zeyişlerimiz var. Hattâ Rumlarınkini ta- mamen hatırlatan kiliseler ve manastırlar: dan tüten bir ortodoksluk var ki aramızdaki Rumlardan dolayı yabancısı değiliz. Ve bunca sebeplerin meydana getirdiği şehir benze- yişleri var. Ve sonrada bizdede hayli yayılmış fransızcanın birer köprü teşkil ederek bizi buluşturduğu bir Lâtin kültürü sahası var. İtiraf etmeliyiz ki bütün Balkan millet- lerinin ufak tefek farklarla konuştukları kendilerine has bir fransızca vardır ki asıl türkçeye nisbetle Ermeni türkçesi ne ise asıl fransızcaya nisbetle aşağı yukarı odur. İşte Romanyalıların çoğu bu fransız- canın en iyisini konuşuyorlar. Bükreşde gezinmenin rahatlığı ve tadı birde şundan geliyor ki bu sayede insan bulunduğu yeri hiç yadırgamıyor. Rastgel- diğiniz genç veya ihtiyar, kadın veya erkek fiziyonomilerin hiç biri size yabancı yelmi- yor. Bu benzeyişler yalnız bu güne inhisar etmez, fakat bazan evvel zaman içine doğru uzayarak ölmüş ahbaplarımiz ' ve akrabala- rimizin yüzlerini, huylarını ve âdeta muhi- tini iade etmekle bize geçmiş bir zamanı bulmak gibi derin bir his duyuruyor. Ru: menler çok kere bildiğimiz, aramızda ya- şamış Rumlara, Arnavutlara, ne diyorum, hâlis Türklere benziyorlar. Ö kadar ki ba- zan hattâ tamamen eştirler. Rumenlerin bir çok ailelerinin menşe itibarile Tatar, Türk olduklarını bildiren isimleri var, Başvekilin ismi, Tatarescu, Ta- tarın oğlu demektir. Rumenlerin en büyük şâirlerinin ismi, Eminescu, Eminin oğlu de. mektir. Bir çok aileler de, menşe itibarile, Rum veya Arnavuttur. Tanıdığım genç bir mebusun o kadar İstanbullu bir hâli vardı ki dayanamadım, sordum. Meğer annesi Ye- niköylü bir Rum ailesindenmiş. O, haberi olmadan, annesinin Boğaziçinde yetişmiş edalarını tekrar ediyordu. Bir akşam Colonnade - bar lokantasına gitmiştik. Sesi pek kuvvetli olmaktan ziya: de pek halâvetli bir şarkıcı bana Rumenli- ğin timsali sayılacak bir tip gibi görünü: yordu. Zaten onu Rumenlerin pek beğen- diklerini, sevdiklerini duymuştum. Kendi kendime: “Çünkü tam milli tipleri!., diyor- dum. Fakat öğrendim ve şaştım ki Rumence şarkı söyliyen ve Rumenlerin en sevdikleri meşhur şarkıcıları olan bu genç, Rumen de- gil, Rummuş! Bükreşde bizimkilere benziyen fiziyono- AĞAÇ miler son derece mebzuldür. Bazı tipleri hâlis Türk, hattâ hâlis İstanbul tipleri sa- nırdım. Meğer böyle değilmiş ve bunlar sadece Rumelili tiplermiş. Fakat bu benze» yişlerin bazıları o kadar benzemekten fazla bir şey, âdeta bir eşlikdi ki bunlara şaştım ve şaşırdım. Athönce Palace otelinde güya büyük baba- mın dostu merhum Reşat Fuat Beye ras- geldim. Aymı şişmanlık, aynı eda, aynı tepesi küçülüp sivrilen baş, hattâ aynı giyim: Hâlâ beyaz pike yelek giyiyor ve hattâ ayn âdet: Hâlâ enfiye çekiyor! Küçük Ev&che bahçesinde sanki Abdurrah- man Adil Beye rastgeldim. Aynı mavi, belki de yeşilimtrak, hayâle müstağrak gözler, siyah redingotunun ilikli ön düğmelerinin arasına elini aynı Napolyonvari eda ile sokuş, aynı kendine imanlı hal, ayni hayal! Corso kahvesinde şair Halit Fahriye rastgeldim. Düşüne düşüne bir şeyler yazıyordu. Halit Fahrinin kendisi bile artık kendisine bu gördüğüm adam nisbetinde, bu kadar tam bir benzeyişle benziyemiyor! Calea Victorici de karşısındakine teşek- kürler eden bir adam gördüm ki geçenlerde ölen eski mevlevi şeyhi Baki Efendiydi. Elini kalbinin üstüne koyarak aynı mevlevi reveranslarını yapıyordu. Sonra, teşekkü- rünü bitirince, kollarını önüne kavuşturarak ve biraz önüne iğilerek, bir mevlevi tevek- külü ile yürüdü, gitti. Eski İran şairi: “Yalana benziyen doğ- ruyu,, söylememeyi tavsiye eder. Pazarola Hasan Beyi de görmüş olduğumu söylesem inanmıyacaksınız diye korkuyorum. Halbuki başı biraz küçülmüş olarak, onu da gördüm. Meğer oda bizim otelimizde oturan bir prensmiş| Ve nihayet gecenin birinde bir barda habeş zannolunacak kadar esmer tenli birisi vardı ki epeyce sarhoştu. Gösteriş yapmak için kızıyor, caka taslamak için garsonu azarlıyor, ve bağırdıkça tahakküm keyfile gururlanıyor, alkolün yardımile öfkesinin samimiyeti artiyor, kizgınlığı bir süt gibi kabarıyordu. Etrafındakilere fena tesir ettiği- nin katiyyen farkında değil. Bilâkis göster- diği şiddetle müftehir, coşuyor. Yüzüne ba- kar bakmaz onu da tanıdım: Bizim sütnine- nin damadı! Diyorum yâ, gördüklerim git- tikçe görmüş olduklar:ıma benziwordu ve Bükreşlilerle gittikçe ahbap çıkıyorduk ! Abdülbak Şinasi HİSAR