—— TAN Ne yazık ki, Gelibolu önünde bir deniz harbi kazanan Lorecdanonun, torunları henüz bir zafer kazan- mamışlar, hattâ harbin yüzünü görmek imkânını bulmamışlardır. Kesendire kahramanının torunları da ayni durumdadır. Şu halde bir tarih satırını bütün bir ömür ve bütün bir alle, zerre zerre yemek- | Meğer yavrucak kahvecinin toru- ten vaz geçmeli, kabilse, o satıra (nu imiş. Kahveci dışarı çıktı ve hiç bir kaç kelime ilâve etmeli. İ telâş etmeden: Bir lâhza durdu, sonra yüzünü | — Baksana kuzum, Sen buradan buruşturarak içindeki | bülantıyı (gitsen İyi edersin! kelime halinde heriflerin idrâki- — Vay sen bana mi... ne kustu; — Uzatma! Müşteriler rahatsız 0- luyor, Sen her zaman böyle yapar- sın! — Sen bana böyle #öz söylemiye cesaret edecek adam mısın bel Ben adamın... Hiddetimden titriyor, ihtiyar kah- 16-4-939 Horoz Dövüşü Yüzünden 2 Kişi Öldü Sıvas, (TAN)— Fengi Sayfer ki yünde, bir horoz döğüştürme müsi bakâsı iki kişinin ağır surette yari lanmasiyle neticelenmiştir. Köylü eğlenti olsun diye köy meş danında toplanmışlar, Ömer oğlu İ mail ile İbrahim oğlu Mehmet v kardeşi Abdullahın horozlarını kal şilaştırmışlar ve seyre başlamışla! dır. Kendi horozları mağlüp oluncs iki kardeş kızmışlar, İsmailin gali horozunu müşkülâtla yakalayıp yer vurmuşlardır. © İsmall de“ bıçakl Mehmedi ve kardeşi Abdullahı ağı surette yaralamıştır. Yaralılar bura memleket hastane sine getirilmiş, İsmail tevkif Zorbanın Sonu (Başı 3 üncüde) ilişen. Hemen kalktı, çocuğun elin- den topu aldı ve cebinden çıkardığı bir sustalı çakı ile elma keser gibi kesti, parçaladı ve kaldırıp attı, Ço- cuk başladı ağlamıya, YAZAN : TURHAN TAN «x Tİ az TEFRİKA No. 14 | Sinyorita, Bu Nasıl Söz? z Türk Safosunun Hayatı — Deülelerinizi tanıyorum, Türk lerin de nasil bir cihan oldukları- nı öğrenmiş bulunuyorum. Fakat siz, mslüm geçinen meçbullersi - niz. Mümkün olsa da kendilerile Bu İkaz Karşısında Bafa, Acır veya İğrenir Gibi Budala Gencin Yüzüne Hayretle Baktı olun Bu hal, Bafanın kendi kendini dinlemekten yorulmasına ve göz- lerini sersemler kafilesine çevire- rek her erkeği bir lâhza süzmesi- ne kadar devam etti, Şimdi büyük, küçük (bütün o âvâreler, keskin ziyadan örülme bir ağ içine düş- müşler gibi üzerlerinden geçen ba- kışın ışığına sarılmışlardı. o Yeni bir sersemliğin vecdini yaşıyorlar- dı. Kaptan Loredano, en cesur dil oldu ve yılışa yılışa Bafaya soku- larak yaltaklandı: — Otuz erkek, dedi, gözünüzü denizden çeviremedi. Çok dalgın- dınız, galiba Venediği düşünüyor- dünüz? Asil Suranço, Lerodanoyu kıs- kandı. Başka bir'ağıza düşmek ü- zere bulunan kemiğe sokulmakta tehalük gösteren mahlüklar gibi hemen atıldı: — Sinyoritanın, dedi, Korfoyu düşündüğüne eminim. Çünkü is- tikbal, geride değil, ileridedir. Ge- mi de bizi adım adım ileri götü- rüyor. Genç Kapitano da, bir şeyler söylemek ve hiç olmazsa harhara- sını hissettirmek istiyordu. Fakat Bafa, aptal kadınlar yüreğinden başka hiç bir duygu kaynağı ü- zerinde ( dalga yaratamıyacağına kanaat beslediği bu üç miskin he- yecanı zarif bir dudak bükümiyle tezyi ikten sonra, yüzü denize çevrili olduğu halde, düşünçeleri- nin hakikatini onlara bildirdi; sr Ne düşündüğümü ; , keşfede- mediniz. Şu engin denize saatler- ce kapanan bir muhayyile, ne Ve- nedik, nede Korfo üzerinde bu kadar uzun müddet oyalanabilir. Hele genç bir kızın şuurunu saat- lerce esir eden mevzu Omutlaka masi için kelimelere yüksek bir tinnet vererek ilâve etti: — Türkleri düşünüyordum! iza hayli sokulmuş olan üç asilzade gibi gerilerde ka- lan erkeklerin de yüzleri soldu, gözleri bulandı, derileri üzerinden bir soğuk seyyale geçti ve bütün başlar ihtiyarsız * denize çevrildi. Hepsi, istisnasız olarak hepsi, göz- lerinin görme hududu dışında Türk korsan gemilerinin dolaştı- ğını kuruntuluyorlar ve engin bir boşlukla uzsnp giden denize kor- ka korka bakıyorlardı. Ne ileride, ne sağda, ne solda bir yelken, hattâ bir gölge ogörünmeme- si — yine öbürlerinden önce — Loredanoyu cesaretlendirdi ve dil lendirdi. Fakat asilzade kaptan, Bafanın Türkleri yükselten sözle- rini, o ilk korku Sırasında, unutu- verdiğinden mevzuu tahrifle söz» girişti: — Sinyorita, dedi, bu nasıl söz? Karşımızda Loredanoların kanını taşıyan — bir kaptan var. Hangi 'Türk korsanı, bir “Câli Bey,, ol » mak ister ve önüme çıkmak alık- lığını gösterir (1). Bafa, acır veya iğrenir gibi, bu- dala gencin geride, ne yüzüne — uzun uzun bakarken Kapitano, deminki sü - kütunun elemini methemlemek is- tedi, söze karıştır — Muhterem Loredano dedesi- nin babası tarafından bir buçuk asır evvel Gelibolu önlerinde ka- zanılan deniz zaferini hatırlatmak istiyor. Müsaade ederseniz ben de ayni yıllarda bir “Kapitano,, nun Osmanlıları Kesendireden tart, G ranşe, bir suçlu gibi kötü kötü düşünüyor ve öbür a- asilzadelerden — cesur kan itiba- riyle — geri kalmaktan ürkerek işe yarar bir tarih hatırası bul- mak için — hafızasını yorup dü- ruyordu. Bafa da, gözlerini ona dikmişti. ve maskaralık yarışında bu ser semin nasıl davranacağını öğren- mek istiyordu. Suranço, işte bu müstehzi bakış altında bir iki asır evvelki Venedik tarihini hatırla- dı, dedelerinin o devirlerde neler yaptıklarını gözönüne ( getirebil- di ve üç beş kere öksürdükten sonra, “Budala mağrurlar,, kafi- lesine katılarak şu cevheri yumurt- ladı: — Asil arkadaşlarıma son de- rece müteşekkirim. Çünkü dede- lerini yüksek huzurunuzda müna- sebet getirerek anmakla beni de büyük ceddim Civani Suran - çonun #ziz hatıraları arasına si rüklediler, heyecanlandırdılar, Lo- redsno da, Kapitanoda bilirler ki, Gelibolu ve Kesendire zaferle- rini kolaylaştıran büyük ceddim olmuştur. o Çünkü o, Venedikten kalkarak ve bin türlü * güçlükler yenerek Konyaya kadar gitmiş, Karaman oğullarını, Osman oğul- ları aleyhine ayaklandırmıştı. Bafa, yüzlerine tükürmek iste» diği bu şımarık gençlerin o biçim davrandığı takdirde ulanacak yer- de kıvanç duyacaklarını sezdiğin- den tükürüklerini heder etmedi. Lâkin ölülerin (kahramanlığını kendilerine (omaletmeğe savaşan budalalara edep ve iz'an dersi ver- mmekten de kendini alamadı: — Gelibolu nerede, Kesendire nerede, Konya nerede ve yüz elli yıl evvel yurtlarına alın açıkliğile övündüğünüz dedelerinizle yüz yü- ze gelseniz, onların kanını taşıdı- Bınızı güç ispat edebilirsiniz. O- nun için tarihi rahatsız etmiyelim, susalım, olmıyanlar yüreklerinde bir tat dolaştığını duyarak için için gülümsediler. Asalet gu- ruriyle bir gemi güvertesinde ta - rihi hatıraları şahlandırmıya çalı- şân budalalar ise, sillelenmiş gibi kizardılar, sustular. Bafayı gücen- dirmemek kendilerince zekâ bor- cu ve hülya vecibesi olduğundan şu ağır hakarete tahammül edi - yorlardı. Önlerine bakıp dilsiz - leşiyorlardı. Zaten bahsin müna- kaşaya tahammülü de yoktu. Ba- İn, kendilerinden belki daha asil bir ailenin çocuğuydu. O, geçmiş günlerle gıdalanmanın ahmaklık olduğunu söyledikten sonra, ken- dilerine ancak susmak düşerdi. Bafa, Türklerin oismini andığı Zaman. saygı göstermiyen ve bu edebsizlikle de iktifa etmiyerek Türklerin ufak mikyastaki aske- ri talihsizliklerini dile alan (O bu- dalalara güzel bir ders verdiğin- den dolayı memnundu, sırtını on- lara ve yüzünü denize çevirerek gülümsüyordu. (Devami Var) (1) 16 veya 29 Mayıs bolu önünde vukun gel Fihlerinin —âl birliği üe— yazdıkları bu deniz harbinde Osmanlı dananma- sıns Cali Bey, Venedik filosuna da A- miral Piyetrolare Dano kumanda yordu. Neticede Osmanlılar, m; olmuşlar, Call Bey de dahil olmak üze- veci hoyrat diye endişe edi Kahveci kapıştılar... koştuk ve üşüştük... Üst tarafını i se yedi. liyerek Maslağa doğru gidiyordu.. izahat verdi: in mi? — Kimdir bu? diye sorduk. varda oturuyor. Alman çiftliği t dam galiba! Dedi, duk. heriften dayak yiyecek daha fazla beklemedi. Nargileyi aldı ve marpucu çekerken Ben gözümü kapadım. Bir dakika geçti, açtım. Kahveci herife boyun- duruk çekiyordu. Güya ayırmak için | Seyi bulan Yalovanm bir hayli ek ha hacet yok!. Allah ne kismet ettiy- Oh dakika sonra merkum sende- Biraz yorgun olan İhtiyar kahveci — Huyu böyledir. Bıldır bir kere daha böyle maraza çıkardı, Dersini aldı gitti, Unutmuş olacak ki bu se- fer tekrar musallat oldu. Hiç bunun| burasında adama zorbalık ettirirler — Vallahi pek iyi bilmiyorum. Ci- raflarında,, Vurgunla geçinir bir a- Ve hep tekrar güneşlemiye koyul- muştur. ——— Yalova, Otel ve Gazino İstiyor Yalova (TAN) — Kaplıcalarımı asriliği herkesi tatmin edecek: dere sikleri vardır. Bunun sebebi, bele diye bütçesinin dar oluşduur. Kaplı calara gelenlerin Yalovada oturabi lecekleri bir gazino, istirahat edebi lecekleri park ve otel yoktur. Deniz bank bütün gayretini kaplıcaları sarfetmektedir. Burada park, gazino ve otel ihti yaçları hissediliyor ve Denizbankır bunları yaptırırp yaptırmıyacağı s0 ruluyor. v —— Beden Terbiyesi Müdürlüğü Bütçesi Ankara, 15 (Tan Muhabirinden)— Maliye Vekâleti, evvelce Türk Spot kurumuna ayırdığı 239.570 ve genç lik teşkilâtına ayırdığı 111.600 liraya mukabil bu sene Beden Terbiyesi Ge- nel Direktörlüğü için 351.170 lira tahsisat ayırmıştır. Umum müdür- lük yarım milyon lira ile bir Beden Terbiyesi Enstitüsü, yarım #ilyon li. ra ile de bir umum müdürlük bina“ st inşa etmek ve bir buçuk milyon li- ra ile de klüplere yardım ve spor teş- kilâtının diğer şubelerine sarfetmek istediğini bildirerek iki buçuk milyon lira istemiştir. Ayrılan. we.istenilen arasında bü- yük fark mevcut olduğu için veziyet hükümetin arzusuna birakılmıştır. —— —— Belediye Borç Alıyor deniz kadar engin olmak lâzım ge- lir. Venedik böyle bir vaziyette bir parça köpük, Korfoda bir tu- tam su hükmünde kalır. ğe Ve ortaya atacağı hakikatin, © budalaları bir kat daha alıklaştır- nun asi sx Yazan: Kerime Nadir Elimi kalbimin üstüne bastırdım. Bu suretle çar- pıntımın şiddetine mâni olmak istiyordum. O yine siyahlar giyinmiş ve başını bir tül grekle sıkmıştı. Beni görmediği için gayet sakin ve kayıtsız bulunu- yordu. Artık yapacağım şeyi iradem tsyin edemezdi Parçalanmış kalbimin son arzusuna tâbi olacaktım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Nüvid, benin gideceğim tarafa doğru yürümeğe başladı. Aramız daki mesafeyi biraz daha açtım ve takibe koyuldum. Arada sirada duruyor ve vitrinlere bakiyordu. Ba zan da bir dükkâna girerek beni sabırsız ve taham, mülsüz bir halde bekletiyordu. Nihayet çarşıdan çıktık, Bir iki sokak geçtik, Is tasyon caddesine doğru gideceğimizi hesaplıyordum. Lâkin tahminim yanlış çıktı. Nüvid “Kan” ırmağının sahilini takibe başladı. Nereye gidiyordu?. Bir kere bile dönüp arkasına bakmamıştı. Kâh bir evin köşesini. Kâh bir ağacın göğdesini siper alarak arkasından ilerliyordum. Büylece bir hayli yürüdükten sonra ıwmağı kate den geniş köprüye geldik. Güneş batmak üzere idi Etrafta hazin bir sessizlik ve tenhalık vardı. Iri bir. kaç kavak ağacının gölgelediği köprü, güneşin kızıl liklarile tutuşan ırmağın ortasında siyah bir kamer gibi duruyordu. Nüvit ilerlemekte devam ederek köprünün üzeri ne çıktı. Fakat fazla gitmedi. Kenarına dayanarak suyu seyre daldı. Ben de gayri ihtiyari durmuştum. Geri dönmey hatırıma getiremezdim. İlerlemek... Buna cür'et ede bilecek miydim?... Anl bir karar başımı döndürdü. Ve hiçbir şey dü. şünmeden köprüye ayak bastım. Mütereddit bulun- mak, cesaretimi kırabilirdi. Bunun için çabuk çabuk yürüdüm. Ayak seslerim bile onu alâkadar etmi- yordu. Hiç kımıldamadan duruyor, âdeta bir şey arar Kristo Polis kalesini(Kavalajonlar- dan zaptettiğini size hatırlatmak- la müftehir olacağım. Söyleme- oktur ki, o Kapitano - kanı, hiç bozulmadan bu kölenizin damarlarında dolaşıyor. hizmet eden Loredanola: nolar, Surançolar nerede?.. Cü- ret, zekâ, haysiyet, bilgi ve na- mus; para gibi, ev gibi, ad gibi soy- dan söptan miras kalsaydı, dün- yada hiç bir değişiklik olmazdı. TEFRİKA No. 26 << gibi ısrarla suya bakıyordu. Arkasına geldiğim zaman bir an durdum. Zilleti artık göze almıştım. Birdenbire kolunu tutarak; — Nüvid!.. dedim. O derece ürktü ve titredi ki, şaşkınlıktan bi adım geriliyecek yerde bana doğru gelerek göğsü me düştü. Fakat zaptetmeme vakit kalmamıştı; kendini bir saniye içinde toplıyarak arkaya fırla mıştı. Helecanlı bir sesle: — Benden ne istiyorsunuz? Diye bağırdı. Yalvaran bir tavırlar — Sus! Bağırma Nüvit!.. Bir dakika beni dinle!. Diye inledim. — Sizi dinlemek.. Artık buna muktedir değilim. — Her şeye rağmen dinliyeceksin... Bak.. Halime bak... Bu sözüm onda İyi bir tesir yapmıştı. jus nazarlarla süzerek mırıldandı: — Kendi kabahatiniz., — Beni affet — İmkânı var mı?. — Niçin olmasın!.. Hem ne derece kabahatli ol sam, mazur değil miyim?. — Asla!.. z Artık bundan sonra susamazdım. O da köçmak uzaklaşmak için bir harekette bulunmuyordu. Par maklığın üstüne koyduğu elini usulca tutarak: — Seni kalbimin tahammül edemiyeceği kadar şiddetli bir aşkla seviyorum, dedim. Bak, bunu iti raftan artık çekinmiyorum.. Cevap ver Nüvit!.. Piş man değil misin?.. özlerini açtı: ?.. Bu suali kendinize sorsanız dali ,, iyi olur zannedetim.. — Ben. Belki pişmanım. Fakat neye yarar? “— Cezanızı çekmeğe!,, Çünkü haksız yere o de Ne istiyorsunuz?t. Beni me Te üç bin şehit vermişler ve Venedikli- lerin eline beş gelerya ile dokuz gal yot bırakmışlardır. Fakat bu harbin #iyasif hâdiseler üzerinde hiç bir tesi- Ti olmamış ve Osmanlılar —eskiden ol- duğu gibi— Venediklilerin U ensesinde çorba pişirmiye devam etmiştir. W'x rece şiddetli davrandınız ve bir hiç uğrunda o ka- dar merhametsizce beni terkettiniz ki, dünyanın en büyük işkence ve azaplarını duçar olsanız, yine lâyıkile cezakınmış bulunmazsınız.. — Sen bu kadar fena kalpli değilsin Nüvit!.. V& kıâ belki seni mânasız bir kıskançlık yüzünden bi raktım.. Belki tamamiyle (o günahsızdın!. Fakat, uzun yılların bile kalbimden sökemediği bu şüphe- yi o zaman nasıl hazmedebilirdim?.. — Bana inanarak. — Elimde değildi.. Hâlâ bile inanamıyorum. — O halde benimle görüşmek istemenizdeki mak“ sat nedir?.. Yalancı bir kadından hakikati sormak gülünç değil mi?. — Artık sana İnanmak ihtiyacındayım.. Evet. Her şeye rağmen bu ihtiyaç beni harap | ediyor. Yemin et Nüvit!.. Beni artık aldalmıyacağına ye min et!., — Buna mecbur değilim.. saca bildiriniz.. — Sana inanmak istiyorum. — Peki sonra?.. — Bana inanmanı İistiyorum.. — Bütün bunlar neye yarıyacak”ı. — Anlaşmamıza!., — Netice?.. — Orasını birlikte tayin edeceğiz. Eski karım hafifçe gülümsedi. Güzel dişlerinin parıltısı matemli ruhumda ılık bir heyecan uyandır. mıştı. Bir zamanlar dişlerimin, bu dişler üzerinde dakikalarca nasıl kiliti kaldığını düşünüyor ve son hadde varan bir ıztırapla eriyordum. Kısa bir süküttan sonra dedim ki: — Evvelâ bana söyle, Muhtar ne oldu? Uzaklara bakarak fütursuz ceyap verdi: — Öldüt. , — Ya çocuğumuz? —oOda!t.. İki eline birden sarildim ve soluk soluğa* — Nasıl?.. Diye inledim. Çocuğumuz da mı? € da mı öldü?, — Evet!,, — Yarabbi!.. Fakat doğru söyle Nüvit!.. Bu ço tuk benim miydi?., Hem maksadinızi kı- NEOKALMİNA SIR. Çanakkale (TAN) — Belediye isi Osman Günel Ankaraya gitmiştir. | Belediyeler bankasından yüz bin Wi ra borç alınmasını temin edecektir, Bu para elektrik tesisatının ıslahinal ve şehrimizin mühim ihtiyaçlarına sarfolunacaktır. ÇARE BİR KAŞE Bu sualim onda bir yıldırım tesiri yapmıştı; — Ya kimin olabilirdi?.. Diye sordu. ' — Beni affet!.. Bilmiyorum.. Ah bu Muhtar!.. — Ölünün günahını almayınız, Halâk Bey.. Çü kü bu zavallı verem benim kardeşimden başka bir şey değildi.. Onunla hiç bir münasebetim olmadı. — Yemin eder misin?.. — Tabii! — Peki, mademki bizi dalma (birbirimize bağ kalmağa mecbur kılan bir yavrumuz olacaktı; demki, anne olacağını biliyordun; niçin o gece bı nu bana söylemedin?.. — O zaman daha farkında değildim. Fakat 80 Ta yazdım... — Ah, eveti.. Başımı yeisle sallıyarak elimi cebime soktum v: dalma kalbimin üstünde bir muska gibi taşıdığım silik mektubu çıkarıp uzattım: — Bundan ne anlıyabilirdim, Nüyit!,, Zarfı aldı, açtı ve göz gezdirmeğe başladı. Sonri yüzüme bakarak: — Elinize böyle mi geçti?.. Diye sordu. — Evet!.. Şerifin başından bir kaza atlamış; — O halde bahtımıza küselim.. Demek ki, ikimizl de felâketimizin devamına müstahakmışız.... — Buna yalnız benim müstahak olduğumu zan“ nediyorum.. Çünkü sen yine mesut oldun.. Bu sözüm Nüvide aci bir tebessüm verdi. Gözlü rinde gizliyemediği bir elemle: — Evet, doğrul. Dedi. Ah bu ses!.. Kalbim temiz, insani hislerle dolu: yordu. Şu muhakkaktı ki, Nüvidin aşkı benliğim varlığım üzerinde her türlü tesiri yapabiliyor, vel ben bir vahşi, bir canavarken, birdenbire iyi kalpli ve merhametli bir adam oluveriyordum Ellerini çekti. Kısa bir tereddütten sonra titriyen bir sesle dedi ki: — Hayatta takip edeceğimiz yollar, müebbed. “ayrılmıştır Halük Bey.. Arhk birbirimiz için tama miyle iki yabancı olarak yaşamalıyız. Buna me buruz.. Seyrek görüşelim.. Zaten bu sıkıntıyı, harbin s0 nunu kadar çekeceğiz. Ondan sonra haliyle si memleketinize döneceksiniz. Ben de... (Devamı var!