iTürkiyede bir kompozitörler birliğine ihtiyaç var mıdır? Şehir lokantasının cazband şefi Gı:egoı' imzasiyle geçen gün gazete- Mmizde intişar eden bir mektub, bir Şok memleketlerde olduğu gibi tür- kşyede de bir kompozitörler birliği- nin kurulması lüzumunu müdafafa e- diyor ve böyle bir teşekkülün türk Musikisine ve yeni doğmakta olan türk kompozitörlüğüne yapacağı hiz- Metleri sayıyordu. Meseleyi yeni baştan ve kendi gö- "_üŞümüzle iyice tetkik edersek, tek- ıl.f sahibinin memleketimiz musikisi- nin hususi vaziyetini pek yakından tanrmadığı ve daha ziyade bahsettiği t'İ'Ç'bk-kü!leı:in garb memleketlerinde Bördüğü hakikaten faydalı hizmetler- ::z“ mülhem olduğu neticesine varı- _D“âYı Ortaya atan zat, memleketi- Mizde yeniden kurulacak olan kom- PWltö_rler birliğinin bütün memle- ketlerin mümasil birliklerini bir ara- toplayan enternasyonal organizas- Yona girmesi taraftarıdır. Bu suretle Yabancı memleketlerde eserleri çalı- ”ı:rn kompozitörlerimizin maddi hak- n 3 ka’Y'bt_)lmıyacak, buna karşılık ta hexıılekem'ı:ıizde eserleri çalınan ya- hğncı kompozitörlere hakları olan isseler ödenecektir. t"zl__yanlı çıkacağımız ve memlekette müîğme faaliyetine darbe vuracağı v hazasiyle enternasyonal tercü- ,ek:t?laşm_aşma girmemiş olan mem- daki 11':1 için, bunun musiki sahasın- nzeri olan musiki icra anlaş- ten uzak kalacaktır. Buna karşılık, durub dururken, başka memleketlere bir sanat vergisi ödemek zorunda ka- lacağımız hiç şüphesizdir. Enternasyonal anlaşmıya girmeden de, sadece memleketimiz çerçevesi i- çinde bir kompozitörler birliği tesisi düşünülebilir. Fakat böyle bir teşeb- büsün de musikimize ve genç kompo- zitörlerimize faydalı olacağı kanaa- tinde değilim. Dikkat ediniz ki, bu- rada garb musikisi teknikli eserlerden bahsediyorum, alaturka musiki mev- zuumun haricindedir. Esasen bu iki ayrı cereyanı bir tek teşekkül halin- de birleştirmiye de imkân tasavvur edilemez. Halka garb musikisi dinleten kaç müessesemiz vardır. Hepsini yekün etseniz elinize pek acıklı bir Taka- mın geçeceğinden şüphe etmeyiniz. Bütün bu müesseselerde bir sene zar- fında> çalınan milli kompozisyonlan- mızın miktarı daha acıklı bir yekün tutar. Yabancı eserleri istisna ede- rek, yalnız yerli eserler için bir ver- gi koymaksa, bütün orkestraları, yer- li kompozitörlerimizin eserlerini Te- peraturlerinden çıkarmaya sevket- mekten başka bir netice vermez. Hayır, çalınan eserlerden telif hak- kı toplamak ve bu paraları aid olan- lara dağıtmak maksadiyle kurulacak bir teşekkülden, memleketimize şim- dilik fayda değil, ancak zarar gelebi- lir. Devlet, yeni kompozitörleri teşvik edici işlere tahsis edilmek üzere çal- gili lere ayrı bir vergi ko- =:“;izğmekte bir fayda düşünüle- :i'.l.al?anf! memleketlerde kaç kompo- Yyor > üzün ne kadar eseri çalını- lek Her halde, böyle bir anlaşma, 'öyı:nîfyonal sahada — kendilerini bir kab“yle tanıtmıya muvaffak olan ğer b'ç kompozitörümüze kayde de- ir maddi menfaat temin etmek- yamaz mı ? Düşüncesi de hatıra ge- lebilir. Fakat buna karşı da, böyle yerlerin esasen kâfi derecede ağır vergiler altında bulundukları ve dev- letin, milli musikimizi himaye için, ayrıca bir vergi istemiye muhtaç Ol- madığı ileri sürülemez mi ? YAŞAR NABİ SANAT - VE DEVLET VUNUNUANAKAAAAKA KUK AAA KAKA YAK A AAA AAA KA YAK AAA AAA AA KA AAA KA KA AAA AUAYAY UK ONNA KAT I'E_n mühim eseri olan Wilhelm Meis- ter'inde Gotehe, bir asırdan çok evel, :::at ve devlet meselesini ileri süre- > bu iki kuvvet arasındaki münase- al*“ tahlil etmişti. Goethe, biribiri ile âkası yok, hattâ biribirine zıd sanı- dan bu' iki teşekkül, sanat dünyası ile x_'ğle_tm, bir gün kaynaşacağını ve bi- ibirinden yardım bekleyeceğini sez- Mişti, Ğ Gerçi santkâr, Mısırda, Yunanistan- ı:]ıg Roın_ada, İspanyada ve şimal mem- 3 etlerinde, bilhassa Rönesans dev- inde, siyasi kudretinin - papalarım, ârenılenn, kıralların - himayesi altın- a Yaşadı ve o himaye sayesinde en bü- 'Yük eserlerini verdi. Vinci'lere, Rap- heî'jl'k_l'e. hflichel Angel'lara gösterdik- İş ;y[alakıl ile, bir Borgia, bir Ludooic .“Oore, bir ikinci Jüles, medeniyet ea e _ölmez eserler kazandırdılar. l t tarih, hiç bir devrinde, sanatın Yasi fikirlere ve sosyal cereyanlara î'opaganda âleti olarak kullanıldığı- 1 kaydetmemiştir. Primitiy'lerden za- lit kadar imtidad eden muhte- €poklarda, siyasi kudret ile sanat- ı*: arasındaki rabıtalar, sanatın istik- e ine halel verecek mahiyette olma- IŞtır. Gerçe, sanatkâr, kıralların ve îğenllerin hayatını, muzafferiyetleri- kü" hattâ aşklarını terennüm ederek tlelerin gözü önüne koymuştur. Fa- ., U, muayyen siyasi ve sosyal bir şldı;ı o kütleler arasında yaymak ve SI gibi bir maksadı takib etme- Miştir , _ â Rus ihtilâli, “Siyasi mücadele âleti t” formülünü ilk defa olarak dün- Yaya getirmiştir. Yirmi milyon kilo- TMetre murabbalık kos koca bir sahada y:_ı,am muazzam halk kütlelerine ye- Di sosyal ideali, yeni siyast kuruluşu vi için matbaacılık, tiyatro, si- m_"“îi. radyo, resim, heykeltraşlık - ya- di sanatın bütün kolları - seferber €- r.ı lerek, “sanat için sanat” düsturu ye- 'ne “sosyal sanat” parolası ikame €- dılu_ligtir. z Komünizme tamamiyle zıd olmala- ;“lna Tağmen, diğer iki yeni kuruluş, talyan faşizmi ve alman nasyonal - izmi, sovyet Rusyanın sanat dün- Yasına verdiği bu taze istikametin fahdtle;ınâ uygun bularak benimsemiş, endi mizaçlarına göre yoğur- Muşlardır. e üi ıeıı9v34 de Romada toplanan beynelmi- e 'Olta kongresi, edebiyatın, mima- iİn, resmin ve raksın bir araya top- Nurullah BERK lanmasından çıkan bir sanat şekli o- lan tiyatronun devlet hizmetine gir- mesi, yani siyasi cereyanlara uyarak kütlelerin istikametine terceman ol- ması meselesini hararetle münakaşa etmişti. Halbuki İtalyadan çok evel, yani 1927 de sovyet Rusya, evvelâ tiyat- royu sonra sinemayı sosyal fikirlerin propagandacıları olarak kabul etmiş- ti. Nasyonal - sosyalizm de şimdi, al- man sahnelerinde, kendi nazariye ve görüşlerine uygun olmıyan hiç bir pi- yesin oy müsaade et ı tedir. Marksist - Leninist felsefe, ideolo- jik bir kuruluş olan sanatı, realite'nin anlaşılması iğbmen mükemonci bir dt olarak göstermektedir. Marksizm bu realite'nin anlaşılmasını da, cemiyetin faal tahavvüllerinin tasviri şeklinde görmektedir. Bunun için sanat, geniş kütleler tarafından kolayca anlaşıla- bilecek bir tarz ve teknik içinde, mem- leketin siyasi ve sosyal mücadele ve muvaffakiyetlerini terennüm etmeli- dir. Müusolini'nin sanat telâkkisi bakı- mından İeninist olması, daha doğrusu marksist mefküreye uygun telâkkiler beslemesi garib görünebilir. İtalyan diktatörü de bir “kütleler sanatı,, ta- rafdarıdır. Bütün sanat kollarının ve bilhassa tiyatronun, italyan milletinin kavuştuğu yeni hayata terceman olma- sını arzu etmektedir. Fakat Musolini, Sovyetler ve almanlar gibi sanatı fer- dilikten tamamiyle çıkarmak gaye- sinde değildir. Teknik ve tarz serbes- tisine dokunmamaktadır. Nasyonal - sosyalist Almanya, sa- natın devletleştirilmesi yolunda son zamanlarda pek kati tedbirler almış- tır. Alman idarecileri bu tedbirlerin esaslı noktalarını ehemiyetle izah et- mişlerdir. 'Geçenlerde vermiş olduğu bir nu- tukta alman propaganda nazırı Goeb- bels, alman sanatının, “milletin bugün- kü inkişafına uygun” olması lâzımgel- diğini söylemiştir. Alman devleti, ırk- cılık telâkkilerini sanat sahasına da teşmil ederek, “yabancı unsurlar tara- fından Almanyaya sokulan cereyanla- rm tamamiyle kaldırılarak yeni Al- manyayı, siyasetini, mücadelerini, sos- yal inkişafını terennüm eden saf ve klasik bir sanatın esaslarını kurmak” hususundaki azmini ifade etmiştir. Demek ki bugün dünyada üç mem- (Sonu 10 uncu sayfada) Atatürk, anayurt ve biz: Biz arık topraklara ruh vermek azmindeyiz Varsın eller bağını bezesin allı güllü. Bir fethin başlangıcı güttüğümüz çetin iz; Davânın saflarında gönüllüyüz, gönüllü! Artık hangi dişiye ayrılacak gün vardır: Götürüyor bir eşsiz vuslata bu hız bizi! Bekliyor, sevilmemiş, aranmamış yıllardır, Bağrı taşlı gözleri yaşlı anamız bizi. “Vatan, gülistan!” diye avunmak bizden ırak; Biz kendi kendimizi aldatmaktan uzağız; Şu var ki: yılgınlıklar kuramaz bize tuzak: Biliriz büyük, güzel günlere çıkacağız. Biz düşünen, hükmeden, halkeden insanlarız; Makine-adam olmak, hain olmaktan iğrenç. Yaşamaktan sevmeyi inanmayı anlarız; Daima kafa, olgun; ruh, çocuktur ve kalb, genç! Tabiatin her türlü hıncını boş görürüz Yere gelmez sırtımız gelsek bile alta biz; Her betonu bir kutsal kubbeden hoş görürüz Bir seccadeymiş gibi bakarız asfalta biz. Geleceğe nur gibi, geçmişe alev gibi: Bir an sendelemeden, görmek, yakmak, yaratmak... Yapmakta tanrı gibi ve yıkmakta dev gibi: Yer yarmak, cevher almak; ayrık sökmek, ray atmak.. Topyekün bir inşanın arsası bir memleket 17 000 000 işçi ve tam usta bir mimar; Yeniden her hassası boy atacak bir millet, Yeni baştan bir vatan yapmaya ahdimiz var! li ee GA o Behçet Kemal ÇAĞLAR J —— —— —— — A Almanya'da nazi rejimi bütün güzel sanatları müzaharet ve himayesi altı- na almıştır. Fakat bu himaye sıkı bir kontrolle birlikte yapılmaktadır. Mo- dernizm namı altında sanat sah d. Fransız ressamları : Jacgues Blanchard ( 1600 — 1636) Edebi Anketimiz La Charit& Şiir Ölüyor mu?. “Bugünkü türk şiirinin ilerde bir altın devir olarak anilacağına imanım var!,, Şiir ölüyor mu? Bu sual,en ciddi zi- hinleri yormaktadır. Bu bahis etrafın- da şairlerimizle yapmış olduğumuz | anketin ilk cevabını geçen hafta neş- retmiştik. Bugün de genç ve kıymetli şairlerimizden Ziya Osman Saba'nın fikirlerini bu sütunlara geçiriyoruz : — Şiir'in inhitat ettiği, rağbetten düştüğü günün münakaşa mevzuları arasında sık sık ileri sürülüyor. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? — Edebiyatlarını az çok tanıdığı- mız, Fransa, İngiltere, Almanya, A- merika ilh... gibi bir kaç muayyen bü- yük memleket (Dünya) kelimesinin muhtevasını doldurabilirse, dünya öl- çüsünde bir şiir buhranı vardır, diye katiyetle iddia edilebilir. Bir zamanlar şiirin en büyük dâhi- lerini yetiştirmiş olmak şerefini ka- Z_Grı:ileıı ifrat cereyanlara karşı şiddet- bir mücadele açan nazi rejimi - sağ- lam ve sıhatli bir sanat telâkkisini memlekette yerleştirmeye çalışmakta- dır. Paris enternasyonal sergisindeki man pavyonunu süsliyen bu moni- mMantal grup bu sanat telâkkisinin bir ifadesidir. HAFTANIN AKİSLERİ Nobel mükâfatı Bu sene Fransız romancısı Roger Martin du Gard'a verildi Nobel mükâfatı bu sene, tahminle- rin hilâfına olarak fransız romancı- larından Roger Martin du Gard'a ve- rilmiştir. Bugünün fransız edebiyat- çıları içinde ismi oldukça seyrek ge- çen ve yabancı memleketlerde daha az tanılmış olan bu muharrir, bu- nunla beraber çağdaş fransız edebi- yatının en yüksek mümessillerinden biridir. Nobel mükâfatının kendisine veril- mesi dolayısiyle yazdığı bir yazıda Nurullah Ataç onu günün en büyük fransız romancısı diye tavsifden çe- kinmiyerek diyor ki ; “Onun yanında yaİnız — Mauriac, Maurois gibi parlak eserler yazabi- lenler değil, Georges Dulamel, Jüles Romains, hattâ Giraudox gibi mu- harrirler de ikinci derecede kalır. Roger Martin du Gard, bugünün fransız edebiyatında bir Paul Clau- del, bir Andr& Gide kadar ehemiyet- lidir.,, Nurullah Ataç, bu büyük fransız Tomancısının eserinden bahsederken şöyle yazıyor : “Koca bir cild olan Jean Barois'yi, on cild tutan Les Thibaüult'yi okur- Een insana şöyle bir his geliyor : Bu adam anlattığı şeylerin ehemi- yetini biliyor, bunun için de o ehe- miyeti bizim gözümüze sokmağa, dikkati celbetmek için hilelere baş vurmağa lüzum görmüyor. Ağır ağır yürüyor ve muhakkak büyük bir ne- ticeye varacak.“ Gerçekten de öyle oluyor. Jean Burois'yi okuduktan sonra Dreyfus davâsını, Les Thiba- ult?yu okuduktan sonra da 1914 har- binim hatırlanışını daha iyi anlarsı- nız.,, İlâve edelim ki fransız edebiyatın- da bu derece ehemiyetli bir mevki İş- gâl eden bu romancı memleketimizde Pek az tanrlmaktadır ve eserlerinden olan bu memleketlerin bugün büyük bir şaire sahib olmadıkları, ve heyhat, belki de artık hiç sahib olma- yacakları kanaatındayım; ve bu kana- atım bir tek sebebe dayanıyor: Bu memleketlerde medeniyetin terakki- siyle beraber (Dış hayat')ın (İç ha- yat')ı öldürmüş olması. Bir zamanlar insan muhayyilesinin sayısız, göze görünmez ilâhlarla dol- durduğu topraklar bugün (madde') nin ezici hâkimiyeti altındadır. Her şeyi, bütün kanaatı maddi hayat adesesinden gören, dünya üzerinde geçirebileceği bütün seneleri maddi hayatını temin gayesine göre tanzim etmiş olan garblı, şiire, bir antika eş- yaya bakar gibi, uzaktan bakmaya baş- lamıştır. Şayet oralarda henüz şiir kitabı sa- tılıyorsa, eminim, bu kitablar sadece etajer rafı süslemek için alınıyor. Şa- yet bu kitablardan bazılarının sayfa- ları açılmış ise, korkarım, onları iste- rik kadın parmakları yırtmış olma- sın |.. İnsan kalbindeki binbir türlü heye- canı mısrâ halinde ebedileştirmeğe ça- lışan, ilk vuruşundan son atışına kadar meçhul içinde çırpınan dilsiz insan kalbinin 'en ustalıklı çığlığı olması lâ- dalarını dünden alan şairlerdir. Bu- gün, Fransanın da iftihar edebileceği hiç bir genç şairi yoktur. Her şairin şairliği, irsen sahib oldu- ğu ruht kabiliyetle, doğduğu, büyü- düğü, yaşadığı muhit tesirlerinin bir muhassalasıdır. Falanca memleketin bedbin bir şairi başka bir diyarda doğ- muş, yaşamış olsaydı, ihtimal dünya- nin en nikbin şiirlerini yazar, daha başka bir memlekette ise, belki bir iki mısrâ heceleyebildikten sonra, istida- dı mahvolup giderdi. Bunun gibi, yukarıda saydığımız memleektlerin birinde dünyaya gele- cek bir şiir istidadını, en kuvvetli bir (anadan doğma şair) olarak kabul et- sek bile, çocuğun teneffüs ettiği hava- ya varıncaya kadar her şey bu istida- dı söndürmeye uğraşacak, maddileş- miş hayat içinde ruh çok geçmeden özünü kaybedecektir. Şair olmakl... Bu belki çocuk daha doğmadan veril- miş korkunç bir hükümdür; fakat bu hükmü bozmak, en kuvvetli bir istida- dı boğmak mümkündür, ve bunu bozan muhit hiç kimsenin haberi olmadan kolayca yapar. — Türkiye bakımından vaziyeti na- sıl görüyorsunuz? — Bugünkü Türkiye, dünyanın 20 inci asırda mesahaları pek daralmış o- lan şiir topraklarının muhakkak en zenginlerinden biridir; ve bizim türk şiiri ölüyor diye, telâş etmemiz henüz sırasızdır. Bir defa keyfiyet bakımından, şiir neşriyatı, diğer neşriyat arasındaki yüksek derecesini epey zamandır mu- hafaza ediyor. Bilhassa, heveskâr şair- lerin çıkardıkları ufak kıtada şiir ki- tabçıklarının yardımiyle — tutulan bu derece, bu şiirler ilk eserler olmak i- tibariyle kalite cihetinden ne kadar düşük olsalar da, gene bir iştiyakı ifa- de eder. Kemmiyet bakımından ise: Evelâ şuna işaret edeyim ki bugünkü türk şiirinin kalitesini ölçmek için ilk iş o- larak asıl cevheri aramak zahmetine katlanmak, bugünkü türk şiirini he- zımgelen hakiki şiir bu leketlerde ba_ıiî gçocuk manzumeleri haline gel- miştir. Ancak terceme antolojilerinden ta- k_ib edebildiğim bugünkü garb şiirle- rinden bilhassa ingiliz ve amerikan şiiri bende bu tesiri brakmaktadır. Edebiyatını yakından tanıdığımız Fransada ise, bugün tek tük tesadüf e- dilen büyükçe şairler (ezcümle Vale- ry) dünün şiir ananelerini yaşatan, g- veskâr neşriyatından ayıklıyarak mü- talea etmek lâzımdır. Türk şiiri bugün, sessiz, alayışsız, en büyük bir hamle yapıyor. Bugünkü türk şiiri, etrafındaki alâkanın azlığı- na, takdir edilmemesine, ve nihayet bin bir sıkıntı içinde olmasına rağ- men, yalnız sanat aşkiyle izah edilebi- lecek bir gayretle eserini vermekte, o'mr'm günden güne daha mükemmel tetazi hiç birinin, hattâ parça halinde bile dilimize çevrildiğini hatırlamıyoruz. Nobel mükâfatının kendisine veril- mesi bu noksanın giderilmesine yol açarsa memnun olacağız. çalış 1r. Bugünkü türk şiirinin ileride bir (Altın devir)) olarak anılacağına ima- nım var. Bizde şiir okuyucusu meselesine ge- (Sonu 10 uncu savfada)