Yazan: N “TAN ” an tefrikası : 4 AT HL > Yizamettin NAZIF Bir ÇandarlıSadrâzam Babasını, Bir Çandarli Oğlunu Bu İşten Alakoymuştu Sadtâzam da Bizansın sondan bir evvelki İmperatoru Sekizinci İyovannis Paleoloğos... Evet... Bizans 1428 denberi sırf l tesadüfleri kullanarak ve tesadüf- lerden yardım alurak ayakta dura. biliyordu. den beri Pizansın yordu. Sekizinci İyovamnis - Paleolo- gaa. Ve az buz endişeler, az kor- kulu rüyalar mı geçirmişti?.. Ama bunların, bu biribirinden korkulu kâbusların hepsinden kurtulacak yelları bulabilmişti, Babasının izlerinden yürüyordu. Babası imnerator —Emanusl: Pa Teoloğos ve Bizansı ona bıralımış o- Tan besinci Iyovannis, evvelâ Yıldı. Tamr aldatan vez'r Çandarlr Al Pa- şanın aç gözlülüklerine, sonra, Yıl. dırımı yı'dırızıla çarpılmısa dürdü- | ren Ankara boztununa, penç Os - manli imperatorluğunu allak brul - Jakeden kardeş meharebelarir., post kavpalarına ve nihavet en cir- kefli al-a'dıtdarın bofurmarmdan doğan Çelebi Sul'an Mehmed sal - tanatma horcla değil'er mafedi ? Bütüa bımlar hep-iyi kullanılmış te-xdüflerdi. Eğer crta Asvn Türk irmnerator- | hağunun büvük kahrarvanı Timur - Tantr, seb-nleri ve şab'leri ne olur sa olum, Yıldırıma saldırmamı: el- saydı Yı'dırımın /bu en kötü ofla, bu yarı budala ve varı Kayrivetriz Celebi Mehmed bütün saltanatı w « zunluğunca imperator Fmanuele ik mahlüku r*—*a da kı - yor gibisiniz, Gördi lâklar tavsanlar, kuşlar, bir de tralia Drummond.. Öyle değil mi? Halbuki sehre gitseniz, o- rada kendi içtimaf mevkiinize uygun ne kadar çok kızlarla gö- rüşebilirsiniz. Birden döndü ve biradım ge- karşı gösterdiği o küçültücü minne- :.dwy:ııııı olacaktı. Bıık olünea şu Bizans çoktan tarihe karışmış bulımıyöuk oydı t doğrus Ve imperator se! ' İyovannis hep onun hatıralarile yaşıyor, entrika ile do'u saltanatını, Bizan- sın bu kapkara günlerinde bir Ku- îp yıldızı gibi gözönünde tutuyor- Babası Emamsel Ankara bozgü - nundan sonra Osmanlı şehzadeleri- ni ,mefes almalarına —mevdan verme. Gcn-ve durmadan, — biribirlerile uğ- Taştırmıştı: Bedbaht'lan Çelebi, Celebi:Sul - tan Mehmede ma#lüp ohmca Yala- vadlan gemiye atlam;s ve İstanbu'a gelm'sti. Zira müttefiki clan lmpe- ratorılan veni bir yardım koparabi- deceğini tâhmin etmieti, Ama “Eern. mwel ozu derhâl ayafmın tozile E- dörmeye yollamıztı. Elinde hi nn minne' Sonra.. Cv—lrbı Selüniğe sal Armeş ve Rumlarla botiz “boğama bir kavsadan.sonra Selânik el'ne gesince bütün kuüvvet'le İztanbu'a saklırmıstı. Silivriye *hilcum ettiği gönlerde Emanuel, son derece'has- — Ben de sizi hesaplarla uğ orsunuz — zannediyordum, x;uı yaşlarında, — za'f suratlı, başı kel, ters bir adam.. Sonra delikanlıya dönerek selâmladı: — Bonjur Jack, Arkasından bir kere daha kr- zı hasladı: — Ben böyle boş yere vakit kaybedenlerden hoşlanmam kı- zım.. Genç verdi: — Ben hiç te boşuna -vakit kaybetmiyorum. Hesapları soru yorsunuz, halbuli onları çoktan erkardım. | Ve koltuğunun altındaki-çan- tayı gösterdi. — Bu işi kütüphanede yapsa- mız, olmaz mıydı? Orası da hom rahat, hem gürültüsüz. . Froyant böyle tenha yerde birlesmiş delikanlı ile genç.kı- xa birerdefa daha haktı kız sükünetle cevap riledi. Komşu köşkün sahibi Froyant şeytan gibi kendini'bel Hi etmeden aralarına girivermiş - ti. Kıza çıkıştı : — Jacek, dedi, ben bahanagi- diyorum, benimle gelmez mi- sin? Thalia kendi köşklerinin: yo- W7 YU G TCC SO S Ö AY eVıSr&;Er S Evlen»e ler Ümidsiz ve Mantıksız Aşk Bugün de Kasımpaşadan İb - rahim imzasile gelen sevdalı anektubunu okuyalım: “Akrabamdan 13 yaşında bir krzı bir seneden beri deli gibi se- Jayı onu almam ümkânsızdır. O da kendisini sevdiğimi biliyor we benden son derece nefret e- diyor.Yegâne emelim onu unut- maktır. Böyle olduğu halde, yir- —mi dört sant oru görmesem de- li gibi evine koşuyorum.Bana o- Du unutturacak yolu gösterme - nizi , berli hu gşktan kurtarma- mızı Tica ederim. Perman dinle- miyeü görilüme derd arlatamı- yorum we sizden şifa bekliyo- Tum,,, : Yalnız hayal dir. Meyus aşklar ,pek çoksa da başlangıçta mutlaka ümide düş- müşlerdir. Sizin waziyetinizde ibu'ümidin nasil tegekküle başla 7mış olduğunu arilamak pek güç. (Ne diyorsunuz kuzum? Bugün on üç yaşmda kız, kendisini sev meğe başladığınız wakit 12 ya- şında 'bir çocukmuş. (Ondan ne beklediniz? Ne'ümid ettiniz? Muhakkak ki.siz o yavrucağı ha yalinizde'büyütmüş, yetiştirmiş gelirilik çağa getirmişsiniz. De- mek siz ibirhakikati değil, bir hayali geviyorsunuz, Gerçi bü - tün aşklarda, sevilen şey sevgi- linin kendisinden ziyade, onun idealimize göre içimizde teşek - kül ctden 'hayalidir; fakat ne de dlsa'bu aziz haydl, hakikatin gölgesitir; tamamile muhayye- lTemizin icadı değildir. Halbuki siz âdeta yepyeni bir sevgili ta- hıyyill etmiş gibisiniz. Bu ba - yelenize.karşı-elinizde ıkı silâh var: Mantık ve irade, Evvelâ mantıkmızla hayali - nizehüzumediniz! “Benden nef Tet etlen'bir çocuğu sevmek saç- madır.,, deyiniz.Bu cümleyi ken di'kendinize pek çok tekrar edi- niz. Nefsimiz üzerinde yeni bir telkin yapatken/de, bir telkin - den kurtulmak ' isterken de tek- Tar'cök 'tesitlidir. Sonra iradenizle hâayalinize hücum ediniz: Sevdiğiniz kız ak İtmıza geldikçe onu çıkarmaya çalışınız. Bir bakışı, bir sözü, bir hali hatırınıza gelince hemen başka bir şey düşününüz veya dikkatinizi başka bir noktaya | çekecek bir işle meşgul olunuz. Unutacağın muhakkaktır. Yaşını bildirmeyen bir dul ka dın, gayet kısa olan mektubun- da çok mânalı ve özlü bir şey soruyor. Okuyalım : “Beni tam benim yaşıtıda bir erkek sevdiğini söylüyor.Yanın- da iken ona inanıyorum, ayrılın- ca şilpheye düşüyorum. Bu nok- taya iyi dikkat edini: Hattâ, yüzüme bakarsa — inanıyorum, bBakmazsa şüphe ediyorum ve şüphe ettiğim için arzusunu ye- rine gevirmiyorum.,, Hmml Gayet mühim bir noktaya işaret ettiniz. Merha « met gibi itimadın da gözleri mi- yoptur. (Uzağı görmez. Cünkü her iki duygu da yaşayabilmek için her an gözönünde bulunan hakikatin tesirine mühtaçtır. Anlaşılıyınr ki siz fazla hassas, mütereddid ve kuruntulusunuz. Şüpheniz yerinde değildir. Fa - kat itimad etseniz de ne olacak? Sizin yaşmızda olan bu ada- miın arzusu nedir? Örasımı pek müphem geçmissiniz. Arzusu evlenmekse itimadınıza lâyik ol duğunun en büyük delilidir. Yaş meselesi Sonra yaş meselesinin de e - hemmiyeti wardır. Bu noktayı da pek müphem geçmişniz. Ka- dın olduğunuza ve yaşınızı giz- lediğinize göte pek genç olma- sanız gerek, Mektubunuzun al - ğin maksadı size hususi surette malik olmaksa şüpheniz yerin - dedir. Gayesi evlenmek olma - yan aşkların yüzde sekseni mu- vakkat, çünkü fiziyolojik arzu- lardan kuvvet — alan duygular « dır. İnanmamakta haklısmız. Vaziyetinizi daha esaslı ve taf- silâtlı bildirirseniz belki daha doğru bir teşhisi kolaylaştırır- sınız. Şimdilik bi ta idi. Fakat metanetini zerre ka - dar kaybetmemiş, zekâsını sefer - berederek gene işin içinden sıyrıl- mıştı. -Hem ne kolaylık'a... Elindeki şohzadelerden Orhanı evvelâ Musa bey | nn karşısına çıkarır gibi olmuş ve sonra birdenbire Orhana dirsek çe- virip Musa ile el altından müzakere- lere girişmişti ve bedbaht Orhan “müttefiki — zanmett'ği İmperatorun adamları tarafından düsm.anı Musa ya terlim edildiğini görünce dili tu- tulmuştu. “Ama ' kotkutdan değil... Alçaklı - ğın bu derecesizliği karşısında duy duğu hayretten... Ve Musa Çele - lunu tutmüştü. Artık - Jack için de oratdla kalmakta hiç bir sebep yoktu. İhtivarla.beraber vürüdü. Bir kaç adımdan sonra Froyant de- di ki: — Jaek, senden bir şey rica edeceğim. Bu kızın boş yere va kit kavbetmesine sebep olmayı vız. Elinde ne kadar is olduğu- nu bilmezsiniz. E - inim ki. muh terem babanız da benim gibi dü- şimür, Taelssett hir cevan verecelti, fakat'kendini tuttu. Bir defa bu Froyant denilen adamdan hiç hoşlanmıyordu. Sonra genç kı- rzakarşı bu kadar zalimane dav ranışını bir türlü hazım edemi - yördu. Froyant anlattı: — Bu daktilo kızlar yok mu?. Birden! durakladı: — Çitte bu kapıyı kim açtı? Jack ısevinçle — karışık bir hiddetle: -— Ben! dedi, çit bizim değil mi? Öte'tarafta dolaşmak i ıcap ederseyarım mil yürümek lâ- izimn.. . *Froyant cevap vermedi ve de binin adamları kes ki teşte kızdırıp gözlerini Ti zaman ağzını aç 'p tek kelime söy lememişti. Az sonra sıra Musa Çelebiye gel- mişti, Bu şehzade zaten Selâniği zaptetmiş olduğu için kendini dev aynasında görmeğe baslamıstı. Bir de Emanuclin Silivri önlerinde ken- disile alt perdeden konuştuğunu gö rünce derhal sımaızmısş ve derhal ve zirini İstanbula göriderip,Yıldırım Be yazıd zamanında cdlduğu gibi Bizan a her sene kendin'ne baç vermesi- ni istemişti. Hattâ son senelerde ve- rilmemiş olanları da aramıştı. TArkası var| Hikanlı ile berıber Ççitten açılan kapıdan geçtiler. Komşu adam hiç bir şey söylemiyordu. Fa - kat bu sükütunda kıza yol ver - meğe karar vermiş gibi bir ha - va seziliyordu. Bir kaç adım daha yürümüş- lerdi ki, delikanlı birdenbire Froyant'ın koluna yapıştı ve ö- nünden geçtikleri bir ağacı gös- terdi. Ağacın gövdesine kırmızı bo- ya ile iri bir halka çizilmisti. Bo yası da daha taptaze duruyor - du. yi Felix Marl Jack sağa sola bakındı. Gö . rünürde sakin sakin babasının köşküne doğru giden koltuğu çantalı bir adam vardı. Jack ko: şarak seslendi ve adam durdu: — Kimsiniz siz? Buraya ne yapmağa geldiniz? Yabancı adam iri yapılı, gö- bekli birisiydi. Belki cantasının ağırlığından, belki uzun müddet yol yürüdüFünden. belki de her ikisinden; şöyle bir durdu, nefes. AYR Irfan Necdet Melihadan bık - tıktan sönrâ, ayrılmağa karar verdi, fakat bu işi kendini sık- madan ve kibarca yapmak iste- yordu. Bu yoldan geçmiş bir kaç arkadaşından da akıl, fikir da- nıştı. Mahmut dedi ki: — A... Bundan dahâ basit ne var? Ben benimkinden şöyle ay- rıldım. Anam babam beni evlen dirmek istiyor, dedim. Yazdı - | ğim- acıkir ayrılış mektubuna dolgunca para da koydum. On - dan sonra da semti değiştirdim. Macit te dedi ki : — Ben uzun bir mektup yaz- dım, Hâlâ hatırımdadır, şöyle başlıyordu: “Beni affet. Ben zaten üzüntüden bitkin bir hal - deyim, fakat ne yapayım ki, se- ni de üzmeğe mecbur kalaca - ğım..,, Arkasından da> perişan olmuş bir kalbin elemlerini say- dım. Mektup sekiz, on sayfa ka- dar bir şey tuttu, Lütfi ilâve etti: — Ben güya Bursaya zm:ım. orada bir ahbabımın vasıtasile buradan yazdığım bir iki mektu bu Bursadan postaya verdirdim, sonra arkasını kestim. Selim de anlattı: — Ben açıkçasını söyledim. Başkasını seviyorum. Ne yapa- lun, hayat böyle.. dedim. Naci de dedi ki: — Ben bilâkis bir şey söyle - medim. Fattâ ikimiz için istik - bal projeleri yaptım. Güzelce traş olduktan sonra podrasının altına bir kâat bıraktım. Kâatta da kararımın kati olduğunu ve artık biribirimizi göremiyeceği- mizi anl; ttım. İrfan ! ccdet daha ötekiler - den genç olduğu için bu kadar müraiyane ve hileli ayrılışlara i- çinden razı olmadı. Yalnız kız- Tarın bu ayrılışları nasıl karşıla- dıklarına merak etmişti. Onu öğrenmek istedi. Bunlardan Makbule Mahmu- un ayrılıp gitmesine omuz silk Blal g şısına Kadri isminde başka bir genç çıkınca meseleyi hallet - mişti. Adviye Lütfinin Bursada gösterdiği adrese yirmi, otuz mektüp yazmış ve bu mektup - ları arkadaşı kendisine gönder - mişti. Sonra Adviye de birdenbi re mektupların arkasını ti. Hülâsa Cemile Selimden baş- ka türlü, Şadan, Naciden başka türlü ayrılmıştı. Meliha, aylardır beraber otur duğu Irfân Necdeti o gece biraz düşünceli gördü ve sebebini sor du, İrfan, arkadaşlarının kullan dığı usullerin hiç birini beğen - mediği gibi, öteki kızların bu ayrılışları karşılayış tırılıruu da Melihaya yara! İçini cekti. Birdenbire dedi ld' — Meliha, biz artık biribiri - mizden ayrılsak.. Genç kız hayretle delikanlıya baktı, İrfan da sualini bir daha tekrarladı. Ertesi gün formülü değiştir - di: aldı: — Benim adım Mari, dedi, Felix Marl.. Adımı her halde i- şıt'mşıımzdır. Siz Beard - more'un oğlu değil misiniz? — Evet ama, siz buralarda ne arıyorsunuz? — Efendim. bana istasyondan çıkınca tarladan geçilirse, yol daha kısalır, dediler. Halbukı | hiç te öyle değil. Ben buraya babanızla görüşmeğe geldim. — Bu ağacın yanından geçti- niz mi? — Ne münasebet? Ben size tarladan geldiğimi söylüyorum. Froyant büu sırada arkadan geldi ve yenı geleni tanıdı: — Vay Marl sen misin? de - di, gelirken bu âğacın yanından | birisinin geçtiğini gördün mü? Marl menfi bir tarzda kafası- t salladr. Ne ağactan, ne ağa - cın sırrından bir şey anlamadı - ğ anlasılryordu. — Ben o tarafta büyük bir a- ğac olduğunun farkında bile de ğilim, Ne var, ne oldu? Frovant kısaca kesti — Hiç.. Ehemmiyetsiz bir 26 -4.925 ——— HİKAYE Y LNS — Sen eğer beni sevmezsen.. — Çok mahzun olursun değil mi İrfan? Irfan o kadar budala olmadı - ğı için hani pek te mahzun olma yacağını anlatır mübhem bir dil kullandı, Meliha anlamamazlık- tan geldi. Bunu takip eden diğer gün - lerde İrfanın Bursaya gitmeğe mecbur oluşunu, yahut ana ve babasınım kendisini evlendir - mek istemesi gibi hülâsa diğer arkadaşlarının kullandıkları bü - tün usullere de müracaat - etti. Meliha hiç oralı olmayordu. Ev- lenmek meselesinde alacağı kiz kendisi imiş gibi davranıyor, Bursa seyahatini düuyunca: “oh, ne âlâ, ben de hiç Bursaya git - memiştim, güzel bir gezme yap- mış oluruz,, gibi mukabelelerde bulunuüyordu. Bir gün İrfan bu işi kökünden halletmek istedi, hiç izahat ver- meğe lüzüm görmeden valizini =ırlıımğı koyuldu. Fakat Me — Nereye gidiyorsun? Tarzın da bir sual bile sormadı. Bu da neticesiz kalınca, İrfan bir gün Meliha yokken, kendisi- ne bir mektup yazmağa otufdu: “Beni affet Meliha.. Şimdiye kadar çektiğim üzüntüden bit- kin haldeyim, ne yapayım ki, ve saire..,, Daha ilerisini yazamadı. Bir- denbire Meliha içeriye girdi. Bu ilk satırları okuyunca: — Ah cicim, dedi, neye o ka- dar üzülüyorsun? Mantom var zaten... Öteki mantoyu haftaya ısmarlarız, olmaz mı? Gene nafile.. Irfan bu sefer Melihaya boyuna sitem/etmeğe başladı. Çok yediğinden, çok ko- ket olduğundan, çok kendini be ğendiğinden, — intizamsızlığın » dan vesaire vesaireden dem vur- du. Meliha bütün bunların her birine birer cevap buluyordu. Meselâ İrfanın saçlarını okşaya- L_—LHMuE mideni boz- dun, diyordu, ben sana bugün hafif bir şeyler yapayım. Sen de hiç sıhhatine dikkat etmezsin Irfan.. Tarzında mukabeleler.. Fakat bütün bu ayrılmak te- şebbüslerinin her biri Meliha - nın kendisini ne kadar sevdiği- ni ayrı ayrı cephelerden isbat e- den delillerdi. En nihayet kıza da alışmıştı. Hani kendisi de © kadar bıkmış değildi. Bir gün fikrinden caydı, eskisi gibi Meli ha ile yaşamağa karar verdi. &* İrfan üç gün sonra bermutat eve geldiği zaman, apartımanı bomboş buldu. Meliha ortalarda yoktu. Yalnız masanın üzerinde ve kendi adına yazılmış bir mek- tup buldu, hemen açtı, şu sade satırları okudu: *“İrfan, sana bır şey söyleye - yim mi? Ben artık senden bık - tım, ayrılıyorum, beni arama.. Koca İstanbulda o kadar çok Melihalar var ki..,, SEM ——— ——— mesele.. Üçü de köşke vardılar. Jack yeni gelen yorgun misafirin çan tasını eline almıştı. Bu adam delikanlıda hiç te iyi bir tesir bırakmamıştı. Sert bir sesle ko- nuşuyordu. Pek ahbapça davra- niyordu. Babasının bu herifle nasıl bir işi olabileceğimi kesti- remiyordu. Köşkün kapısını gececekleri sırada, Marl zahiri bir sebeb yökken bir sayha konardı ve birden kendini bir adım geriye attı. Bir seyden korbtuğu bel- tivdi. Sansarı kesi'misti. — Vü- cudil bastan asağı *triyordu. Froyant asabiyetle sordu: — Neoluyorsun yahu? Ağactaki kızı! cenberi gördük ten sonra onun da duvrluğu he- yecan halâ gecmis değildi. so - guk kanlılığını güç muhafaza edivordu. Marl kekeledi: — Hiç, hiç... Ben... Ben... — Yoksa içtiniz mi? Jack misafirlerini iceriye a) - dıktan sonra — Yale'ı aramağa (Arkası var)