Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
[ HAYAT ve SIHAT ) Keder neden zayıflatır? 'Kederden insanın zayifladığını herkes bilir. Meselâ şu Bayan : bi - rinci eşi, iki yıl oluyor, bir kaza ne- ticesinde gitmiş.. Tabii, büyük, en büyük keder.. Bayan zayıflamağa başlamış. Sonra kendisine bulduğu ikinci eşi çok iyi erkek, ailesini ra- hat ettiriyor ama, nekadar olsa, ikin- ci eş, üvey koca gibi.. Birinci öz ko- canın hatırası ve acısı gönülden çı- kamayor. Onun için birinci kocası - nın da balık etinde bul Bayan iki yıldan beri zayıflayor, karnı sarkmış, böbrekleri aşağıya doğru düşmüş... Daha birçok misâl- lerini elbette siz de bilirsiniz.. Kederin insanı zayıflattığını eyice bilmekle beraber, doğrusunu ister - seniz, bu zayiflığın ne suretle hasıl olduğunu anlamak için pek te ke - der etmezdik ve kederden zayıflar der, geçerdik .. Amerikalılar herşeyi ölçmek, in- sanlara bile servetlerine göre kıy - met vermek merakında oldukların- dan onların hekimlerinden birkaçı kederin insanı neden ve nekadar za- yıflattığı ğ işl ölçmeği merak şler. Bir i kad zayıfladığ bayağı bir kantarla bile ölçmek mümkünse de, nasıl zayıfladığı me- tabolizma âleti ile ölçülür. Ameri - kalı hekimlerde öyle yapmışlar. Ancak, kendi kendine kederlen - miş adam bulmak güç iş. Gerçek - ten kederli adam kendisini böyle öl- çülere, belki, âlet etmek istemez. Razı olanda, bakalım, gerçekten ke- derlenmiş midir ? Ondan dolayı, en iyisi, üzerinde tecrübe yapılacak insanı tecrübe es- nasında kederlendirmek lâzım. Sa- hiden keder de ısmarlama olamaz. Keder tecrübesinden önce metabo - lizması ölçülmüş ve normal bir hal- de bul olan ad birinci tecrübeyle ikincisi ar da, ailesi: den sevdiği bir kimsenin gittiği ha - berini vermek pek çirkin olur. Za - ten sevgi ve keder büsbütün şahsi hislerdir. Tecrübeye razı olan adam belki kimseyi sevmez de, verilecek haber üzerine de kederlenmez. O halde kendisine ait kederli bir haber vermek hatıra gelir. Hekim - lerin de verebilecekleri kederli ha - ber ancak hastâlık haberi olabilir. Hekim muayene ettiği bir adama verem olduğ kalb h lığına tutulduğunu haber verirse ©o adam elbette kederlenir. Fakat böyle kötü bir haberi, tecrübeye yarasın diye yalandan bile söylemek pek çirkin, hekimliğe yakışmıyacak birşey. Rah- metli Fıtnat Hanım'ın dediği gibi : Tabibin olsa da kizbi mârizin sıh- hatin söyler. 'Amerikalı hekimler, bu karışık işin de çaresini bulmuşlar, üzerle - rinde keder tecrübesi yapmak iste- dikleri adamları ilkin ipnotizma ile uyutmuşlar. Böyle uyuyan adama ne söylenirse zihnine girer, sonra gene uyku içinde yalandan ı_i.iyleı’i. len sözü mak da kü olur. aBi Böyle uyutulan adamların kimi - sine * i, olduğ kimisine iki gözü birden kör olduğu, yıâııt akıl- larma gelen daha türlü türlü ve her biri ötekinden kötü hastalık haberi vermişler ve bu haberden sonra on- ların metabolizmalarını ölçmüşler. Neticede metabolizmanın yüzde 7,6 nisbetinde arttığı meydana çıkmış. Demek ki hergünkü iradından 7,6 fazla sarfeden adam nasıl züğürt düşerse, kederlenen adam da öylece zayıflayor. Kederden zayıflamakta, kadınlar için tiroit guddesinin, erkekler için böbrekler üzerindeki guddelerin te- sirleri-rolsa gerek. Fakat burada za- yıflığa en büyük sebep beynin fazla işlemesidir. Çünkü, beyin işledikçe, şeker ya- karak teneffüs eder ve karbon asidi çıkarır. İnsanın vücudunda beynin işlemesine lüzumlu olacak derecede şeker bulununca yağlar erimez, fa - kat beynin çok işlemesi devam edin- ce vücut yağlardan kendi kehdine şeker çıkarır ve zayıflık getirir. Bü- tün uzuvlarımız arasında en çok te- neffüs edenlerden biri beyindir. İşi çoğaldıkça teneffüs etmesi nisbeti de artar. Kederlerin de insanın bey- nini, zihinde ince h lar y k- tan daha ziyade işlettiği gene bu tec- rübelerde anlaşılmıştır. Beynimizin de işlemek ve tenef - füs etmek için şekere ihtiyacı oldu- ğuna göre, bizde, çocuklara akıllı olsun diye sabahları tatlı yedirmek, bir de beyni en çok işleten büyük ke- derlerden, kırk gün sonra, bal şe - kerli lokma döktürmek âdetlerinde- ki hikmet de şimdi daha iyi meyda- na çıkmaktadır. G. AÂA. Türkofisde bir toplantı İstanbul, 3 (Telefonla) — — İktisat vekâleti deniz müsteşarı Mustafa Nuri bugün Türkofis İstanbul — şubesinde meşgul olmuştur. Müsteşarın iştira - kiyle Türkofiste bir toplantı yapıl - mıştır. Bir zelzele -kaydedildi İstanbul, 3 aa. — Kandilli rasatha- nesinden: Bugün saat 15 i 33 dakika 7 saniye geçe şiddetli bir zelzele kaydedilmiş- tir. Merkez üstünün — İstanbul'dan 5900 kilömetre mesafede olduğu tah- min edilmektedir. ULUS Sineması BUGÜN Bitmemiş Senfoni'ye nazire olarak yapılan Danielle Darrieux'nün güzel sesinden ilham alan kuüdretli bir temsil ŞAFAĞA DÖNÜŞ Ayrıca: Metro Jurnal en son havadisler Seanslar 2,30 - 4,30 - 6,30 gece 21 de başlar. 12,15 ucuz matinesinde HAYVANLAŞAN İNSAN Jean Gabin - Simone Simon Tel: 2193 Amerika mektupları: Eski Napoli, bir kilise içi hissini verecek kadar renkli ve karanlıktır Vomero'ya hemen hemen Napoli kadar büyük ve güzel bir şehir yapılmıştır Napo]i Santalucia'dan Pozilippo- ya kadar, Büyükdere'den iti- baren Boğaz'ın Rumeli sahilini ha- tırlatır. Yalnız burada, sırtlar daha dolu, sahil daha geniş, binalar da- ha büyük, aydınlık ve renk daha yeknasaktır. Napoli İstanbul'dan 9, 50 daha u- cuz 9p 200 daha konforludur. Şe- hir gene İstanbul'a nazaran ideal denecek kadar temizdir. Napoli ucuz fakat fakir bir şe- hirdir. Amele gündeliği vasati 5-15 liret, (Kara borsaya göre 25-75 ku- ruş) arasındadır. Bir berber hafta- da 80 (400 kuruş) büyük mağazalar- da satıcılık yapan kızlar ayda as- gart 300 (1500 kuruş) âzami 400 (20 lira) liret kazanır. Şehirde büyük bir kalabalığın giyimi göze batacak kadar fenadır. Yapı işçilerinin kıyafeti bana, dar mevsimlerde türk köylüsünün giyi- mini hatırlattı. Sokaklarda bilhas- sa Napoli'nin eski kısımlarında çıp- lak denecek kadar giyimsiz çocuk- lar vardır. Orta halli mağazalarda belli başlı eşya vitrinlerdedir, Beğendi- ğiniz bir şeyin bir numara küçük veya büyüğünü veya bir başka ren- gini aynı mağazanın içinde nadiren bulabilirsiniz. Fiyat ucuz, çeşit az ve mal kalitesi düşüktür. Napoli'de ipekli, yünlü, pamuklu veya deri iyi kalite malı, ya çok pa- halı ödiyenler yahut yabancı mem- leketlerde giyinenler kullanabili- yorlar. Eczaneden aldığım bir paket pa- muk, tazyik edilmiş kâğıt idi. Küçük fiyat, büyük istihsal ve büyük pazar olmayınca, köylü, a- mele, sanayici müstahsil ve muta- vassıt tacir şehirliyi besliyemiyor. Hayat seviyesi fiyattan daha fazla düşüyor. — Bir sigara verir misiniz? Ve siz istediği sigarayı paradan önce vermeden, ne şoförü, ne ara- bacıyı, ne küçük ayak satıcısını, hattâ ne de size şehirde refakat e- den, guide'yi memnun edemezsiniz. Napoli'de iki liret (10 kuruş) büyük, elli liret (250 kuruş) size beş gün hizmet eden bir garso- nu şaşırtacak kadar büyük bir bah- şiştir. Napoli eskiden İtalya'nın en bü- yük şehri imiş. Nüfusu bir milyo- nu geçermiş. Şimdi sekiz yüz bin kadar nüfusiyle Roma ve Milan- dan sonra İtalya'nın üçüncü şehri- dir. Yazan : Neşet Halil Atay Napoli'de birkaç sene içinde nü- fus azalmış, geçim daralmış, fakat şehrin, kenarlarına ve tepelerine doğru inkişafı durmamıştır. Napo- li'nin sırtındaki tepeye, Vomero'ya harpten sonra aşağı yukarı Napoli kadar büyük ve eski Napoli'den çok daha güzel bir şehir aypılmıştır. Eaki Napoli'nin büyükçe bir kıs- mı, bir buçuk iki metre ge- nişliğindeki güneşsiz, dar sokakla- rı, altı yedi katlı karanlık yüksek binaları, pencerelere asılı kirli ça- maşırları, kadın erkek sefil kıya- fetli kalabalığı, satıcıları, yarı çıp- lak çocukları ile yeni Nepoli'den çok başka bir şehirdir. Her dar sokakta; bir kilise, ya az veya çok süslü bir şapel vardır. Her sokakta her dükkânda, Papa Pie XII. nin renkli renksiz, fotoğ- raf basma resimleri, asilıdır, Eski Napoli, bir kilise içi hissini verecek kadar karanlık ve renkli- dir. N apolililer, Nopoli'nin fakirliği- ni, bir sanayi şehri olarak, ham maddesizlik ve pazarsızlık, bir turist şehri olarak da italyan hari- ci politikasının tesiri, ile izah edi- yorlar. Ve üniformalılar müstesna, bu suretle kaybedilenin harple ve- ya istilâ ile kazanılacağına kimse inanmıyor. Tek atının kuyruğu dibinde gün- delik ekmeğini beklemeğe alışmış bir arabacı, ekmeksiz kaldığı gün zorlasanız bile politika yapmıyor. Napoli, asker faşist üniformalı- lar kalabalığı olmasa, insana boşalmış bir şehir hissini verecek kadar tenha idi. Herkes konuşuyor fakat kimse gülmüyordu. Bir öğle yemeğini Santalucia'da ve büyük Şato'nun gölgesini kirli suda sey- rede ede yedik. Ayak çalgıcıları i- talyan müşterilerine Napoli şarkı- ları söylüyorlardı. Her şeyde öyle bir seviye inişi vardı ki!... — Her şeyi bir tarafa bırakmalı, Napoliye ingiliz bilhassa amerikan turistleri getirmeli, Tek dolar ka- raborsa'da 26 lirete bile satın alı- namıyor.. 1 Gün İçin Müzakerede usul Nasuhi BAYDAR Tesadüf beni bugünlerde birkaç cemiyetin müzakerelerinde bulun- durdu. Müzakerenin, faydalı olabil- mek için, ona iştirâk edenlerce ge- niş bir feragat gösterilmeğe muh- taç olduğu hakkındaki kanaatim bir kat daha kuvetlendi. Fakat, bu- rada kullandığım feragat kelimesi yerine insaf, nezaket, mantık gibi sözleri de ikame edebilirdim. Beş on kişi toplanıp herhangi bir mev- zua dair fikir teati ederek müsbet bir neticeye varmak isterken han- gimiz bu mefhumların bazan hep birden, bazan teker teker himaye - sine sığ k buriyetinde kal- mamışızdır? Mesele çok mühim olduğu için bu kelimeler üzerinde durmak ve dü k lâ dır; zira müzak sohbet değildir; d ğ eder. Halbuki dinlemek dünyanın en güç şeylerinden biridir. Fikrini izah h da hatabı vakit ve imkân vereni feragatkâr telâkki etmeliyiz: leb demeden Jleblebiyi anlamak iddiasında olan sabırsızla- rımız veya uyanık zekâlılarımız ek- seriyette değil midir? İmdi, söyliye- ni sözünde serbest bırakmak da yet- mez; iyi niyet ve gayret göstererek söyleneni kavramak ve mukabelede bulunurken insaf ile hareket etmek de gerektir. “Mütaleanıza iştirâk etmiyorum, çünkü...,, dedikten son- ra karşısındakinin mütaleasını cerh edecek surette muhakeme yürütece- ğine “dedikleriniz tamamiyle yan- lış,” yahut “fikirleriniz baştan başa saçmadır,, sözlerini ortaya fırlatan müzakereciler az mıdır? Müzake- rede feragate, insafa ve nezakete dair olan bu misalleri istediğimiz kadar nevilendirebiliriz: müzakere Tedavüle çıkarılan yeni banknotlar Türkiye Cümhuriyet merkez ban - kasınca 15 ikinci teşrin 1937 tarihin- den 3 mayıs 939 tarihine kadar yeni harfli banknotlardan: İki buçuk liralıklardan Beş liralıklardan On liralıklardan Elli liralıklardan Yüz litalıklardan 2.810.000 40.627.910 27.363.160 38.774.000 35.691.100 145.266.170 Ceman, yüz kırk beş milyon iki yüz altmış altı bin yüz yetmiş lira teda - vüle çıkarılmış ve mukabilinde eski harfli banknotlardan aynı miktar ya- ni, yüz kırk beş milyon iki yüz altmış altı bin yüz yetmiş lira tedavülden kaldırılmıştır. (a.a.) Roma'daki af yarışları Roma, 3 a.a. — Dün beynelmilel at yarışlarında “Littorio” ve “Pincio,, mükâfatlarına ait koşular yapılmıştır. “Littorio,, mükâfatını Votansbruder ismindeki atı ile alman yüzbaşı Brinc- kmann kazanmıştır. “Pincio” mükâfatını alman yüzbaşı- sı Has kazanmıştır. Macide gözlerini teyzesine dikmişti. İptidai ze- rin bir sessizlik kaplamıştı. Ayaklarının ucuna ba- Yeni Yugoslav sefiri geliyor Cenevre,3aa. — — Yugoslavya'nın milletler cemiyeti nezdindeki — daimi murahhası olup Ankara elçiliğine ta- yin edilmiş olan mösyö Subotiç, Ce - nevre'yi terketmezden evel iki büyük vedâ resmi tertip etmiştir. Bu toplan- da dalgın dalgın düşünen- ler, ve sonra, mevzula hiç alâkası olmıyan bir iki fıkracık nakledive- renler, muhatab bir sözünü alıp onu tefsire kalkışanlar, ve nihayet durup dururken ortaya bir haysiyet meselesi çıkaranlar da vardır. Fakat, her müzakerenin bir mev- zuu bulunduğ göre lan ha- kikati meydana çıkaracak tek yol mantıktır. Yalnız, mantıkı nasıl ta- rif etmeli? tılarda milletler cemiyetinin bir çok | | Kli':_k fl"if: gitmiyerek lll'lhl!l' erkânı ve daimi heyeti hhasala: SI:İ_Hİ A - 'de yan eden bir ve beynelmilel matbuat ve mahalli müzakereyi hatırlatayım. Bu akade- matbuat erkânı hazır bulunmuşlardır. Mösyö Subotiç gelecek mayıs ayı - nın 15 ine doğru Ankara'da buluna - caktır. , Belçika hükümeti emniyet tedbirlerini idame edecek Brüksel, 3 a.a. — Milli müdafaa na- zırı, beynelmilel vaziyetin bir kaç haf- ta evel alınan emniyet tedbirlerinin idamesini icap ettirdiğine hükmetmiş olduğundan silâh altına alınmış olan kıtalar arasında münavebe yapılması- na karar verilmiştir. Bu karar üzerine gayri muayyen bir zamana kadar me - zuniyet almış olan askerlerden bir miktarı tekrar silâh altına dâvet edil- miştir, mi, bilirsiniz ki, bütün görüşmeleri- ni lisanı hal ile, gözlerin ve ellerin ianesiyle, sessizce yapar ve en doğ- ru hal suretlerine vasıl olurmuş. Bir gün, akad bir zat mü t e- derek ona âza olmak istediğini an- latmış. Reis, ağzına kadar su ile do- lu bir bardağı namzedin önüne ko- yarak münhal bulunmadığını izah edince müracaat sahibi bir gül vü- reykası almış ve suyun sathına bı- rakmış ve böylece isbat etmiş ki münhal bulunmasa bile bir akade - mide ilmin ve irfanın daima yeri vardır. f Filvaki, mantık zarafeti de ta- ün eder ve hakikati en beliğ şekliyle ortaya koyar. Her gün, dünyanın her tarafında, üzakere ile binl. le halle- dilmekte iken “bir işin sürünceme- — de kalmasını istiyorsanız onu ko- (Sonu 6 ıncr sayfada) Macide kısaca : İçimizdeki şeytân &Tefrika No: 32—Yazan: Sabahattin ALI? daki baklayı çıkarmalarını beklemeliydi. Bu gece böyle karşılanmasının sebebi her halde sadece geç gelmesi değildi. Itidalini toplamıya çalışarak sor- dıı“ 'Annem Balıkesir'e dönmemi yazıyor mu?,, Emine hanım boş bulunarak: , “Hayır!, dedi, sonra tashihe çalıştı... “Şey, yani bir şeyler yazıyor... Ama sonu ona varıyor...,, Galip amca gene homurdandı: kâsiyle k dakini kand. ğa, asıl ksad saklamağa çalışan ve bunda pek az muvaffak olan ihtiyar kadın Macide'ye bu âna kadar hiç böyle iğ- renç görünmemişti. Düşündüklerini saklayamaya - rak dışarı vuruveren zavallı Galip amca karısına nazaran çok daha dürüst idi. Emine teyze ayni yapmacık hassasiyetle tekrar söze başladı : “ Dedim ya, mesele böyle şeylerde değil... Fa- kat ortada ailemizin şerefi var... Doğrusunu ister - sen, ben y ğım ve | yaptıkların - dan haberin olsun, gönlün razı ise burada bırak, değilse çaresine bak ! deyeceğim...,, Macide bir müddet daha ayakta durdu. Evelâ sonra oradakilerin yüzüne baktı. Halinde L buld #Tabii, sonu ona varıyor. Insan hava ile yaşamaz ki... Valide hanımın bunlardan bahset- tiği yok: İki ayditsın — Emine teyze keskin bir göz atarak kocasmı sus - türdü; ve kendisi söze devam etti: “Mesele burada değil... Böyle şeylerin lâfı mit o- Evimizde iki lokma yemeğimiz var Allaha şü- :_“_:r Sen bize yük olacak değilsin ya... Allah gös- kararlı bir sükünet vardı. Semiha kitabını mm üzerine bırakmış, saklamağa lüzum görmediği bir iyet ve tebessümle teyze zadesini seyredi- yordu. Galip amca ç ini gere gere di. Macide hiçbir şey söylemeden döndü ve od gerdi. Dışardaki ayak tıpırtılarından sofadakilerin de in, aklına sakın böyle şeyler gelmesii .'r;;n;;:;m tasdik etti: «Tabit, tabii... Bir boğazın ne ehemiyeti var ki... Zaten annen de yazıyor. Blblm:ı hesapları tasfiye edilince her şeyi düzeltiriz, diyor...” Sonra kendi kendine mırıldandı: “Merhumun hesapları da pek tasfiye edilecek soydan değildi ya... Hem bu tasfi - en sonra bakalım ortada bir şey kalacak mı?,, İ Emine Hanım'ın yeni ve daha keskin bir işare- tiyle sustu ve içini çekti. yed. h kalk dal gittiklerini anladı. Pencere Ay adamakıllı yükselmişti. Maci- de başını cama yaklaştırarak ona baktı. Soluk ve lakayt ışığını rastgele her tarafa dağıtan ve yer yü- zünün en korkunç hâdiseleri karşısında bile alaycı sükütünü muhafaza eden bu parlak cisim, biraz evel denizde Ömer'le beraber seyrettikleri ve insanı kendinden geçecek kadar serhoş eden o güzel ve mânalı ay mıydı ? * Yavaşça yerinden kalktı. Evin her tarafını de- b Te M0 sarak yatağının yanına geldi, diz çöktü ve karyo - lanım altından küçük, siyah meşin bavulunu aldı. Birkaç parçadan ibaret eşyasını onun içine gayet muntazam şekilde yerleştirdi. Sırtındaki entariyi de çıkararak oraya koydu ve kahve rengi kazağı ile kareli eteğini giydi. Halinde hiç heyecan ve telâş yoktu. Pardesüsünü sırtına geçirdikten sonra bir müddet daha orada kalıp etrafına bakındı. Yata - ğının ayak ucunda duran notaları alarak, tekrar aç- tığı bavula koydu. Bir daha buraya ayak basmak istemediği için lüz bir şeyi tmaktan korku- yor ve sokaktaki lâmba ile ayın pek az aydınlattığı odada her tarafı gözleriyle araştırıyordu. Hiçbir şey bırakmadığına emin olduktan sonra tekrar pence- renin yanına gidip oturdu ve çantasındaki paraları saydı. Yirmi lirası ve bir miktar ufaklığı vardı. Kalktı, oldukça ağırlaşan bavulunu yakalaya- rak dışarı çıktı. Kimseyi uyandı ktan korkmu - yordu. Hattâ bunu biraz da istiyordu. Şimdiye ka- dar hiçbir yerde, hiç kimseden görmediği bu mua- melenin hasıl ettiği şaşkınlık ve sersemlik geçmiş, yerini dişlerini sikan bir iradeye bırakmıştı. Ev hal- kını düşündükçe derin bir istihfaf duyuyor ve du - daklarının arasından sadece : * Terbiyesizler ! ,, Kelimesi çıkıyordu. Biraz evelki lafları hatırlamak- / tan bile tiksiniyordu. Merdivenleri yavaş yavaş, elektriği açmadan indi. Alt kat sofasında yatan Fatma karanlıkta ba- şıni kaldırarak : * Siz misiniz küçük Hanım... Gidiyor musu - nuz ? ,, diye sordu. * Evet ! .. ,, dedi ve sokak kapısına inen mer- divene yürüdü. Fatma gömleğiyle kalkmış, arka - sından geliyor ve mırıldanıyordu : * Vah vah küçük Hanım... Bu vakıtta nereye gidilir ki . . . Ama doğru ... O laflardan sonra insan taş olsa yerinde durmaz ... Allah yardımcınız Olatn .. «5 Macide kapıyı açtı. İçeri sokak lambasının ışığı vurdu ve Fatma'nın iri, çatlak ayaklarını ay « dınlattı. Macide elini uzatarak : * Allaha ısmarladık Fatma ! .. ,, dedi. Yaşlı hizmetçi kız onun elini acemice sıktıktan sonra başını yakalayarak yanaklarından öptü. “ Allah selâmet versin küçük Hanım, Allah se- - lâmet versin ! ,, dedi. Macide kapıyı arkasından çekti. 12 Kapıdı kağa inen divenlerde bir müd- det durup bekledi. Ne yapacağ nereye gid ğini bilmiyordu. Cebindeki para onun bir iki gün otelde kalmasına ve sonra . . , Balıkesir'e gitmesine yeterdi. Birdenbire durakladı. Ne hazırlanırken, ne de evden çıkarken Balıkesir'e dönmeyi aklına bile geti lduğ farketti... Yalnız gitmek, bu evden kaçıp gitmek istedi... Nereye ? .. Bunu hâlâ bilmiyordu. Balıkesir aklına gelince tüyleri ürperdi. Orası daha mı iyi idi ? .. Ne münasebet ! Artık kendi evleri yoktu ki . .. Eniştesinin yanına idecekti... A iyle beraber orada kalacaktı... (Sonu var)