(Baş tarafı 1 inci sayıfada) yor. Evi tiyatronun içindedir. Na- sit bey tiyatrosunun kapısmdan içeriye girdiniz mi, soldaki merdi- veni tutturunuz, nihayete kadar çıkınız. Kendinizi paradide bulur- sünuz. Şamram hanımm evinin kapısı da işte bu paradiye açılan kapılardan birisidir. Bununla be - raber cadde üzerine raslıyan bu dairenin manzarasına O diyecek yoktur. Yalnız caddeyi değil İs - tanbulun yarısını görüyor. — Sahneye nasıl çıktınız, an - latır mısınız? g Tatlı dili ve mültefit başladı: : — Bir ermeni patırtısı olmuştu — Devlâdım, bilmem duymuş musu » © muzdur. O tarihte ben evli barklı © bir kadmdım. İki çocuğum vardı. Fakat bu hâdise üzerine kocam işsiz kaldı. Geçinmek için ne ya - pacağımızı şaşırmıştık. Peruz ha - © mim teyze kızımdı ve çoktandır sahneye çıkmış, muvaffak olmuş- tu. Geldi, benim de sahneye gel - © mem için ısrar etti. Ben de mecbur oldum, rıza gösterdim. İşte sahne- © yeçikişim, o çıkıştır. Ah evlâdım ah; ilk sahneye edasile © çıktığım gün kendime melik de - — Bildim. Rahmetli Hasan efendinin © kumpanyasına girmiştim. Oyunu - muz “Pembe kız,, dı. Bana şalvar- ” ar giydirdiler, süslediler, takıp ta- kıştırdılar sonra: , — Haydi, çık, şarkı söyle, oy- na, dediler. Gördün mü başıma © geleni evlâdım. Ben şanteden hiç © hoşlanmazdım. Onun için ağlamı- © ya başladım, çıkmam tek başıma... — dedim. Bunun üzerine teyzem dü- ie. şündü taşındı ve: ilk defa ol- | mak üzere sahnededüetousulü- pi nü çıkardı; Fakat ne dersiniz? Bu > ilk geceden itibaren çok ama pek çok sükse gördüm ve bugün tam © otuz beş sene oluyor ki sahnede- — Söylediğiniz şarkıları siz mi , tertip edersiniz? © — Evet evlâdım; yaptığım şan- — telerin, kuvartoların güftelerini de ! © bestelerini de kendim yaparım. © Hem musiki bilmediğim, hiçbir — saz çalmadığım halde beyim. Bes- — teyi zihnimde hazırlarım, söyle - © rim, notaya alırlar. Tabii, buna 4 hepsi de şaşarlar, © — Demek eğer nota da bilsey- 'diniz? © Şamram hanım ince kara kaş larını çatarak, başını — sallıyarak, — gülerek: o — Kimbilir ne olacaktım, de - Zil mi, evlâdım, dedi, kimbilir ne > olacaktım hakikaten.. © © Ah. Eskiden çocuklarımızı “pa- o şa olacak.., diye büyütürdük. © Kimse çıkıp da çocuğum san'at - « kâr olsun demezdi ki.. i — Nasıl şarkılardan hoşlanır- p — Kıvrak ve oynak şarkıları | pek severim. Esasen bendenizin — branşım komiktir. Fakat rollerde — komikliği değil, valide rollerini - severim. Evlâda düşkün kadınım - da galiba onun için olacak. — Kaç çocuğunuz var? — Allah iki tane verdi. İkisini “de evlendirdim. Kimin varsa ba - “ Zışlasın rabbim, — Hayatımızdan memnun ol- - dunuz mu? — Biraz memnunsam da (ge - “niş bir hareketle içini çekerek) > çokda şikâyetçiyimdir.Ben yaşımı evlâtçığım. Yaş saklı - n, beş yaş için biribirlerine gi * en, maraza çıkaran kadınlara da En e emitler çok gülerim. Ben şöyle böyle elli altımı bitirdim, elli yedime bas- tım. İyi günler gördüm, iyi zevk- ler sürdüm. Fakat halk hâlâ şarkı- larımdan hoşlanıyor, patronum Naşit bey hâlâ kapımı çalarak be- ni arıyor.. Bunun içindir ki, hâlâ çalışıyorum ve çalışacağım. Sonra cevherim çoktur. Yaşım çoktur a- ma, san'atım daha yirmi yaşında- dır evlâdım. Sonra evlâtlarıma da bar olmak istemiyorum. Fakat şim di tabii eskisi gibi oynamıyor, sa- dece şarkımı söyleyip, başımı iği- yorum. Bundan başka lüzum ol - dukça erkek rolü, valide rolü yapı- yorum. Adeta parçacılık ediyo - rum, — Parçacılık nedir? — İşte benim yaptığım gibi muhtelif rolleri oynamak evlât - çığım. Biz buna parçacılık deriz. — Halktan, yani seyirciden memnun musunuz? — Halk bizce velinimettir. On- lar teşrif etmezse işimiz bozulur, geçinmekten âciz kalırız. Seyirci sınıf sınıftır. Avam takımı başka seyden hoşlanır. Zeki efendiler başka türlü isterler. Gençler ve ih- tiyarların ayrı ayrı arzuları var - dır. İşte bu çeşit çeşit halkı mem- nun etmek lâzımdır. ' Bak burada gene yaş bahsine geleceğim evlâtçığım; çok kişi sahnede orta yaşlı bir kadın gör- düler mi: — A.. Koskoca karıya bak, gö- bek atıyor! Evde büyük anan yok mu senin, onuda getir! derler, Halbuki san'at yaşta değildir. Her yaşta adamın sahnede yeri vardır. Beyoğluna son günlerde bir Yu - nan kumpanyası gelmiş Subretle - rinin birisi altmış diğeri elli dört yaşındaymış. Şiddetle alkışlanı- yorlarmış. Ne mutlu onlara.. Ben- ce bir kadın esasen kırk yaşını geçti mi onun için artık yaş mese- lesi kalmamış demektir. Onun için her şey gelmiş, geçmiş, bitmiştir. Onların artık vazifeleri mahdut - tur. Meselâ bana şimdi patronum hafif bir rol verse ben hiç kabul eder miyim? Tabii etmem, günkü haddimi bilirim, branşımdan ay - rılmam.. — “Darülbedayi,, i nasıl bulu - yorsunuz? — Ah vaktimiz müsait değil beyim. Gidip göremiyoruz bir tür- lü doğrusu. Değil oraya kadar, ya- mbaşımızda oynıyan hokkabaza ! bile gidemiyoruz. — En beyecanlı hatıralarınız hangileridir? — Vallahi beyciğim, hatırda ka lir mı bunlar... İnsan zamanla fi - lozof oluyor da her şeyi hoş görü- veriyor. Bazan uzak yerlerde tem- sil veririz; gece yarısı motörle dö- neriz. Bu esnada çok heyecanlar geçirdiğimi hatırlarım. — Efendim, teyze kızınız olma- sina rağmen Peruz hanımla ara- nızda çok şiddetli bir rekabet var- mış diye anlatırlar? Samram hanım bu nazik bahse pek girişmek istemiyordu, niha - yet: Amerikada Bilmiyerek toru- nile evlenen kadın! Amerikada son günlerde müthiş bir hâdise olmuştur. San Fransiskoda yaşıyan yirmi bir yaşında yakışıklı bir genç, elin de, avucundaki parayı sefahat â- lemlerinde yiyip bitirmiş, borçlu düşmüş. Alacaklılar, kendisini fe- na halde sıkıştırmıya, alacakları - nın derhal verilmesinde ısrar et- miye başlamışlar. Zevk ve safadan, refalıtan son - ra mahrumiyet içerisinde kıvranır- ken, ayrıca alacaklılarının da “pa ra da para!,, diye kendisini tazyik etmeleri, yirmi bir yaşmdaki genci bu vaziyetin ıslahı için çare aramı ya sevk etmiş, uzun uzadıya dü » şünmüş ve nihayet tek kurtuluş ça resi olarak, şunu bulmuş: Yaşlı ve zengin bir kadınla ev - lenmek! “Yaşlı, hattâ yüzüne bakılamı » yacak derecede çirkin de olsa za- rarı yok. Yeter, ki hali, vakti ye - i rinde, yaşayışı yolunda, parası bol olsun!,, Bu düşünce ile, yakı * şıklı genç, hemen bir gazeteye aşa- ğı, yukarı bu meelde bir ilân ver - miş, Düşündüğü gibi, ilân, tesirini gös termiş, daha ilânın çıktığı gün, gös terdiği adrese bir çok mektup gel- miş, genç, evlenme teklifinde bulu nan yaşlı, çirkin, fakat servet sahi bi kadınlar arasından birisini seç- miş. Altmış iki yaşmda bulunan bu kadmla, kısa bir görüşmeden son- ra anlaşmışlar, genç, fevkalâde z3 ruret halinde olduğu ve alacaklı - ları peşini bırakmadığı için, evlen: ! miye ait resmi muamelenin bir an evvel yapılmasını temin yollu uğ- raşmış, çok geçmeden nikâh kı - yılmış, ihtiyarla genç, evlenmiş - ler! Fakat bir müddet sonra, iki ta- raf dehşetle donup kalmışlar, Biri birlerinin mazilerini, neseplerini biraz daha araştırınca, şu müthiş hakikatle karşılaşmışlar: İhtiyar kadın, gencin büyük annesi imiş!. Genç, hiç yüzünü görmediği bü- yük annesini çoktan ölmüş biliyor muş. İhtiyar kadının da, bir toru - nu mevcut olduğundan haberi yok muş. Bu, nasıl böyle olmuş? Bu hu susta, evlenme hâdisesinden bah- seden Amerika gazeteleri fazla iza hat vermiyorlar. İki tarafın isim - leri, hüviyetleri de yazılmıyor. Yal nız yaşları kaydediliyor! Yazılanlara göre, hakikat anla - şılınca, büyük anne çıldırmış, to - rununun da asabı fena halde bo - zulmuş. Ikisi de hastahaneye ya - | tırılmışlardır. Evlenmiye gelince, tabii bu va- ziyet üzerine, resmen hükümsüz sa yılmıstır. Alacaklılar da, bütün t1s- — Rühmet olam, dedi, Perux | tar ve takiplerine rağmen, eli boş çok kıskançtı, kendisini de âlemi de çok üzerdi bu yüzden. Kıskançlık da nedir evlâtçığım, kim daha iyi oynar, oynak olursa o daha çok alkışlanır. Hepimiz kendimizi aynada görür, kıymeti - mizi ölçeriz değil mi? Size şimdi piyankodan yirmi bin lira çıksa, buna mukabil benim de cebimde yirmi kuruşum olmasa benim size dönmüşler, artık borcun ödenece - ğinden ümidi kesmişlerdir. a a hatta başkasına küsmiye hakkım olur mu bu yüzden? Bence herkes kaderine razı olmalı, yanlış gör - memeli, üzülmemeli, kin ve gârez tumamalıdır, işte bu kadar! (Sonu yarmki sayımızda) A. Sırrı | S | ana Dresden :28-1- 1933 Tanınmış oOAlman iktisatçısı Franz Oppenheimer, uzun zaman önce, Vossische Zeitung'ta Rusya- nın beş yıllık plânı üzerinde yaz - dığı bir yazıda şöyle diyordu: “Bana, beş yıllık plânımn nasıl tatbik edildiğini görmek için, ne - den, Rusyaya yollanıyorsun, diyor- lar,. Fakat orada ne yapacağım ?. Bir iktisatçı, fabrikanın ve fabri - kalarm kolaylıkla yerden yüksele- ceğini bilir. Fabrika kurmak güç bir şey değildir. Fakat onu verimli bir hale getirmek büyük ve çok ehemmiyetli bir iştir. e Onun için fabrika her şeyden önce bir ve - rim ve sürüm işidir. Bunu da bir iktisatçı oturduğu yerden muha - keme edebilir.,, Biz burada beş yıllık Rusay plâ- amdan bahsedecek değiliz. Rüs - lar, dünya savaşının sonunda yük- sek sanayili yerlerinin büyük bir kısmını kaybetmişlerdir. Bu elden çıkan sanayiin ne uzun yıllar için- de doğduğunu söylemeğe burada lüzum yoktur. Elden çıkan zanayi ile, beş yıllık plânın yarattığı fark o kadar ehemmiyetsiz değildir.. Resmi Rus raporlarından öğrenil- diğine göre beş yıllık plân iyi neti- zeler vermiştir, o Halbuki, Franz Oppenheimer, beş yıllık plânın ne- ticelerini münakaşaya değmiyecek kadar işkilli buluyordu. Rusya gibi komünist bir istihsal ülkesinde sanayi ve verim arasın- daki münasebetleri tesbit etmek o kadar kolay değildir. Çünkü: bü - tün iş hayatı, fabrika sermayesi, S ürü nekleri vardır. Fakat ilk devirleri- ni pazar güreşinden uzak ve dev « let yardımı içinde geçirmiş sanayi» in de geleceği o kadar ümit do- lu değildir. Böyle sanayi günün birinde ken- diliğinden yıkılabilir. o Bununda örnekleri az değildir. Sağlam sa » nayi, güreşmiş, verimli sürüm ye» rini öz kudreti ile ele geçirmiş Sa- nayi demektir. Sanayii lüzumun - dan fazla korumak, onu tembel - leştirmek, işe yaramıyacak bir ha“ le getirmek demektir. Onun için sanayii korumak maksadı ile takip edilecek iktrsat politikasının ilk zamanlarda çok büyük bir ehem - miyeti vardır. En verimli ve en sağlam sanayi, ülkenin coğrafyasından doğar: . . Böyle sanayi bilgili insan eliyle dünya sanayii derecesine de yük - selebilir. Onun için yalnız kurula- cak sanayii değil, ayni zamanda onların istihsal yerlerini seçmek de başlıca ehemmiyetli meseleler » dendir. Verimli olabilmesi için her sa- nayiin, ayni zamanda, devrin tem- posu ile adım tutması lâzımdır. Yeni bulunan bir usul, bütün ve - rim sistemini altüst edebilir. O - nun İçin modern sanayi, ayni za“ manda, bir lâboratuvar sanayiidir. Fakat dar bir pazar içinde kapan- mış, arkasmı devlet oyardımma dayamış sanayiin lâboratuvar sa - nayii haline gelmesi nasihat işi de- gildir. Bunu yalnız rekabet ve şah- si teşebbüs yaratabilir, Bu çerçevenin dışarısmda kalan sarfiyat teşkilâtı devletin elinde « | sanayi, makineli istihsal olabilir. dir. Halbuki serbest istihsal haya «.. Fakat modern sanayi değil. Sana” tında bu çok baska . türlüdür. Bir | yiin verimini artırmak, onu “mo * fabrikanın verimli" olup: olmadığı | dem ' bilimlere dayandırmakla kolaylıkla anlaşılabilir. işte böyle | mümkün olabilir. Sanayide verim bir vaziyette Franz Oppenheimer- | ve sürüm elele gider. Devlet yar - in sanayi için söylediği #özler, tam dımı gören, sırasma göre yüksek müânasiyle, ehemmiyet kazanmış o gümrüklerle canlanan | sanayiin lur.. Her yeni kurulan o sanayiin sürümü, ik zamanlar börmal ai « hemen ilk günden başlıyarak ve « İ yılmaz.. Fakat gaye, normal olmı- rimli olması, her zaman, mümkün değildir. e Sanayi yükselişleri de pek çok insan didinmesi ve çalış - ması ister, Sanayi hayatına giren her mem- lekette bir çok değişikliklerin baş göstermesi tabiidir; küçük ev sa - nayii oratadan kalkar, muhtelif | meslekler hayal haline gelir. Avrupa sanayi tarihinde bu- nun sonsuz misalleri vardır. Fakat bizde yeni başlıyan sanayi hayatı- nın böyle temel sarsan değişiklik - lere meydan vermesi ihtimali yok gibidir. Çünkü; gümrüklerimizin, cüm « huriyet kuruluncaya kadar ardına kadar açık bulunmuş olması, za - ten, bir çok küçük sanayiimizi te « melinden yıkmıştır. Bu rolü kendi sanayimiz değil, Avrupa sanayii yapmıştır, Bununla beraber, bizim genç sanayiimiz de bazı değişme- lere sebep olabilecektir. İ Onun için böyle vaziyetlere kar: ! şı, vaktinde, hazır bulunmak ve o- na göre tedbir düşünmek daha doğrudur. Genç Türk sanayii doğarken, bunu, hemen çok kuvvetli yabancı sanayi ile başbaşa bırakmak doğ - j ru değildir. Çünkü; bu, sanayiimi- ! zin hiç bir yemiş vermeden yıkıl - | ması demektir. Öz yolunu buluncı- | ya değin bir çok sıkıntılarla çar - İ pışması icabeden genç sanayi, mu- j azzam sermayeli yabancı sanayi karşısında hemen eriyebilir, Sel - tanlık devrinde bunun çok acı ör- | yan bir sürüm değildir, sanayiin | ucuz ve verimli istihsalidir. Çünkü, pahalı istihsal, kendisi için, her va- kit, uygun bir pazar bulamaz . Müstehliklerin satın alma kudreti için muayyen imkânlar vardır. Bu- nu aşan bir istihsal, kendi sürüm yerini kendisi yıkmış olur. Biz yeni bir sanayi hayatına gi“ rerken, karşımızda, kendi pazarı» mızı bulacağız. Sanayi eşyasma da büyük ihtiyaçlarımız vardır. Fakat sanayiimizi verimli bir hale getir- mek ve ona iyi bir sürüm temin et- mek istiyorsak çok fazla bir koru- ma politikası yapmaktan çekinme- liyiz. Çünkü bu sanayiimizin ken- disinden doğması icabeden hızı çok menfi bir surette müteessir e- debilir, Halbuki: Bizim gayemiz, strası gelince en büyük fırtınalardan korkmıyan Türk sanayiidir. M., Nermi Mimari kongresi Dördüncü beynelmilel mimari ! kongresi, Haziranın, birinde Mos- kovada toplanacak, on gün süre - cektir. Moskovada bu kongrenin devamı müddetince bir de sergi ter tip olunacaktır. Bu sergide mo - dern mimariye ait projeler ve r&- simler teşhir olunacaktır. Kongreye iştirak edecek millet“ lerin mimarları bu sergiye eser ve receklerdir. <ioiaği