11 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

11 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

11-4-939 Tefrika No. 11 Feritle Mülâkat Hayli Sürdü " Saklamıya Ne Lüzum Var Hükümetin Başveki Sıfatiyle İşte Açıkça Konuşuyorum." — Mösyö Cenazyan, demişti. Ce- heralin Istanbula geleceği vakit malüm mu acaba? — Şubatın ilk haftasında İstan- bulda olacaktır, diyorlar. Düşman ceneralinin İstanbula şubatta geleceği, yani gecikeceği ha beri slçak Feridin bayağı ca Sıkmıştı. Başını önüne eğmiş, yel le içini çekmişti. Dudaklarından da; — Çok geç.. Bu kadar beklemek bize çok azap ve ıstırap çektirecek,, Sözleri dökülüvermişti. Feridin bu sıkıntılı hali Mailyanm gözün- den kaçmamıştı. O, arkadaşından daha kurnaz, daha hinoğlu hin idi, Cenazyanın eşekçesine kapattığı ü- mit kapıları ile beraber kendi men- faat kapılarının da kapanacağını birden hissetmişti. Hemen ayağa kalkmış, hürmetle eğilmişti ve: — Paşa Hazretleri, demişti. Bu kadar yeise kapılmıya lüzum yok- tur, Kapiten Delor bana diğer bir ge- neralin daha evvel geleceğini söyle- miştir. Işittiğime göre de Kapiten Halit hazırladığı listeyi bu gönera- le verecektir. Cenabıniza arzedile- cek daha mühim bir mesele var ki, onu Cenazyan şimdi söylemiye u- nutmuştur. Kapiten Halit padişah hazretleri ile gizlice görüşmek için Parizden gizli smir almıştır. Cenâzyan beceriksizliğini anla- mış, aklını başına toplamıştı. Otur- duğu yerden bir yay hızı ile sıçra- yarak kalkmış ve: — He paşam, demişti. Doğrudur, Mailyanın dediği. Sizi böyle mah- zun görüncez diyeceklerimi unut- muşumdur. Evet, Kaplten Halit, padişah hazretleri ile görüşmek çin! Parizden emir geldiğini bana da söylemiştir. Hattâ bunun için â- yan reisi Ahmet Rıza Bey ile gö- rüşmek İstediğinden de bahis aç- mıştır bana. Feridin yüzünü kaplıyan ümit- sizlik bulutları dağılmış, kararan yüzü birden ağarmıştı Tatlı bir dille: — Çok teşekkür ederim, Mösyö mişti. Işin en ruhlu ta- Cenazyana hatırlattı” nız. Bu haber çok enteresandır. Ka- biten Halidin Ahmet Rıza Beye müracaâtine ne lüzüm var. Belki dostum Azaryan Efendi Hazretleri size söylemeği unutmuşlardır. Ben padişah hazretlerinin eniştesiyim. Bu sıfatla kapiteni arzularına kâ- vuşturmak, padişah hazretleri ile istediği vakit görüştürmek benim için pek kolay ve daima mümkün- dür. Bu ciheti münasip bir surette kapitene açmak, onu bana müraca- at mecburiyetinde birakmak sizce mümkün değil mi acaba? D amat Feridin Mailyana te. şekkür etmesi ve tevcecüh göstermesi Cenazyanı biraz kıskan- dırmıştı. Bu sebeple Mailyanın ce- vap vermesine meydan bırakmamış hemen söze başlamıştı. — Mailyan kapiten Delorla çalış- maktadır, Delor ise böyle işlere ka- rışmıyor. Mademki emrediyorsu- muz bunun için çalışmağı söz veri" yorum bendeniz. — Çok iyi olur Mösyö Cenazyan. Meselâ, beni eskidenberi tanıdığı mızı padişaha olan akrabalığımı bil- diğinizi söyliyerekı pekâlâ, kapiten Halidin bana müracaati zeminini hazırlıyabilirsiniz. OHem zannet mem ki, benimle görüşmek fırsati- ni kapiten Halit kaçırsin. Hain Feridin Ik! yüzlü ahbarlar- la görüşmesi saatlerle sürmüştü. Yemekte bile bu mevzüdan ayrıla- mamıştı. Fransız hükümeti ve mil- letinin dostluğu şerefine eski şarap- lar içilmiş, methiyeler söylenmişti. İçkinin verdiği keyif ile Ferit bül- bülleşmişti. Londradan, İngilizler- den ve hele hiç dilinden düşü diği Prens Dögel ile aralarındaki dostluktan iftiharla bahsetmiş, söy- lemiş, övünmüş ve övünmüş söyle- işti, Sonunda da: — Sağlamağa ne lüzum var. Hü- kümetimizin müstakbel bir başve- kili sıfatile işte açıkça söylüyorum, demişti. Fransızların sıcak, cana yakın nazikliklerini, ingilizlerin s0 ğuk centitmenliklerine her vakit tercihi ederim. Bu sebeple memle ketimizin bugünkü acıklı vaziyetin- de, uzatılacak bir Fransız elini, haz- re* Isanın mübarek - eli gibi hür- metle öper, tazim ile sikarım. Fran- sız dostluğunu bütün ruhumla ku- cakları aziz canımla besler, kal bimde yatırır ve büyütürüm. erit cidden coşmuştu. Osman lalığını da, damatlığını da, paşalığını da unutmuştu. Adeta Fransızlığın âciz, değersiz bir kulu olmuştu. Fransızları o kadar yük- seltmiş, o kadar öğmüştü. Sanki Türklüğe karşı beslediği bütün kin ve garazını böylece ortaya dökmüş- tü, Mideleri gibi ceplerini de şişir- diği misafirlerini uğurladıktan son- ra salona dönen Ferit, ayakta bul. duğu Zeki ile Ali Thsuna: — Nasıl Beyler, demişti. Fransız dostluğunun. piştarlarını ele geçir- dim mi? Ali Ihsan Bey neden ise bugün susmuştu. Fakat Vahdettinin has a- damı olan Zeki, Feridin bu derece alçalmasını, hele iki Ermeni uşa- ğma bu derece yaltaklanmasını, hiç te hoş görmemişti. Kaşların çatmış ve: — Şaştım bugünkü halinize, A- damlarını bu kadar ağırladığınıza bakılırsa Halitle karşılaştığınız za- man her halde ayaklarına kapana- caksınız. Şevketmcabımızın enişte- si olmak Sıfatı ile biraz © âğır dav- rTanmanızı, millet ve memleket uğ- Tuna bile olsa kadir ve şerefi şaha- neyi bu derece aştğılatmamanızı rica edeceğim sizden. Sözile, o da millet ve memleket mefhumlarının nazarındaki kıymet sizliğini göstermişti. Memleketin düşman çizineleri al- tında çiğnendiği: milletin göz yaş- ları dökerek inlediği o kara ve &- tisi meçhul günlerde Izzet Paşa ka- binesinin çekilmesi, hiç şüphe yok ki, günün en ehemmiyetli ve hat- tâ elemli bir meselesi olmuştu. Yal- nız Vahdettini ve taraftarlarını iş- galet düşmanlardan daha çok se vindirmişti. Her yerde, hattâ ma- halle kahvelerinde bile kabinenin padişah tarafından yaptırılan bir müdahale ve tazyik üzerine çekil- diği söyleniyordu. Saray, Bab:âli, mebusan meclisi karışmıştı. Vahdettin, istifanamedeki ağır ve dokunaklı sözlerden çok teessür duyduğunu, bu hareketi ile riayete yemin ettiği kanunu esasi hüküm- lerinin haricine çıkmamiş olduğu- nu ve yaptırdığı tebligatın bir tav- siyeden ibaret bulunduğunu ileri sürüyor. Kaçamak yollara saparak meselenin âyan meelisi tarafından müzakere ve tefsir edilmesini isti- yor ve istifanameyi âyan meclisine gönderiyordu. Babiâli padişahla hükümet arasın. da ihtilâfı mucip olacak bir hâdise bulunmadığı halde, kabine reisine sit salâhiyetin bir takım kayıt ve şartlarla daraltılması, hükümleri- ne riayete and içilen kanunu esasi- ye aykırı görüyor, kabine hakkın- daki emniyeti şahanenin azalme- sından bahsedilmesini de bir izzeti nefis ve şeref meselesi sayıyor ve istifada ısrar ediyordu. Mebusan meclisi neden ise pek o taraflı olmuyor yalnız meclis re- isi Halil Bey “Kavaidi meşrutiyet icabnca, vükelâ buhranında şevket- meabın âyan ve mebusan reisleri ile istişare buyurmaları icap eder- ken, bu defa yalnız âyan reisinin çağırılmasının ve mebusan reisinin meseleden haberdar edilmemesinin usul ve teamüle münafi olduğun- dan ve bunun da zatı hazreti padi- şahinin mebusan meclisine karşı bir emhivetsizliği telikkisine uğ- radığından...” bahis ile başmabeyn- ci Lâtfi Simavi Beye şiddetlice bir müracaat yapıyordu. Ayan meclisinde hareket yoktu ve bu hareketsizlik göze çatpiyor ve biraz da manalı sayılıyordu. Va- ziyeti tahminde güçlük çekmiyen, biraz kulağı delik geçinen kimsel, âyan meclisinin padişah tarafını il. tizam edeceğini söylüyor ve esefle- niyorlardı. Ayan meclisi, padişahın bu hare- ketinde meşrutiyete ve kanunu esa- siye karşı bir sadakatsizlik olup ol- madığım düşünüp araştıra dursun, beri tarafta azlıklar ve bu azlıkları büsbütün çileden çıkarmağa uğra- şan büründükleri siyahlar altmdan hakiki çehre ve kisvelerile meyda- na atılan azgınlar boş buldukları meydanda at oynulmıya başlamış- lardı. Palikaryalar, ahbarlar yap- tıkları âdi taşkınlıklarını, çirkin gösterilerini artırmışlı Ötede beride hâdise çıkarıp Itilât Devlet- lerinin müdahalesine meydan ve- recek teşebbüslere atılmışlardı. A- çıkçası silâhlanıyor, baş kaldırıp şahlanmağa uğraşıyorlardı. Müttefikler Istanbulda, kendi a- ralarında bir İdare kurmuşlardı. Akdeniz kuvayı bahriye kuranda nı İstanbula fevkalâde komiser ta- yin olunmuştu. İşgal kuvvetleri başkumandanlığını Makedonyada bulunan general Franşe Despere yapıyordu. Ingilizlerin Karadeniz | ordusu adını verdikleri kuvvetin kumandanı general Sir Corç Miln de başkumandanlığın emri altında bulünüyordu. Ayrıca teşkil edilen İstanbul mıntakası müttefikin ku- mandanlığında da yeneral Sir Han- ri Vilson bulunuyordu. (Devami var) TAN 233333332 A 333333393230 Bvsüne ait meselelerden bah- sederken, sözünü bitiremi- yecek, tıkanıp kalacak zanneder- dim. Fakat eski hikâyeleri anlat - mağa başlayınca sesine de, hare - ketlerine de bir canlılık geliyordu. Onun için dünya ancak 15-20 sene evvele kadar vardı. O tarih - tenberi sanki hayat durmuş, yaşs- mak kesilmişti. Hiçbir işi beğen- miyor, hiçbir işe güvenemiyor, her yapılanı yadırgıyordu. — Sinema; itmedim bile, di - yerek dudak büzüyordu, nerede © eski balozlar, orta oyunları. Dün - yanın tadı, tuzu kalmadı. Zamane gençlerine acıyorum doğrusu... ir pazar günü ziyaretine gir- tim, Üst üste pamuklu hır - kalar giymiş, kafasına bir siyah takke geçirerek köşe minderine yerleşmişti, Hemen yanında, el yaz- ma bir kitap, bir sıra yasemin ağız- lik, mukavvadan büyük tütün ku- tusu, mini mini siyah taneli ve kır- mizi İmameli tesbihi duruyordu. Mor damarlı, zayıf ve kocaman elini öperken dışarıya kulak verdi. Uzakian uzağa top sesleri geliyor- du; — Hayır ola, diye sordu, bu top sesleri ne? Bayram mı? — Değil amca, dedim, imana bir İngiliz zırhlısı gelecekti. Onun selâm topları olacak, — Selâm topu ha... Pek mühim- dir pek... Dikkat ister, hazırlık is - ter. Hayretle sordum Neden amcacığım, kuru sıkı selâm topunun hazırlığı ne olacak? Bütün ihtiyarlardaki bir nesil evveli küçük görmek itiyadile: — Senin buna aklın ermez ev - lât, dedi, bir tarihte bu selâm topu BAŞ AĞRISI NEDEN GELİR? Baş ağrısından rahatsız olunc herkesin bildiği, o meşhur ilâçi rın birinden alırsınız. Ağrı da çok defa gecer; fakat gene gelmek ü- zere. Gitgide ilâcm miktarı art- tırmağa mecbur olursunuz, mide- niz de az çok bozulur, bununla be- raber baş ağrısı da artık geçmez. Onun için baş ağrıma böyle muvakkat tesirli ilâçlaria karşı koymak doğru bir iş değildir. Doj ru yol, baş ağrısının nereden gel- diğini anlıyarak onu kökünden geçirmektir. Baş ağrısı ateşle birlikte gelirse sebebi meydanda demektir. Ateşli hastalıkların hemen hepsi baş ağ- rısma sebep olurlar. Sıtma nöbet- eri bile baş ağrısı ile gelir.. O 7a- man baş ağrısı ile ayrica meşgul olmağa lüzum kalmaz. Ateşli has- talıkla beraber onun alâmeti olan baş ağrısı da geçer, Bazı haslalıklarda da baş ağri- sı çok rahatsızlık vermekle bera- ber hastalığın başka alâmetleri yanında bu alâmet ikinci derece- de kalır. Meselâ menenjit hastalı- ğında... Zehirlenmelerden sonra gelen baş ağrısının sebebi de çabuk an- laşılır: Akşamcılarm hepsi sabah- leyin gelen baş ağrısını iyi bilir. Kış mvesiminde sobaların İYİ işlememesinden gelen karbon ok- sidi ile zehirlenmenin verdiği baş ağrısını hatırlamak lâzımdır, Baş ağrısı ateşsiz olursa, belli başlı bir hastalıkla birlikte ilkin damarlardaki tansiyonun fazla 0- Tup olmadığını düşünmelidir. 'Tan- siyon fazla olunca sabahleyin uy- kudan kalkınca enseye doğru şid- detli bir baş ağrısı gelir, insan ha- reket ettikçe, hele iğildiği vakit artar ve tansiyon düşürülmedikçe baska hiçbir seyle geçmez. Böbreklerde miizmin bir iltihap olunca gene baş ağrısı gelir ve ü- remiye doğru götürür. O zaman baş ağrısının o ağır hastalığı ön- <eden haber verdiğinden dolayı ondan memnun olmalı ve böbrek- leri tedavi ettirmelidir. Firengi hastalığı şimdiki gibi çabuk tedavi edilemediği zaman- larda onun akşamları gelen meş- hur bir baş ağrısı alâmeti vardı. Şimdi vaktile tedavi edilenlerde bu alâmet görülmüyorsa da ken- | dilerini tedavi ettirmiyenlere baş ağrısı gelince ona hiç kabahat bul- mamalıdır... Başı ağrıyan, hele orta yaşlarda bayan olursa, parmaklarını saçla- rımm arasına sokarak basının de- risinin altmda, arkaya doğru, kü- çük kücük yumrular bulunun bu- lunmadığına bukması ihtiyatlı bir hareket olur. Cünkü la topla” nan yağ parçaları da baş ağrısına sebep olurlar, Burun hastalıklarında baş ağri- st geldiğine en iyi sahit nezledir. Nezleye tutulanm başı ağrıdığı #âbi, burunda nezleden baska bir hastalık olunca gene bas ağrısı gelir. Onun için burunlarınd şüphesi olanlar bir kere onu muavene ettirmelidir. Hele kemiklerinin aralarında bosluk- lardan birinde iltihap bulununca baş ağrısı pek siddetli olur... Bu- nun gihi kulak hastalıkları da, göz ine da baş ağrısı getirir. r. Hormonlardan bazılarınmı ho- zulması baş ağrıma sebep olur. Tiroit guddesi fazla işleyince, ka- dın yumurtalığının hormonu aza- Imca haş ağrısı gelir. On yaşından sonra bazi çocuklara baş ağrısı gelir, Ondan başka derin bir yor- gunluk, idrarda albümin bulu- nur. Bunlar çocuğun mektebe de- Yamına bile mâni olur. Sonra on sekiz yaşmda bu alâmetlerin hep- si kendi kendilerine kaybolurlar. Bu da ipofiz guddesine kan birik- tiğinden dolayı hormonların bo- zulmasından İleri gelir. Boyları Yazan: buk çocukların o birço- Kunda bulunan baş ağrısı da ayal sebeptendir. ln de sinirlilerin baş ağrısı var- yüzünden az kaldı, tantuna gidi - yordum. Şaşırdığımı görünce memnun oldu. Sanki bütün zevki, eski hâti- ralarile, hâtirasını saydığı gençleri şaşırtmaktar ibaretti. — O zamanlar bahriyede topçp zabitiydim, diye başladı, o zaman- lar dedimse, Rus - Japon harbin- den on beş, yirmi yıl evvel Muini- zafer körveti hümayununda topçu zabitiydim Bizim korvet, Adalar deni- zinde bulunuyordu. Rados adasın- da demirliydik. Hiç unutmam böy- le güzel bir bahar günüydü. Ada- lar denizinde yaz erken gelir, Fakat rüzgür eserse sdamı rahatsız et - mez. Öğleden sonra kıç üstünde hamağa uzanmıştım. Tenteleri kı- muıldatan bir poyraz esiyordu. Göğ- sü, bağrı açmış, uyumağa hazırla- nıyordum. Birdenbire liman ağ - zindan bir gürleme duyuldu. Ne - den yalân süyliyeyim, ilk aklıma gelen basılmak ihtimali oldu. — Eyvah, dedim, Çeşmede, İne- bahtıda, Sinopta olanlar oluyor gü- liba. Düşman bizi gafil avladı. Bun- ca senedir midye bağlamış demiri kımıldatmanın mümkünü yok. dık vesselâm... Ms mesele başkaymış. Der- saadeti ziyarete giden büyük bir İngiliz zırhlısı, bizim direkte sallanan komodorluk bayrağım gö. rünce selâm topuna başlamış, Bor- da toplarından biriyle ateş ediyor- du ama ortalığı inlettikçe irletiyor, denizin yüzünü barut kokulu beyaz bir dumana boğuyordu. Hemen: — Cevap vermek lâzım, diye dü- şündüm, kaç top atlıysa o kadar karşılık vereceğiz. arda bandıralara kumandayı bastım: — Sayın şunun attığı topları, de- dim, yanlış olmasın, gözlerinizi pat- latırım. Lâkin sükünetim çok sürmedi. Kâfirler yirmi bir pareyi geçmişler, otuz, otuz beşi bulmuşlardı, Şu halde yüz bir parçe atıyorlardı. Bize de o kadar savurmak düşüyor- du. Halbuki korvetimizin bayram- larda falan işliyen yegâne topu baş üstündeydi ve onunla yüz bir kuru sıkı atmak belki de mümkün olmı- yacaktı. Bunu hatırlar hatırlamaz, topçu” çavuşuna seslendim. Numa- ra neferlerini topladım. Baştaki to- pun yanına koştum.Sanki mübarek malmış gibi üstüne yelken bezin- den bir de kılıf geçirmişlerdi. Bir acaip çalgı gibi sessiz, sadasız du- ruyordu. Funyasmı yetiştirdiler ama kamasını bulmak epey müş- kül oldu. Fakat neferler arslen gibiydiler. Namluyu hemen bağ - ladılar. o Cephanelikten barut ve hartuç getirdiler. Varda bandıralar top adedini dikkatle saymışlardı. Üçü, dördü birden: — Yüzbir diye bağırdılar Der muyum. Bizim evlât a- detâ öksürmeğe başladı. Yir- mi beşe kadar işler iyi gidiyordu. Fakat ondan sonrası tahminim gibi Namı Müstear 02273332332332322232732727333732222372727223222232222233>e HIKÂYE SELÂM TOPU haaa di çatallaştı, İkide bir duraklamak, soğumasını beklemek iktiza edi - yordu. Kumandanumız —allah rah met eylesin— kolağası Süleyman efendi galiba felâketi sezmi — Ha gayret tosunlar ha gayret, Şu işi yüzümüzün akıyle temizliye- lim. Otuz beşi buldunuz, yüz bire birşey kalmadı. 'Diye cesaretimizi arttırıyordu. Altmış beşte işin tamamile sarpa sardığını anladım. Çanaklıktaki - lere düşmanın nerelerde olduğunu sordum. — Geşti, gitti, neredeyse gözden kaybolacak. Dediler. Biraz ferahlı- yarak ateşe aralık aralık devam ettim, Nihayet uzatmıyalım, bizim Karaoğlan (seksen yedi) dedi, da- yandı. Öylesine kızmış ve şişmişti ki bir tane daha atmak değil, bir haftadan evvel yanına sokulmak imkânsızdı Süleyman kaptan perişan halimi görünce acıdı galiba — Aldırma, dedi, herifler top menzilinden çıktılar. Artık ses s0. luk işitilmez. Bir kaç kuru sıkı da eksik oluversin. R he meseleyi unutmağa va- kit kalmadı. Üç gün sonra kaptanla beni, sahile, makine ba- şına çağırdılar, Mabeyni hümayun istiyormuş. Süleyman efendinin korkudan dizleri tutulduğu için kelleyi koltuğa alarak ben gittim. İş berbatlaşmıştı, İngiliz kaptam: “Bizim yüz bir pare topumuza, sek sen yedi pâre İle cevap Verdiler, Bundan İmparâtor hazretlerine ha- karet çıkar” diye sefarete rapor vermiş. Sefaret te Babilliye no - tayı dayamış. Astane allak, bullak olmuş. Hele: “Efendimiz makine başındadır, doğrusunu öğrenmek istiyor.” Demezler mi? Neye uğra» dığımı şaşırdım. İşin aslında kaba- hatli idik. Herifler yüz bir pâre top sallamışlardı. u bütün Adalı duymuştu. Kem küm etmeğe baş- ladım, Lâkin cennetmekân efedimiz yedi düveli parmağında oynatan bir diplomat padişahtı. Benim saç- maladığımı anlayınca; “Evlâdımı ürkütmeyin, demiş, bir kere olan oldu. Yalnız kendisine sorun baka- lim. İngiliz gemisi, yüz bir pâre to- pu tamam attı mı? Yoksa onlar bir kaç tanc eksik attılar da bizim as- ker bunu bize hakaret sayarak bililtizam böyle eksik cevap mı ve di? Bu kadar işareti alır almaz ak- lum başıma geldi. Hemen cevap verdim. — Evet Şevketlim, herifler val- lâhi de billâhi de doksan dokuz tane attılar. İki pare eksik “olduğunu (gö- rünce din gayretiyle kulunuz d4 seksen yedi atip durdum. Onların tamamlamasını bekledim, Hâlâ da bekliyorum. Tabii İngiliz kumandanı ayak di- redi. Kançılar gitti, geldi, gitti, gel- di. Biz söz birliği ederek nuh dedik Peygamber demedik Tam bir ay sonra lumbar ağzın- (Lütfen sayfayı çeviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: