarına şarplıkları zaman yeriye dönüp başka bir yol aramayı kesliremiyerek düşmüninin eline geçin- “eye kadar aynı istikamette uçmak Lalisizlikle- rini, ber hani bir tel örgüsünün arkasında arpa tanelerini gören tavukların sinekler gibi daima burunlarına doğru giderek tel örgüyü zorlama- “larını ve bunların yanında aynı tecrübeyi yeçi- ren köpeklerin maniaya çarpar çarpmaz derhal “yan taraflardan dolambaçlı bir yol aramaya ke- yulmalarını görmek, iki zekâ seviyesi arasındaki farkı ve bu farkın OCaman ve mekâna hâkim olmak için kazandırdığı iktidarı teslim ettirecek “ küçük misallerdir. Açıkla ve kar lipisinde ka lan yeni doğmuş yavrularını üşütmeden çabucak ilerdeki bir sundurmaya Laşımak ızlırarında ka- lan bir köpek anasının yanına yavrularını içine koyarak bir hamlede taşıyabilecek bir sepel koysanız bile zavallı hayvan bu en müşkül anında bu alelten islilade edemiyor, yavrularını “birer birer enselerinden taşımak mecburiyetinde > kalıyor. © Halbuki .r insan yavrusu daha pek küçük- ken taşınacak bir çokluğu birer birer taşıyaca- “ğina, derhal eleğini açar veya her hanyi bir kap veya sepet kullanır. İnsan zekâsı bu ka- darla da kalmıyarak icat etliği sepet, torba, sandık, araba, tiren, vapur, tayyare gibi taşıma aletlerini ozaman ve mekânda azami tasarrulu lemin edecek bir hale gelirdikten maada dün- yada ne varsa ler şeyi dilin ucunda taşıyacak, istediği yere gönderecek ve istediği kadar mu- hafaza edecek «kelime» dediğimiz öyle bir kap icat etmiş bulunuyor ki bunun sayesinde yalnız dilini, kalem ve parmaklarını oynatmak saye- sinde her şeyi bu kelimelerin içine dolduruyor “ve sonra da bunları ses, yazı, telgraf ve radyo vasılasile istediği yerlere kadar gönderiyor. Bü- lün“bu aletlerden hiç birisi tabialın eseri olmayıp insan zekâsının yarallığı şeylerdir. Buna göre zekânın iktidarı mekân ve zaman üzerinde azami lasarruflarla hâkim olacak yol ve aletler bulmakla, daha doğrusu labialın zekâlaşlırılmasında top- lanıyor. Bu itibarla kâinalla gördüğümüz düzen ve terlip. zekâmızın küinata akselmiş hendese- sinden başka bir şey olmadığından biz haki- katte labialin kendinde değil, zekâmizin âle- ininde yaşıyoruz. Her yerde ve her iklimde yaşamak kudrelimiz dahi buralara kendi zeki mızı sermemiz sayesinde oluvor. « Dünya » de- diğimiz şey, faaliyetimizle dil ve düşüncemizin bir mevzuunıdlan ibaret gibi görünüyor. Dimağa esrarlı bir surelle bağlı görünen zekânın dünyamıza verdiği düzenden gelen ko- laylık ve kuvvetlerden bir an için malirum kaldığımızı düşünelim : Dünyanın en zayıl mah- lüklarile karşılaşırız. İnsanın: bülün zaaflarını örlen ve onu en kuvvetli bir malılük gibi gös: teren üç şüplie yok ki mütlüş bir tasarrul cihazı olan zekâsıdır. Az kuvvelle çok şeyler yap- mak ancak onun sayesinde mümkündür. «Arşi- mel» in: « Bir istinat noklasını bulsaydım dün» yayı kaldırırdım » demesi şuurunu bulan zekâ- nın kendinde duyduğu kudreti göslerir. Filhakika tekâmülün insanda durmuş gibi görünmesi ondan sonraki bülün tekâmüllerin insan zekâsına birakılmış olması ihtimalini İsa lrlatıyor. Nitekim uzviyelimiz asırlardanberi değişmediği halde zekânın yaraltlığı dil saye- sinde insanlığın bütün kazançlarına sahip oldur ğumuz gibi bu kazancı mütemadiyen üretmeklen de geri kalmıyoruz. Hatlâ verasetin ağır ameli: yesi ile yeni kabiliyetler kazanmayı bekliyecek yerde lerbiye ve taklit vasıtalarından istilade ediyoruz. Denecek ki kâinatın sonsuz mesalelerle bir- birlerinden ayrılan sayısız yıldızları arasında bildiğimiz hayata elverişli olacak kadar güneş- lerine yakın olanlar pek nadirdir. Esasen bu kadar ender olan hayalın pek küçük bir kısmı üzerinde görülen insan zekâsı ise kâinal için- de bir nokta bile değildir. Evet, zekânın bütün sırrı küçüklüğü nisbelinde büyük olma- sındadır. Bu görünüş, belki de bir serabdir. Fa- kal ne yapalım ki en müessir iktidarlarımız bu serabdan geliyor. Ve bu seraba arız olan leke- ler zamanımızın fikir hayalında gördüğümüz şi bi baş döndürücü bulıranlar hasıl ediyor. Ta- biatı zekâmızın yeni bir düzenine koyduğumuz devirler ayni zamanda tarihin dönüm noklaları oluyor. Mustafa Şekip TUNÇ