# kâdındi rn başında açgözlü. an başka insandır. n Freid'e yaşıyan Kalbi ve man; olur eder, Bir adar zen- ükseldiği ılur, fakat iel ük bir mıdır. Kış en güzeli, ise, o da k bir ca: ten adam, da ken- erini hep eceden başlıyan kar bütün kasaba yollarını kapamıştı, Üç gündenberi Karacaboğazda posta işliyemiyordu. köylere büyük bir çiğin düştüğünü, aç kurtların indiğini, yolcuların kasaba yolunda donduğunu söyliyorlardı. Hiçbir kış bu kadar kötü, bu kadar müthiş olmamıştı. Evler kapılarının üstlerine kadar karla doluydu. Çarşı açılamamış ve halk ekmeksiz kalmıştı. Arasıra damlardan kopan büyük bir kar parçası, büyük, ıslak bir sesle sokağa düşüyor.. bir bahçe duvarı, birdenbire büyük bir gürültü ile çöküveriyordu. Sokaklarda tek bir insan bile yok- tu, Kömürsüzlük ve odunsuzluk halkı evlerinin kaplama tahtalarını, ahırların kalın direklerini oyakmağa mecbur bırakmıştı. Kaymakamla Belediye reisi sabah tanberi sağa sola koşarak kapalı yol- ları açmağa, fırınları işletmeğe, kar altında tahammül edemeyip çöken ev- lerin insanlarını barındırmağa çalışı” yorlardı. Kasabanın küçük dispanseri de seyyar bir hale gelmişti. Ben, dispan- ser doktoru ve bir küçük sıhhiye memuru, ellerimizde çantalarla karlar içinde yol bulmağa çabalıyarak ev ev dolaşıyor, soğuktan donanları, ayakla- rı ve elleri tutulanları tedaviye çalı- şıyorduk. Bir sokak başında karşımıza çıkan kaymakam, yün eldivenli ellerini ku- kuleteli başına götürerek bağırdı : — Enver bey, doktorluk ta, kay- makamlık ta bu e düştü. Kasabada doğuran yok ya Hayretle yüzüne baktım, buz tutan posbıyıklarını yün eldivenli ellerile sı- vazlamaktan korkarak gülüyordu : — Allahın garip cilveleri çook!.. tutar tutarda böyle bir günde dünyaya bir insancık aye pi Rabbin tak- dirine birşey d Yanıma leri. imi kolunu ko- luma soktu : — Siz doktorlar ısınmasını niz, kimbilir eyi mı, rom mu, ne içitiniz ?. Ha, böyle bir günde İstan” bul nasıl göründü tütmez be birader?. Koca şehir.. yağsa babam yağsa bile o kıvrım kıvrım sokaklarına bir halt- edemez.. ne dersin ?. Bak haltedemez dedim'de aklıma geldi: Seni jandarma komutanı arayıp duruyor. — Ne TR kaymakam bey, yine bir vak'a — Vak'a za ahir. — Allah mi böyle bir gündede adam öldürülür m Kaymakam şen M3 kahkaha attı: — Ben sana kasabada doğuran var mi diye boşuna sormadım, Cenabı bilirsi- BAŞLANGIÇ Rabbilâlemirin cilvesi.. kimini alır, kimini verir. Hani Ziya paşanın bir beyti vardır, neydi o dendir İlâhi yine bu mekrü bu fitne. Bu mekrü bu fitne yine sendedir İlâhi! ha yalan mı?. Birdenbire durdu. Başını gökyüzüne kaldırarak bağırdı: — Güneş.. güneş.. hey kudretine hayran olduğumun tabiatı... bak, bak lodos ta başladı. Dikkat ediyor musun Enver bey, lodos... Eh, Nazmi beyle gidemiyeceksiniz diye ödüm kopuyordu. Yarım saate varmaz, karlar çözülür. Hakikaten güneş gökyüzünde git- tikçe açılmağa, bulutlar seyrekleşmeğe başlamıştı. Hafif bir lodos rüzgârıda Geceden başlıyan kar bütün kasaba yollarımı kapamıştı. çıkmıştı. Karların üstü cam gibi par- lıyordu. —Vak'a ne vak'ası kaymakam bey.. cinayetmi ? — Galiba... bir Gl Makalesi öldürmüş. yine sevda işi Ama böyle bir günde 2. Böyle bir kurt havasında,.. kurt dedimde aklıma geldi. Sen doktorsun amma, benim kadar hayvanlara meraklı değilsin.. Meselâ kurtlar böyle havalarda canlanır- lar. hele erkek kurtlar!.. Bu hava kurl- ların aşk havasıdır. Şimdi dağlara, orm” anlara git, kurt seslerini dinle... bütün erkek kurtlar yi aramağa mışlardır. Hepsin yanar. Pen- çeleri ve dişleri dövüşmek için gerilip katılaşmıştır. Ah o bir âlemdir, Geçen kış bizim Hacı beyle kurt avına çık- mıştıle, Haci beyi bilirsin, dünyada ben onun kadar meraklı insan görmedim. Bir çoban kulübesine geldiğimiz zaman gece olmuştu. Bana dedi ki : «Kayma kam bey, kurtların sevişmelerini sey- retmek ister misiniz?. Görün, bakın aşk yalnız insanlarda güzel ve büyük değildir, hayvanlar da sevişmesini bili- yorlar!» Gece başımızın altına bir posteki, sırtlarımıza birer çoban kocuğu atarak uyuduk, sabaha karşı Hacı bey beni uyandırdı : “ Kalkın kaymakam bey, aşk oyunu başlıyor! , dedi. Sütlerimi- zi içtikten sonra, kulübenin pis bir camla kapali penceresi kenarına geçtik! Kaymakam durdu ve soğuktan hiç müteessir olmiyormuş gibi gayet tabii bir hareketle cebinden siğara paketini çıkardı ve bir siğara yaktı, Banada bir tane uzattı. Sanki evinde, maka mında, kahvede konşuyormuş gibiydi : talık beyaz bir ışıkla aydın” lanırken uzaktan uzağa acı bir kurt uluması başladı. Bu ses ince ve ya: nıktı. Sanki çok derinden geliyordu ve bir şarkıya benziyordu. Hacı bey: “ Bu bağıran dişi kurttur, göreceksiniz, k meydanlığa ge- lecektir, ,, Hakikaten gittikçe açılan aydınlık içinde karşı ağaçlıklar arasında bir kurt göründü. Uzun ince, parlak tüylü bir boz kurttu. Nazlı nazlı yürüyordu Ve başı, tıpkı bir ka- dın gibi cilve ile sağa sola sallanıyordu. ip küçük meydanlığın yüksekçe bir yerinde durduktan sonra arka ayakları üstünde oturdu ve ön ayakla- rı üzerinde yükselerek başını dikti, çenesini havaya kaldırdı, ve burnu mü temadiyen birşey kokluyormuş gibi öylece yukarıda kaldı, sonra acı, kesik yanık bir sesle ulumağa başladı. Allahım, bir hayvanın insana bu kadar Mr hiç görmemiştim. Gözüm önüne bir anda 20 yıl evvel Galiçyada süz diğim bir genç Leh kadı- nı geldi. Bu kadında tipkı böyle karar- gâhtan uzakta, bir orman kenarında gece yarısı çakal uluması taklidi ya: parak beni çağırırdı. O kadar güzel ulurdu ki, kimse onun bir kadin olma- sından şüphelenmemişti. Bazı geceler sözleşmediğimiz halde çakal sesini du- yar duymaz yatağımdan fırlar, her Za- manki ii itine koştuğum va- kit onu bulamazd Bir gece onun al uluduğunu me- rak ettim. Ondan evvel gidip onun beklediği yerden biraz ilerideki çalı- lıklar arasına saklandım. Beş on dakika sonra üzerinde bol yün fistanı, sakız gibi beyaz gömleği, siyah sırmalı çeb- keni ile geldi. Yüksekçe bir yerdeki ağacın altına, bir kütük üzerine oturdu. Evvelâ hafif hafif bir şarkı söyliyordu. Ay ışığında gözleri pırıl pırıl yanıyordu. Küçük kırmızı dilile dudaklarını islatı-