AĞAÇ SANAT DÜNYASI Kendiliğinden mevcut olsaydı sanata ha- cet kalmazdı. Sanatın aranması bir sanat dünyasının bulunmadığını gösterir. Sanatı safdil bir realizma ile izah etmeye savaşan- lar , yapma çiçekler ,, in kaba hayalini aş- mış değillerdir. Sanat dünyasını Etlatun gibi lahuti örnekler ( İdöes ) halinde ezelden mevcut ve sadece sanatkâr tarafından eri- şilecek bir temaşa âlemi gibi düşünmek de plâtonik bir hayaldir. Sanat dünyasının vü- cut bulması için alâkanın fayda ve merfaat kaygılarından uzaklaşması da yetmez. Hasbi temaşa, sanat dünyasını açacak bir sihir- baz asası olmadığı gibi onu etrafımızda, içi- mizde sanki bir perde arkasında gizlenmiş sanmak da abestir, Hasbiliğin yapabileceği şey. bize “kaliteler dünyası, nı duymak im- kânını vermektir. Fakat bunu duymakla san at dünyasile karşılaşmış olmayız. Çünkü o, mevcut bir şey değil, yapılacak bir haki- kattir. Bunun içindir ki sanat, işini bitirdiği ve muvaffak olduğu zaman bizi kopyalar ve fikirler karşısında değil, kendi yarattığı şe- killer karşısında bulundurur. Hattâ her gün- kü idrâklerimizde bile kendi âlemimiz var- dır, Çünkü ruh, esasen bir ıstıfa cihazıdır. Kendi içinden doğrulmayan şeyler bir pro- jektörün etrafındaki karanlıklar gibi kalır. Hazırca mevcut ve sadece seyredilecek bir âlem olmadığı gibi bu mahiyette bir sanat dünyası da yoktur dediğimiz zaman ruhun her şeyi bir ayna gibi kendisine aksettirmekle çalışmadığını ve kendine mahsus yapıcılığı olduğunu tanımış oluyoruz. Ruhun kendi halindeki akışlarına sürük- lenmek, coşgun bir hassasiyeti boşaltmak hamleleri yapmakla da sanata erişilemez. Çünkü his ve heyecanların doğrudan doğ- ruya ifadesinde bir sanat dili değil, kelime, ses, çizgi veya renklerle yapılmış bir “mimik,, vardır. Bir sanat unsuru olmayıp en iptidai bir intibak vasıtası olan mimik bizi sanata değil, kaba bir sihire götürerek “ pandomi: ma ,, da bırakır. Sanati taklit zannedenler bize en yakın mimik motifleri göstererek bunları oynamamızı tavsiye ederler. Halbu- ki sanat âleminin bu gösterilen dünya ile münasebeti bir taklid münasebeti olmaktan çok uzaktır. Müzikteki sesler tabiatteki gü- rültüleri değil, sanatkârın bulduğu bir düzeni aksettirir. Hislerimizin taşkın olma- sıda birşey ifade etmez. Bunların kör sal- gımı bizi hem düşünce, hemde ifadeden mahrum eder, Her an değişen gündelik his- lerle de sanatın bir alâkası yoktur. Artist bizim gibi olduğu ve bizim gibi duymaya başladığı gün mahvolmuştur. Çünkü o, tabi: ata değil, çocuklar gibi içindeki örneğe ita- at eder. Bunun içindir ki ne tabiat, nede cemiyet sanatkâr için doğrudan doğruya konuşulacak bir dil değil, ancak ara sıra ba“ kılacak bir diksiyonerdir. Sanat adamı ara- dığı karakteristik kaliteyi, yaratacağı gü- zelliği buluncaya kadar eşyadan tasavvura ve tasavvurdan eşyaya geçer ve bu sırada lüzumsuz bir çok şeyleri atar. Bunun içindir ki ne realizma ve onun ampirik verimlerine, ne de idealizma ve onun plâtonik verimlerine kulak asmaz. Bilir ki sanat dünyası ne dı. şarda, ne de içinde hazır ve mevcud değil- dir. Gene bilir ki sanat, sanatkârın çek'iği bir çiledir . Onunla beraber doğar, beraber yaşar, beraber ölür. Nerede kaldı ki hiç bir fikir, hiç bir ta- savvur realitenin bir kopyesi değildir. Et- rafımızı saran realitenin mahşerinden an- cak fikirler, zihni tasavvurlar yapmak sa- yesinde kurtulduğumuz gibi sanatkâr da aynı şeyi başka bir maksatla yapmak mec buriyetindedir. Her ilmin meselelerini or- taya koyan ve cevaplarını veren vasıtalar yani ana mefhtumlar hep inşa edilmiş sem- boller olduğu gibi sanatkârın da sanat dünyasını ifade eden kendi sembolleri vardır. Bu semboller nasıl yaratılır ? Daima “ hal , de yaşayan, sadece pratiği gözetle- yen, isteklerine zebun hayvanların yanında nefsini hemencecik körletmek arzusunu zap-