Marke İLE © lüklü yolcu ve öbürleri KIRMIZI Filiz, bu kanat gibi gerilen kolun hima- yesinde, duyulabilen keyiflerin en büyü: ğüne kav omuzu önün göğsünde, başı boynuna yıkık duruyordu. nlerinden, yalnız karanlık silüetleri görünen yüksek sğaçlı bahçeler, tepelerin- de yıldızlar parlıyan dağlar, karanlıkta ışıldayan dereler geçip gidiyordu Pencereden dolan rüzgâr, Filizin saç- larını uçurarak, Hasanın yüzüne, dudak- larına sürüyordu. Filiz, yine, güzel bir rüyaya dalmış gibiydi. Trenin durduğu istasyonları tanı- miyor, Hasanın kolu altında bilmediği uzak diyarlara gidiyor hissine kapılıyordu. Tren, karanlıklar, ışıklar içinde ilerle- dikçe, Filizin yüreğine, m ayıl- mak korkusu doluyordu, Tren bir yerde duracak, Hasan onun yanından ayrılacaktı. Gözlerine akmak isteyen yaşlar yükseli- yordu. Ağlamaktan, zayıf görünmekten ürkerek, başını pencereden uzattı. Lökomotilin bacası, la püskürü- yordu, Yaşlardan kurtulmak için rüzgâra tuttuğu kurum parçası girdi, Hi o riye kaçması, gözlerin- den a yağlarla azık 2 Filiz? Gen Gi gözüne girdiği için, kurum ri minnet duyarak, rahat rahat © ağlıyordu. Hasan, onu kolundan sarsarak, tekrar sordu; — Ne var yavrum? Niçin gözlerin yaşlır.. Filiz, sol gözünü göslererek güldü : — Gözüme kurum kaçhı... Hasan, parmağının ucuyla, onun çene- sini kaldırarak, yüzünü koridorun lâmba- sına tuitu! — Aç gözünü Filizl.. Ufacık kurum parçası, kirpiklerinin dibinde duruyordu. Hasan, eken çıkar. dığı temiz mendille onu ald Filizin uzun kirpikleri lan Hasa- nın göğsüne sokularak, fısıldad — Sen olmasaydın ben ne alar Hasan, gülerek, onu göğsünde sıktı! — İçeri girelim. mi Filiz? ri girince sevindiler. Göz- inmişler, kırmızı kadife döşemeli, loş ışıklı kompartman onlara kalmıştı. — > 25 Filiz eve girince, annesi, onu merakla karşıladı : — Nerede kaldın yavrum ? 22 YAZAN: CAHİT Jj BALIKLAR YUK Genç kız, koşarak, annesinin boynuna sarıldı: — Affet anneciğim. Seni üzdüm de- gil mi? — Saat sekiz buçuk kızım. Merak etmez olur muyum hiç Beraberce salona girdiler. Sofra ku- rulmuştu, Filiz, sevinerek annesine baktı. Onun gözlerindeki merak sönmemişti. — Karnım okadar aç ki annel.. — Hemen yiyelim. Filiz, dışarı çıktı. Biraz sonra yüzü nemli, şakakları ve alnının saçları ıslak olarak içeri girdi, sofraya oturdu. Emel onun tabağına yemek verir- ken sordu — Bu gün nereye gittin Filiz? Genç kız, elinde çatalı duraladı. O zamana kadar sakladığı, Hasanla ilk ge- zintisini ve bu günkünü anlatmak için du- dakları yanıyordu. Fakat bambaşka birşey söyledi: — Çok mesudum anne... Annesi, kızının güneşten yanarak ki” zarmış yanaklarına, içleri neşeyle parlıyan gözlerine baktı. —Anne, ben bu gün Hazanla eli dim... Bunun için çok li e söylemek istemiyordum. Daha di utanıyordum. Fakat böyle işte. Belki hiç iyi bir iş değill.. Annesi, hayretle onu dinliyordu. Genç kız, kelimelerin üzerinde durarak, düşüne- rek, ağır ağır hepsini anlattı, emeği unutmuşlardı. Filiz, susunca; annesi, onun neşesini kırmaktan çekinen bir sesli, g: m, dedi, akıllı ni İstedi- gin gibi Kask etmekte serbestsin, fakat nasıl olur çocuğum ? Senin gibi ağırbaşlı, çalışkar bir genç kız, öyle havai bir er- kekle nasıl evlenir ?.. Bu evlenmenin s0- nu, sizi sandete götürebilir mi? İlk am lattıklarına göre, bu genç adam, bağla. nılabilecek bir karaktere sahip değil... Filizin meşesi birdenbire kaçmış, yü- zünün rengi, gözlerinin pırıltısı sönmüş- tü. Cevap vermiyerek isteksiz isteksiz yemeğini yedi. Sofradan kalkınca, canı hiçbir şeyle uğraşmak, okumak, elişi yapmak istemi- yordu. Açık pencereden ılık yaz gecesi- nin okşayıcı rüzgâr doluyordu. Kenarda- ki giçekler, odanın saman rengi aydınlığı, başının içindeki âlemi bozuyor, evinin alışık olduğu süküneti, kalbindeki arzula- 71 4 rın yakınlığından onu ayiriyor, uzaklaştır rıyordu, Göze görünmiyen dudaklar : — İmkânsız. İmkânsizl.. Diye bağırıyorlardı sanki... Yüzünün rengi sararmış, alt dudağını hefilçe ısırarak, odanın içinde boydan boya dolaşıyordu. mnesi, kızının neşesini kaçırdığına, yüreği sızlayarak üzülüyordu. Teselli et- mek için, yine o bahsi açtı, Hasanın ne iş gördüğünü, evlenirlerse nasıl geçine- ceklerini, mert bir erkeğin kadın parasile yaşamak istemiyeceğini söyledi. Filiz, gözleri sabah başlıyan ve bütün gün süren rüyanın hayallerini bulmak is- ter gibi dalgın, annesini dinledi. Sonra omuzlarını hafifce silkerek — Onunla hiç birşey konuşmadık, Bu, tuhaf bir bağlılık anne, Sana gönlümü an- atamıyorum, Zaten bende bunu, kendi kendime bile izah edemiyor Sesi titriyor, gözlerinde anlar be- lirmişti : eviyorum anne.. Annesi Zerimdba Er. ona yak- laştı. Genç kızın saçlarını okşadı: — Üzülme yavrum. Senin tarafından sevilmek bir erkek için saadettir. İnşallah senin sevgine lâyık olmağa çalışır... Filiz, içindeni «annem beni anladığım- dan daha çok seviyor» diye düşündü. Biraz sükünet bulmuştu. Odasına gidip yatağına girince; bü- cukluğunu, tahsil yıllarını, karşılaştığı zor- lukları, yılmadan çarpışmaları, sonunda muvaffak olduğunu hatırlayınca, yüreğin- deki sükünet genişledi, ve bir örtü gibi üzüntülerini sardı . İmkânsz!., Diye bi senli kesilmişti. Yurtta işleri olduğu, sergi hazırlıklarının başla- dığı aklına geldi. Mesleğini, bu yüzden hayata korkusuzca baktığını o düşünmek onu memnun ediyordu çeride annesinin uyumadığını, odada dolaştığını duyuyordu, Caddeden geçen tramvayların çan sesleri, otomobillerin rüzgür uğultusuna benziyen gürültüleri su- suncaya kadar, Filiz uyuyamadı .. . Filiz, yurda gidince, işinden başka hiç birşey düşünmeden çalıştı. Talebelerin hazırladığı tuvaletleri, elbiseleri, çamaşır- ları, çiçekleri, sepetleri, eldivenleri, çan