18 Mayıs 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 10

18 Mayıs 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yazan: *'TAN " m tefrikası : * Germiyan, Aydın ve Karaman oğulları derhal başbaşa vermişlerdi..,, Bu sözler ikinci Mehmedi son derece sinirlendirmişlerdi . Fa - kat gelişlerine — kızdığını nasıl belli etmediyse, bu sinirlenişi de murahhaslara çaktırmadı. Yal- nız şu kısa cevabı verdi: — Hükümdarınız, bu vaziye- ti bize bildirmekte belki mazur olabilir. Ama, biz de size şunu söylemek isteriz ki; Edirne sa- Tayı, babam ikinci Murattan be- ri, büyük dedem Yıldırımın şi- arlarını tatbika başlamış bulu - nuyor., Bu esaslı düşünceler Kostantiniyeye tahsisat bağla - mak gibi bir zilletten bizi daima uzak bulunduruyor. Ve hemen iki gün sonra Ye - | niçerilerini arkasına takarak Bursanın yolunu tuttu. Bu, Bi- zansa karşı yapılmış bir askeri harçketti. Fâakat,*Bizars gene boş dur- muyordu. Murahhasları dön - müştü ama, taraftarları, dost - ları, casusları ve... Sadrazam Çandarlı Halil paşa — Edirnede ve Türk ordusunun içinde kal - mış bulunuyordu. Bunlar, derhal çalışmağa, fe- sat dokumağa başladılar. İkinci Mehmet ordusuyla Bursaya gel- diği zaman Yeniçerileri kışkırt- tılar, cülüs bahşişi arattılar. Bu, ilk bakışta haklı görüle - bilecek bir istekti. Zira o güne kadar Yeniçeriler her yeni padi- şahtan bunu almağa alıştırılmış bulunuyorlardı. Bir âdet #lmuş- tu bu. Ve belki ikinci Mehmet- ten başka birisi şu ânda padişah hk mevkiüne bulunmuş olsaydı, bu arzuyu derhal yerine getiri- verecekti. — Fakat ikinci Meh - metten böyle bir parayı almak, iki esas üzerinden imkânsızdı: 'd'l — Hazret harikulâde pinti idi. 2 — Babasından hiç te dolu bir hazine kalmamıştı. Filvaki imparatorluk tasav « vur edilemiyecek kadar zengin- di ve her istendiği ânda bu zen- ginlikleri paraya tahvil etmek veya yakından uzaktan — şöyle bir kılıç sallayarak — hazineler vurmük hiç te güç değildi. Lâ - kin devletin — maliyesi o kadar bozuk düzendi ki, ikinci Meh - met henüz yolunu düzelteme - mişti. —Önüne gelen çalıyordu. Bir “yağma Hasanın böreği,, - dir gidiyordu (1). O derecede ki, genç hükümdar ufak bir tef- tişte bulununca şaşıp kalmıştı. Mes'ül mevkilerde — olanların dörtte üçünü değiştirmeğe mec- bür olmuştu. Sonra vergilerin toplanma tarzını bir yoluna koy muştu, En ufak — yanlışlıkların kellelerine — malolacağını mal m_em_uxlannı açık açık söylet - mişti. İşler, bilhassa ikinci Muradın ikinci defa olarak tahta çıkışın- da zıvanadan çıkmışlardı. Ya - ptlan araştırmalar — gösterdi ki devletin umumi varidatı üçte bi- rine inmişti ve bunu da aşırmak tan çekinmiyenler görülmüştü. Binaenaleyh Yeniçerilerin is- | tedikleri parayı — veremiyecex | vaziyetteydi. Zaten Bizans dost- ları bunu bildikleri için asker- leri kışkırtmış değiller miydi? Sureta, korkmuşlarmış, te - dehhüş ediyorlarmış — gibi bir hal takınarak ikinci Mehmedin yanma koşmuşlardı: “— Aman padişahım... - de- mişlerdi - bu kullarınıza ferman dinletmek bir hayli müşkülle - şir,.. Şunların dileklerini yerine getirelim. Etraftan toplayıp ve- relim, Fakat ikinci Mehmet hiç bir cevap vermeğe lüzum görme - miş ve atına atladığı gibi, bağ - rışan, çağrışan, tehditler savu - ran yeniçerilerin üzerine dört - nala sürmüştü . İşte o zaman herkes bunun kendinden evvel gelmiş olanlara pek benzemedi. | gini anlayıvermişlerdi. Zira | ci Mehmet kılıcmın tersile öi | ne çıkanın kafasını, gözünü yar- mış ve elebaşıları — birer birer yakalayıp devirterek her birine yüzer değnek vurdurmuştu. Sonra onları tekrar arkasına takmış, İzmit üzerinden Ana - doluhisarına doğru yola çıkmış- tı. İste bunu haber alınca Kos - tantiniyede şafak attı. Kayser Orhanın adından bahsettiğine de edeceğine de — bin kere piş - man olmuştu. “Hâl ve zaman fırsat verdikçe Osmanlı prens - lerinden Kostantiniyeye iltica edenleri teşvik edip — kışkırta - rak,, (2) Türk İmparatorluğu - nun başına gaileler çıkarmanın cezasını çekmekten kurtulmak için ne yapmalıydı? Vilâherneyi bir düşüncedir almıştı... « Anadoluhisarına varınca il €i Mehmedin ilk işi, Kostanti - niyeye bir elçi göndererek, tam karşısındaki kıyıyı (Yani Ru - melj hisarının bulunduğu yeril aramak oldu. Kostantin Dıragazes buna şu | cevabı verdi: — Orası Bizansa ait değildir, Cenevizlilerin malıdır. Elçi geriye dönünce genç hü- kümdar ikinci bir teşebbüste bu lunmağa lüzüum — görmedi. As - kerlerine derhal karşı tarala | geçmelerini emretti. Üç dört gün sonra da kendisi yanında iki bin duvarcı ve dört bin işçi olduğu halde Rumeli ta- rafına geçti. Ve derhal yapıla - ni atmağa başladı. Anadolu hisarımı Yıldırım Jüpiter mabedinin — harabeleri üstünde kurmuştu. İkinci Meh- met te kuracağı hisarın temelle- rini kazmadan evvel, tek keli - meli bir emir vermiş: — Yık! demişti... Ve eski bir kilise, Ayamihai- los kilisesi derhal yerle bir edil- mişti. (Arkası var) 17 (1) Kritovolos * (2) Kritovolos e Tek Kelimeli Bir Emir Vermişti: “Yık!, Demişti... ük bir hisarın temelleri- | W K Ruhiyat mütehassısı arkada- şım Doktor Mak Feni ile oturu- yorduk, — Çarli, bugün bize çaya bir | misafir gelecek, dedi, — Kim? — Doktor Viğlo. — Yall!! dedim. Bu adam ta- nınmış biriydi. Davetin mubak- kak bir sebebi vardı. Tam saat dörtte geldiler. Süslü otomobilden biri genç, gü zel, diğeri yaşlıca iki xadın ve doktor indiler. Genç kadın be- bek gibi güzeldi. Doktorun ni- şanlısı imiş. Öteki de kay- nanası, Doktor tetkike değer bir adam, Bazan, insanı kendisine çeken tatlı bir talâkatle konu- şuyor ve bazan da dakikalarca sessiz, gözleri d İgın oturuyor. Kız çekingen duruyor, anne- si boyuna pasta yiyor. Her iki- sinin de doktordan korktukları belli, Çay içerken, doktor, bir ara- lık, kıza dönerek sert bir sesle: — Yahu, dedi, tam iki saat oluyor, beni öpmedin. Sonfra bi- ze döncrek: “Bu kadar alâka - sızlık olur mu hiç? Küçük ba- yanla niçanlanıyoruz, bütün va. runı, yoğumu Üzerin.; çeviriyo- ruz, Üstelik annesine senede bin İngil'z lirası gelir bağlıyo- ruz. Sonra beni öpmek için naz- lanıyor.” Kız sapsarı oldu. Mırıldanır gibi: “Sahi, unuttum” dedi ve | nişanlısını kucakladı. Bundan sonra aramıza bir tatsızlık girdi. Kız boyuna so- mürttu. Çok durmadılar, gitti - ler, — E, Çarli, ne dersin? | — Bilmem, — Bilmiyecek ne var, Adam zırdeli, Hem de telilikeli. Yarın lâboratuvarını görmeğe gidece- Biz, | Ertesi günü lâboratuvarının kapısında büyük bir posta kam- yonu kucaklar dolusu paket | lüyordu. Mak merak etti. apıda bizi karşılayan doktora: — Maşallah doktor, bu ne muhabere böyle? diye sordu. Doktor bizi odasına alırken anlattı: — Bunlar postaya gidiyor. Fakat göndermiyecekler, Tet » kikimin son safhasını daha bi - tirmedim. Bugün bitireceğimi ümit ediyorum. Tamam olur olmaz, bir telefon edeceğim. Paketler o zaman yollanacak. | Biz fen adamları çok dikkatli |olmalıyız. Ufak bir yanlışlık vuzun bir çalışmağı bozabilir. Lâboratuvarı gezerken dok- tor pek sessiz, adeta neş'esizdi. Odasına döndi üz zaman tekrar yüzü güldü. — Söyleyim mi, söylemiye- yim mi? diye düşünüyordum dedi, ama, karar verdim, sö; yeceğim. Yaptığım işin bü: | lüğünü kimse anlıyamaz, Bir dolap açtı. İçinden uzun bir tabak aldı ve ma. ınm üzeri- ne koydu. Ötede “bir rafın üze- rinde duran iki teneke kutuyu istikrahla aldı ve tabağa boşalt- ti. Hayretle baktım. Kutulardan toprak dökülmüştü. Içinde cr- lız bir solucan kıvrilıyor, başını toprağın altına sokmağa çalışı- yordu. Doktor nefretle bağırdı: , — Pis mahlük! Allah kahret- sin, Allah kahretsin! Yüzü buruşmuş, gözleri bir - | denbire kararmıştı. Bir adım geriledi. Tabağa uzun uzun baktı. Bize dönerek: - — Bu hayvana daha çocuklu- Bumdan! eri düşmanım. Ne yap- tığını bilmez bir mürebbiyemiz vardı. Bir gün bahçede dalgm dalgın oynarken kocaman — bir solucanı ensemden içeri atmaz mı? Korkuyu tasavvur edin, Benim bir itikadım var. İn- sanlar ve hayvanlar daima isti- hale geçirirler. Zamanla ufala- cak, karınca kadar olacak. So- lucanlar'da zekâları, inatları sa- yesinde dünyaya hâkim olacak- lar. Bu korkunç düşünce rüya- | HIKÂYE Solucan Düşmanı Adam — Ingilizceden — larıma bilo girer. İşte ben haya- tımı, dünyayı bu musibetten kurtarmağa hasrettim. Doktor yine dolaba gitti. Ge- niş ağızlı bir şişe aldı. İçinde kurşuni bir toz vardı. Şişeyi Mak'ın burnuna sokarcasına uzatarak: “Bu on iki senelik ça- lışmanın mahsulüdür. Kuvvel_i- nin derecesini şimdi göreceksi- niz,” 'Tozdan biraz alıp suda karış- tirdr ve toprağın üzerine döktü. Bir iki saniye geçti. Solucan şiddetle kıvrıldı ve birdenbire gerildi. “Öldü” diye muzafferane ba- ğırdı, “Öldü, hem yalnız o ka- dar değil, Bu ilâçlı toprağa do- kunacak her solucan ölüme mahkümdur.” Mak bir türlü yerinde duramı- yordu. Odanın içinde dolaştı, durdu. Saat on bire doğru, birdenbi- re şapkasmı aldı ve sokağa fır- ladı. Doğru Doktor Viglo'nun evine gitti. Doktorun kocaman bir köşkü ve birçok hizmetçile. ri vardı. Fakat yine deliliğin- den olacak, evin arka tarafm- daki bahçıvan kulübesini tamir ettirmiş, döşetmiş, içinde otu- rüyordu. Mak kimseye görünmeden kulübeye gitti, Kapıyı vurdu. Kapıyı açan Doktor Mak'ı görünce: - Gel, dostum gel, diye ba- ğırdı, tam zamanında geldin. Beni tebrik et, Tetkikimin son safhasını muvaffakiyetle bitir- dim. Yatak odamda telefon var. Şimdi telefon edeceğim, paket. leri göndersinler, Doktor anlattı: — Aylardanberi dünyanm bütün ziraat müesseseleri ve çiftçileri ile mektuplaşıyorum. Bundarı evvel yaptığım bir iki keşif yüzünden dünyanın her tarafında tanılıyorum, Bana bü- yük itimatları var, Var ama, bu- Tadaki bazı çiftçilerle konuştum hiçbiri solucanların sasıl bir musibet olduğunu anlamıyor. Ben de ne yaptım biliyor mu. sun? Her tarafa mektup gön- derdim ve yeni bir kimyevi güb- hazırladığımı Te bildindim. Şim- di gidecek paketlerde solucan- ları öldüren zehirlerden kâfi miktarda var, Nasıl kullanrla- cağı ingilizce, fransızcâ ve al- manca olarak yazılı. Durun, te- lefon edeyim de geleyim, :hk doktorun koluna yapışa- rak: —Bunu yapmayınız, dostum dedi. | ne kadar haklı olduğumu anla- Gece eve döndüğümüz zaman | Hayatı kötü bir muhit içinde geçmiş, mazisi lekeli bir kadın insana yar olur mu? Ölur da, olmaz da, Ancak huy canın altındadır, sözüne dayanıp ta hemen karar vermemeli ve kadını uzun müd- det tecrübe etmeli, Kadıköyünde Ceviz sokakta Dertli imzalı mektuptan: "e Size bu suali sormakta manız için onun hayatından bi- raz malümat vermeliyim, Bu kadın Şehzadebaşında doğmuş, büyümüş, Orada bit genç tara- fından aldatılmış. Beyoğlunda iki sene onun metresi olmuş. Derken — kendi rivayetine gö- re — bir gün sokak ortasında kalınca büsbütün fena bir yola düşmüş. Önun sözlerine inanı- lırsa pek az bir müddet içinde bir maliye memuru taratından nikâhla alınmış. Bu hayatı pek sakin olduğu halde pek dar imiş. Memurun aylışt onları pek kit kanaat geçindiriyor- mış; miş mış... bunlar hep lât. Hakikat şu ki, bu kadın mazisi- lân da bakmıyarak kocası- na ihanet etti. İhanet ettiği adam benim, Evvelâ onun evli olduğunu bilmiyordum. Uzun zaman dul sandım, Düştük, kalktık. Bir gün Beyoğlunun bir birahanesinde yakalandık, rezalet koptu. Kocası olduğunu anlayınca çekilmek istedim, fa- kat adam tahammül edemedi. Bu kadını bıraktı, Şimdi kadın- la sevişiyoruz. Doğrusu beni sevdiğine dair birçok delillerim var, Fakat... evet; benim yü- zümden kocasından - ayrılan bu kadını ben ne yapayım? Başım- dan savayım mı? ben de şaşır- dım. Ö ağlayor ve benimle ev- lenmekten başka çaresi olmadı- ğını, yoksa artık bu hayata bir nihayet vereceğini söylüyor, inanılır mı? Huy canın altında derler, bitçok maceralar geçir- dikten sonra bir adamcağızla evlendiği halde ona da ihanet eden bu kadın aynı şeyi bana da yapmaz mı?" Huy canın altındadır, sözü pek eski, köhne, batıl bir söz- dür, Eğer bu söz doğru olsaydı yeryüzü kötülerle dolup taşar - dı, Bir defa, beş defa günahkâr — Bırakmn beni, yoksa siz de bu zmıibederin hamisi misi. niz? Mak kuvvetlidir, fakat dok- torun şeytani bir kuvveti vandı, Bir silkindi ve Mak'ı yuvarla- dı. Kalkmasına meydan bırak - madan yatak odasına girdi ve kapıyı kilitledi. Kapı sağlamdı. Yapacak tek bir şey vardı. Ka- pının üzerindeki ufak pencere- den istifade etmek lâzımdı. Ma- sayı kapıya dayadı ve üzerine atladı. Cebinden rüvelverini çı- kardı ve bir vuruşta camı kırdı. _d_Dektor telefonun — yanında idi. Mak: — Çekil oradar! diye ba. gırdı. Doktor bir kahkaha ile dön. dü: — Anladım, sen de onlardan- sın. Telefomu aldı. Mak doğtoru bir kurşunda öldürdü, Eve geldiği zıman beni kar- şısında buldu. Sükünetle: — Doktor Viglo öldü, dedi. Ö paketlerdeki ilâçlar soluçanları öldürmek içindi, — Solucan için cana kıyılır mı? — Ne söylüyorsun, Solucun Allahın insana en faydalı ola- rak yarattığı bir mahlüktur. Toprağa yaptığı yardımı biliyor musun? Hiçbir fen adamı inkâr edemez ki, yeryüzünden solu- canlar kalkarsa insaniyet yedi sene içinde açlıktan ölür, Ss.T. olan nice insanlar vardır ki, ni- hayet doğru yola gelmişler, es- ki hayatlarını unutturmuşlar - dır. Kadınlar içinde de günah- kârlarla evlenmiş birçoklarını tanırız ki, pek âlâ mes'ut ol. muşlar, karıları geçmiş zaman- larını unutturmuşlardır. Önun için günahkâr olan bu kadının mazisini size unutturması müm kündür:; Eğer sizi seviyorsa... Bunu birçok kereler tecrübe edi niz, sıkı bir imtihandan geçiri- niz ve acele etmeyiniz, | olurdum, . G. Ertuğrul imzalı mektup- tal / “İkimiz de çocuk iken, ailele- rimiz bizi nişanlamışlar. Kendi- mizi bilmeğe başladığımız sıra- da nişanlı olduğumuzu da bili- yorduk. Ben başka bir memle - kette tahsilimi bitirdim, o bura- da okudu. Fakat memleketime döndüğüm zaman onunla evle- nemiyeceğimi anladım. Çünkü sevememiştim. Halbuki ailele- rimiz hâlâ bizi nişanlı biliyorlar ve bir gün evleneceğimizi tasar. lıyorlar. Önlar, mı, yoksa kendi kalbimi mi dinliyeyim?..* a Şlbn kendi kalbinizi ve mey- Iımzi_ dinliyeceksiniz. Yoksa h.ı!ıııyır olamazsınız. Ailenize nişanlınızı ancak bir kardeş gi- bi sevebildiğinizi hemen ve açıkça, kat'iyetle *söyleyiniz. Zorla güzellik olmaz. e Serence Bey Yokuşunda A. Ulvi imzasile bir mektup aldık, — 18.5.-9)$ —— Sevîsr'*âl%r p Jenmeler Günahkâr Bir Kadın - Aşkın Tecrübesi Öldukça karışık. Fakat dikka- te değer bir aşk macerasından ve bunun şaşılacak neticesin- den bahsediyor. A, Ulvi imza- sile gelen bu mektubun hulâsa- sını koyuyoruz: *>. Kırk yaşımı geçtim. Önut otuzu geçtiğini tahmin ediyo- rum, Seviştiğimiz zaman ben “yirmi beş yaşından tazla değil- dim. Demek ki, o henüz bir ço- cuk imiş, Bu aşk üç, dört sene sürdü. Bu aşk diyorum, çünkü daha evvel de sevişiyorduk, fa- kat bir kardeş gibi. Ayni damın altında, ayni evde büyümüştük. Uzaktan, çok uzaktan akraba idik. Ben mektebi bitirdiğim za- man o henüz mektepte idi. Ben onu lisede bıraktım, Avrupaya gittim, Senelerce mektuplaştık. Gelecek halde değildim. Ancak Avrupa bu, gel zaman, git za- Jgman unutur gibi oldum. Ö ev- lendi, Evlenmes' — belki mâni aldırmadım. Aradar seneler geçti. Yine Avrupada memur olarak bulundum. Örada evlendim; karım öldü, Yaşımı başımı aldım, İstanbula geldim. Aylarca onu görmemiştim, Bit - gün yolda göz göze geldik. Ya- nında kocası vardı. Selâmlaştık, konuştuk. Kocasına beni tanıt- tı, Çocuklarını anlattı; ayrıldık. Fakat sanki bütün vücudum sarsılmış, bütün vücudumdan bir ateş geçmişti. Ö hâlâ güzel« di, hatta daha güzeldi. Ö gece, daha ertesi gece onun hayalini gözlerimin önünden ayırama« dım, Bu gençlik aşkı tazelen mişti. Fakat ne yapabilirdim?.. Tesadüf, İkt —gün sonra onu yine yolda ve yalnız karşıma çı« kardı. Önda, bend ki heyecanın aynını sezdim, rengi sapsarı ol- muştu. Konuşurken sesi titri- yordu. Hemen bir pastacıya girdik, Eski günleri hatırladık ve anladık ki, o anda yine biri- birimizi seviyoruz. Ö günden sonra sık sık aynt pastacıda buluşmağa başladık. Fakat bir gün, tam çaylarımız! içerken kocası karşımıza çıktı. Güldü, yanımıza geldi. Karısına darıldı. Fakat bilir misiniz ni- çin?., beni evlerine davet etmi: yerek böyle bir yerde çay içtiği için... Bu şaşılacak koca, şaşıla- cak bir soğukkanlılıkla o gün beni evine çağırdı. Hep beraber gittik, yemek yedik. Evini, ço" cuklarını gösterdi. Ne kadaf mes'ut olduğunu anlattı. Benim çocukluğunu tanıdığım karısı * nın ne mükemmel bir ev kadın! olduğunu, kendisine ne derect sadık bir arkadaş olduğunu söy” ledi. Aramızda karısile nasıl bif arkadaşlık mevcut olduğunda" haberdar bulunduğunu da ilâv€ etti ve bizi yalnız bırakarak g!f'4 ti. Artık hergün bu eve ıelebl' lir, sevdiğim bu kadınia başbâ” şa kalabilirdim, fakat yapama * dım. Ö günden sonra bir defâ bile bu eve ayak basamadımı ondan sonrâ bu eski sevgiliY! bir kere bile aramadım. Fakâ seviyorum. Acaba hissimi anla” yabilir misiniz?...” Tamamile anlıyoruz. Vicdan azabı sizi bu mes'ut yuvayı 1it maktan alakoyuyor. Bu akt? ve soğukkanlı koca size :(lır kemmel bir ders vermiş. hakkak ki, aranızdaki bütün (” bıtaları sezdi; sizin karısile Fizi lice buluştuğunuzu anladı, 'rek takip etti. Evine davet ed' bür cür'etkârane bir harekett€ Sir lundu. Ama mııvıiiıknâld“' K zin vicdanmıza güvel ona ve ailesine fenalık edeMt” siniz. öyanz bu Senelerce — unuttu; ği kadını artık hiç görmemelisii”

Bu sayıdan diğer sayfalar: