Hikeiye 5 AĞAÇ KAFA KAADI Bu gün, Türk hikâyesi diye bir şey varmıdır ? Bu sorgu edebe sykırı görünmesin, var- mıdır? Her gün Sirkeci garına giren tirenlerin gelirdikleri en pespaye Fransiz gazelelerinden en pespaye şarllar altında hırsızlanan ve altına iki isim, bir de soyadı halinde üç Türk ismi atılan bir gündelik gazete hikâyesi ve hikâyeciliği vardır. Bundan başka yerli bir yazıcının yazdığı, yerli bir sanat kiymetini, yerli bir realile görüşünü, yerli bir ruh haletini arzeden bir hikâye var mıdır? İlk gençliklerinde hikâye yazmış ve arlık yazmaz olmuş bir iki kişi -bir tarafa, bu gün bu vasıfları taşıyan lek bir hikâyeci faalıyetle (değildir. Bu hikâyeyi okuyu- nuz. Bakalım onda Anadolluya ait nasıl bir ruh haleti ve nasıl bir perspeklil göreceksiniz: Akşam üzeri hapishaneye bir sürü adam gelirdiler. Hepsi elli kadar vardı. Bu kadar kalabalığı, süngü (akmamış iki candarmanın arasında görünce yol parası borcundan bu- raya geldiklerini anladık. Nizamiye kapısından girince avluda sıra oldular. Bir gardiyan elindeki kâadına bakarak yoklama yaptı, Ondan sonra duvar kenarına dizilerek çömeldiler, konuşmadan bekleşmeye başladılar. kılıkları pek perişandı. Polurları parça parça sarkıyordu ve çoğunun ayağında kun- duraya benzer bir şey bile yoktu. Sırllarında deve tüyü çuldan kısa ve gene parça parça cebkenler, bunun altında solmuş, lime lime yıpranmış ve yamadan görünmez olmuş mintanlar vardı. Siperini sağ veya sol yanaklarının üstüne gelirdikleri kasketlleri yağ içindeydi. Yırlık siperden köyu sarı mu- kavvalar fırlıyordu. Yanlarma (koydukları çul o heybelerin yana yülan ağızlarından bir kaç somun Kara ekmek, bir kaç dürüm yufka ve bazılarının- kinden bir kaç taze soğan yaprağı görü- nüyordu. Hangi koğuşa yireceklerini ve ne yapa- caklarını söyleyen olmadığı için uzun zaman beklediler. Kendi aralarında ara sıra bir şey- ler fısıldaşıyorlardı. Kendi köylerinden bir kaç mahpus yanlarına sokulunca isteksiz ve çekingen lavurlarla onun suallerine cevap veriyorlar, ara sıra başlarını başka tarala çevirip uzuklara bakarak bu konuşmaya de- vam etmeklen pek hoşlanmadıklarını anlatı» yorlardı. Hakikaten o tanımadıkları o mahpuslardan ziyade, hemşerilerinden ulanıyor gibiydiler. 13 Kalilden veya büşka ağır cürümlerden yatan kendi köylülerinin karşısında, yol parası ver- medikleri için hapse düşmüş olmak onlara kim bilir ne hisseltirit ordu. İçlerinde bir de ililiyar vardı. Görünüşle allmışı çoklan aşmış olan bu adamın arlık yol parası ve saire ile alâkası olmasa gerekti, Mavi damarları fırlamış ve külükleşmiş elle- tinde lutluğu iğri ve kalın bir sopaya daya- narak kalkabiliyor ve iki kal olmuş belini bir yere dayamak için duvarın yanına gidiyordu. Kupkuru ve uzun çenesinde bir Kaç tel sallanmakla, dökülerek adamakıllı seyrekleşen ak saçlarınm altında lekeli ve pul pul olmuş bir deri parlamaktlaydı. Üslü başı ölekiler kadar, hattâ daha fazla perişandı. Belindeki meşin silâllık, belki alınış senenin kahrını çekmiş olduğu için, tüylenmiş, çatlamış, labân asları yibi incel- mişli. Yanma yaklaşlım. İhtiyarlıktan ufalmış gözlerle bana baklı, Geçeceğimi sanarak başını gene başka larala çevirdi. Yanına diz çöktüm, “ Merhabü, dede! ,, dedim. Dönüp baktı Gözlerinde ufak bir hayret parladı ve söndü. “ Eyvallah! ,. Her yeni gelene söylenen beylik cümleyi söyledi : “ Geçmiş olsun ? , “Sağrol!, Tekrar önüne baktı, Bir sigara çıkarıp verdim. Tilrek ellerile aldı, sonra silâhlığın- dan leneke bir tabaka çıkararak açlı. İçinde bir butamdan az tütün bosu ve bir fitilli çakmak vardı, Seferberliklen kalma olduğu