Tahr anda Kahveler SUAD DERVİŞ Geyik bir yaz günü.. . Müthiş bir rüz- gâr esiyor... Jahranin yeni yapılan muazzam istasyonunun etrafındaki tuğ la harmanlarından ve kurak topraklar- dan çıkan toz gözlerimizi âdeta kör edi» yordu. Nefes alamıyoruz. Bizim mektep çocuklarımızın giydiği kurşuni önlüklerin kumaşından bir ka- zak ve bir pantalon giymiş lâcivert kas- ketli arabacı, tek atlı arabasını bu toz Afefi arasından ağır ağır geçiriyor. Tahran şehrinin eski surlarının dı. şından şöyle bir dolaştık... Şimdi henüz işlemeğe başlamamış olan fakat, inşaatı tamamlanmamış Tahran elektrik santralının önünden geçiyoruz. Bunun biraz ilerisinde arabamız durdu. Arabadan indik.. bir arsadan geçtik şimdi bir sokaktayız. Tahran sokaklarının hepsinin iki ke- narında tahmin rinliğinde ve yirmi beş san metre arası genişliğinde kanallar var- dır. mn yirmi beş santim de timle yarım in suyu bu üstleri açık kanallar vasıtasile evlere gelir. Havuzlara, veyâ depolara birikir. Halk, kapısının önün: den geçen bu kanalın içinde elini yü zünü yıkamaktan.. hattâ ayak banyosu almaktan geri kalmaz. Ev kadınlarının bü çamaşırlarını durularlar, salata- larını yikarlar. Ve iki adım ötedeki komşusunun çocuğunun ayni su içinde burnunu veya ayağını yıkadığını gördü- gü halde, hiç ehemmiyet vermez. Çün- kü onların itikadile akar su kir tutmaz- mış... Su ancak yanına köpek yanaşırsa murdar olurmuş, o dadar. Tabranlılar bu küçük kanalları pek severler. Şehrin en işlek yerlerinde bi» le bu suyun ta kenarına, geniş asfalt caddelerin kenarındaki geniş yaya kal. dırımların östüne güzel renkli halı ya- şarlar. Caddeyi süsleyen ağaçların göl- gesi altında ve bu şırıldayan kirli ve ensiz suyun başında çaylarını içerler. Geceleri birçok Tabranlı sıcaktan bunalınca yatağını alır, eze kenas rına, bu suyun ta yan » Daha kibarları taht dedikleri re lu tah- ta bir kerevet çıkarırlar, Bunun iki ayağını kaldırıma iki ayağını da cadde. ye koyar bu süretle altta akan suyun üstünde serin serin yatar. Tahranda do- laşdığım ilk sıçak gece, yatağile yorganile en işlek caddelerde bile kaldırımların üzerine serilmiş bu balkı gördüğüm za” man, pek şaşmıştım Şimdi bulunduğumuz yer şehrin bi: raz harici sayıldığı için midir nedir, bu kanal biraz daha genişlemiş. Ufak bir deresi yolun kenarından akıyor. Bunun yanına halı koymuşlar, halının üstünde bir semaver. Marullar, çay bardakları var.. ve ellerinde uçları şişkin çubuklu insanlar halıların üzerine uzanmış. Daha ileride bir bahçeye didi. Burası bir kahve... Kahvenin bahçesi ufak ufak tarlilârla, ufak ufak çitlerle ayrılarak köşeler yapılmış. Her ayrı bab» çe parçasında bir çiçek tarhı kadar gü- zel bir seccade serilmiş. Ele seccadenin üstünde iki üç ahbap oturmuş, araların» da birer küçük tepsi, tepsinin içinde akik rengi çaylarla dolu küçük bardak- lar ve hepsinin elinde ucu yuvarlak birer çubu Kimse yüksek sesle konuşmuıyor.. biz, kenara bir sedde oturuyoruz. Bize de çay getiriyorlar. Bahçenin en nihayetin- de oturuyoruz. Sallkkımsöğütlerin gölgesi ortadaki havuzun içine dolmuş. Kenar. da kümes büyüklüğünde bir kafes, ka- fesin içinde güvercinler var... Çıplak ayaklı, üstü başı sefil bir genç güver- cinlere yem veriyor... Arkada bir katlı abır gibi bir oda var. Odanın içinde iki genç ve sefil adam âdeta baygın de- nilecek bir halde yatıyor .. bçede havuzun fıskiyesinin şırıl. bisi ve salkımsöğüt dallarının bafifleş- miş bir rüzgâr altındaki fısıltısından başka bir ses yok.. Halıların üzerindeki müşterilere çay- cı hep birer çubuk getiriyor. Bu çubu ların ne olduğunu soruyorum. u çubuklar afyon ve esrar çu- buklarıdır; diyor, başka memleketlerde balk nasıl sigara içerse burada da öyle afyon ve esrar içerle: — Afyon içmek ii midir bu. rada? — Evet... Maalesef halk çok alışmış- tır. Maamufih şimdi resmen yasak ol. mamakla beraber, hükümet memuriyet: lerine bu zebri kullanmıyanlar tercihan alınmakta.. ve memurlar arasında bu zeh- re alışık olanlar hoş görünmemektedir, Afyon veya esrar içtiklerini öğren. diğim adamlara dikkatle bakıyorum. Çu buklarının çektikce gözlerinin bakışları daha dalgınlaşıyor. Ve gözleri bir nok- taya dikilip kalıyor... Üçer ikişer kişi» lik guruplarda konuşa konuşa içen, bağdaş kurup oturanların içinde evvelâ birisi böyle dalgın ve süküti oluyüâr, Dalgın ve süküti olan heman oturuşu nun şeklini değiştiriyor. Yavaş yavaş uzanıyor, uzanıyor... Nihayet yere arkası üstü yatıyor, il İunu gözleri üstüne kapayor. Ve hakkak içtiği zehirin keyfile Kali ve hayal kurmağa başlıyor. lerde tek başına çubuk içen biri, katı bir kalıp gibi oturduğu yerden bir. Ş ria m raklarda dolaşıyor. Tatlı bir şıkırtıyle havuza boşanıyorlar. Güvercinlerin sesi var... Hawa ne kadar sıcak Beni buraya getiren arkadaşıma yal varıyorum : — Aman gidelim... Çabuk gidelim. İçimde acıklı bir vak'a yaşamış olan: ların ezası var. Dışarıya çıktığım zaman kahvenin kapısına kadar bizi takip etmiş olan arabamızın, kapının önünde bizi bekle. diğini görüyorum... Arabacımız, ayakla. ını yukarıya çekip dayamış, kahveden getirttiği kocaman gövdeli bir çubuğu içiyor. — Aman, diyorum arkadaşıma, bizim arabacı da içiyor. Bizi nasıl götürecek. pal gülüyer: — Önler her zaman içerler, diyor. Herkes içer le tütün gibidir o.. H bu zehir Simli tütün gibi Nitekim şuurlanan büyük İran milleti ni idare eden başlar, eski devirlerinin bu fena itiyadını hükümet dairelerinin içinden defetmiş. Bu fenn itiyada bo. yun eğmiş olanlara iş vermemeğe karar vermiştir. İranlılardan işittim. Pek kısa bir istikbalde, her medeni memlekette öl. duğu gibi, İranda da bu zehri satmağı mennedici kanunlar ortaya çikacak; ve afyon bhaşhaşı ektirenlerle satanlar ba. yatlarını, bir milleti uyuşturmak ve te reddi ettirmek bahasına kazanamıyacak lardır. Çünkü bugünkü İran artık mü: nevver kafaların idare ettiği tam mede ni bir memlekettir. ana Aylık Alle Dergisi i 1 inci Sayısı: 15 -1-1 938 tarihinde çıktı. tane gide edinizi.. Mutlaka bir