ayfa Niçin kahve içeriz? Kahvenin tarihi, nevileri, yetiştirilme tarzı, benzerleri, sebeb olduğu buhranlar, bugünkü istihsal vaziyeti Kahve fidanının menşei Afrikadır. Fa- kat ilk olarak Arabistan yarımadasında ekilmiştir. İlk tarıfi de on beşinci asra asid, arabca el yazması bir vesikada bu - hunmüştur. Bu vesika kahvenin © sıralar» da Kızüdenizin şark sahillerinde yetig -; tiğini haber veriyor. Her halde buraları istilâ etmiş olen OHabeşliler tarafından Airikadan getirilmiş olmalı, Suriyede geçtiği söylenen şu vak'a da pek meşhurd e bu memlekette bir manastırın keçi çobanı, garib bir fi - danın çiçeğini yedikleri gün, sürüsüne| bir canlılık geldiğini ve hayvanların her nki gibi öğle uykusuna yatmadık - Bir molla da bunu duy - Şakirdieri akşam namazında uyu- lar diye ayni yaprak ve çi »| dirmiye başlamış. topluluk hayatına giren içki halini de gı islanda almıştır. Ön- celeri yalnız dir ve im adamlarının iç - görmüş, , her sınıf halk a. rasına yayılan bir içk!... On beşinci asır ortalarında Arabistanın bütün büyük şe- hirlerinde kahv neler açılmış bulunu- yordu. Ayni şey haç ve ticaret sayesinde az zamanda bütün islâm #lemine yayıldı. | * Kahvehanelerin kapatılışı Bu suretle kahvehaneler işsizlerin çene çaldığı, zabit, memur, tacir, esnaf, bahri- | Yeli her çeşid insanın politika dedikodu - tiği, sonra ya tinin merkezi olarak kaldı. Ve Arabistan bu maddenin inhisarını iki yüz yıl elinde tuttu. On yedinci asrın başlarında kehve İstanbuldan İtalyaya geçti. İlk defn Ve - hş nü içmiye alıştı. Kahvehaneler yeniden açıldı, çoğaldı, Avrupaya da geçti. yüzlerce yenisi peyda oldu. Şimdi işsizler ve az çok boş vakit leri olanlar buralarda toplanıyorlar, is kambil tavla, satranç oynuyorlar, müna - kaşalara girişiyorlar, nutuklar söylüyor Yarı yaptığı birer toplantı merkezi halini aldı.. Camilerin boşaldığını gören hocalar, | akaşalarının gelecek | bastan başa büyük bir kahvehaneye dön u met adamları kah -| Kahvenin di- | ığu ileri sürüldü. (1511) yı nda Mekkede bütün kshveler kapatıldı, (1504) de Kâhire kahveleri yıkıldı, İstan. | buldakiler de yasak edildi. | * Paris, Londra, İskandinavya, | Almanya kahvehaneleri Fakat Yemen uzun zsman kahve ticare- | Ss adik da dikine gitmeyi zemin ve zamana daha muvafık bu- Tuyordu. Gere avni tonda cevab verdi: — Haydi oradan apokurya maskara” sı kılıklı herif! Ben nereye geldiğimi kimseden salık alacak değilim. Bana! bir oda göster; sonra da git Rânâ hanı- ma haber ver. Aksaraylı Sadık bey gel- di, dersin. O, bilir. — Vallahi bu işte bir hala ver, nur- didem!, — Sus! Şimdi sen! ayağımın altına alır, çekmeceni patlatırım! Bu esnada, kuşağını düzeltiyormuş gibi yaparak, kıvrımlarının arasındaki ince bıçağı gösterir göstermez, Bebe- rükide hoşafın yağı kesildi. Derhal yel- kenleri suya ind'rerek, sordu.: — Efendimin başka vakit bu haneye gelmişliğin r mı? Ne vazifen, senin? Yok: Sordum, sanki... — Haydi, söylediğimi yap! Git, ha - ber ver! Kazaya rıza göstermekten başka ça“ re olmadığın: idrak eden kambur, yu” karı kata çıktı. Zaten, aşağıda bir ko * muşma duyan Rânâ da merak etmiş, 80- fada haber beki — Kim geldi? diye sordu. — Aman, sultanım! Mirmirik boza gibi bir 241. Tanımıyorum. lâkin nere” de ise, kendi zarlası ile kavga edecek. Fakir: eİki gözüm'» deyu hitab eyliyo- rum, o bana: «İki gözün çıksın!» diyor. Nenin nesidir, soramadım kil — Kendisi, kim olduğunu söyleme di mi? — Söyledi! Aksaraylı Sadık beymiş.. orduda sarı çizmeli Mehmed ağal, Ak- saray koskoca bir semti meşhur. Sadık İsmi dersen, Ahmed, Mehmed kadar mebzul. İnsen hüviyetini beyan eder ker sıfatı memuriyetini, ünvan veya şöhretini de birlikte ifade eder ki bir işe yarasın. — Kimi istiyormuş? — Sultanımı! Sana haber vermemi İSadık bey! İbeyefendi!, Maça lar, hattâ vakit vakit entrika ve muha fete sapıyorlardı. Hele Paris 1800 de ade müştü, Bu hal, Londrada da gecikmedi. Daha 1675 de Londra kahvehaneler! bini buldu. Her sinif ve her meslek mensubları; din ve siyasi her türlü akide buralarda ken - dine bir merkez yarattı. Kahve, Almanyaya ağır ağır girdi, Fa - kat sonunda öyle bir yayıldı ki aradan an- cak yüz sene geçer geçmez, bizzat büyük Fredrik şö: emretti. Aksaraylı Sadık beyik, — Öyle zevzek » lenme İzzet efendi- ciğim! Sana kaç de- fa iembih ettim ? Belki de büyük bir adamdır? Oo! Allah içini, Kiber mı (kibar! Terbiyeli mi, terbi - yeli! Fakire ilk sö - Zü: Moruk oldu. Ne- me lâzım? — Git, söyler Ba- şımı örteyim, arka * ma da bir maşlah geçireyim, şimdi 4 * niyorum., Geleni savmak © nun adeti değildi. Zehirli bir örümcek | gibi, ağına düşen sinekleri, kendi ihti * iraslarını tatmin edecek mahiyette olup olmadığını anlamadan salıvermezdi. Beş dakika geçmeden, misafir odasına indi, dığı da selâmladı. — Safa geldiniz! dedi; emriniz? Sâdık koltuğunu yoklıyarak, orada bir silâh bulunduğunu kadına hissettir“ dikten sonra cevab verdi: — Hiç, anam babam! Tepemi efkâr bürüdü de, sariki biz de bu gece burada hındım edelim diye düştük, buraya! Bu tabirleri Rânâ pek beğenmedi. Karşısındakini tepeden tımağa kadar süzdü. Onun bu hareketi ve o esnada zihninden geçirdiği şeyler Sadığın bas- (1624) de), bir sene sonra da Roma, o. Rând bir şey söylemeğe hazırlanıyordu. Sadık lâkırdıyı ağııma tıkadı, SON POSTa İ Şehir Tiyatrosunun dram kısmında, İ Halid Fahri Ozansoyun Hawar-Yung'dan tercüme ettiği Korkunç Gece temali edi - iyor. Korkunç Gece kendi janrında çok gü- zel tertib edilmiş, güzel yazılmış bir pi yestir. Halid Fahri bu piyesi temiz ve barrak Besnile türkçeye çevirmiştir. Üç perdeden fbaret olan piyesin birinci perdesi cinayet, ölüm konuşmalarile baş- İar. Bir adadaki tek şatonun sahibi Gregori (Hüseyin Kemal), şetosuna birkaç ar - kadaşını davet e N lı erkekkidirler. / romanları muharriri var, Antoni (Mah- mud) Onun romanları, cinayet sözleri, misa- firler, bilhassa kadınlar üzerinde korku tevlid ediyor. Bilhassa bir adadaki tek şatoda bulunduklarını da gözönüne ge - İ rdikçe kortları büyüyo İşte bu arada bir vak'a o İbanca patlıyor, tabanca € sahneye çıkan ev sahib; Gregori arkadaşı Do - naldı öldürdüğünü misafirlerine haber veriyor. Adadan kimse ayrılamaz, çünkü $ırtma var, Esasen yat ta adadan ayrıl - İ mıştır. Herkes orada kalacak, Ev sahibi odasına çek! «Can sıkacak bir hal. Kahve sarffyatı İgünden güne artıyor. Köylü, şehirli her- ikes tiryaki oldu. Bu içkiyi biraz tahdid etmeli ki halk yeniden ya dönsün, bi- cılık faydalansın.» Fakat kahve Almanya ile de kalmadı. Avusturya ve İstanbuldan Rusyaya da İ geçti. Yalnız pahalı olduğu için burada İ Avrupa memleketlerindeki gibi umu - ileşemedi. On sekizinci asırda İskandinavyaya ka- dar uzandı, Bugün hâlâ bu yarımadada Helândadan çok kahve kullanılmakta - dir, yor, bir tas * Seyirci buraya kadar âlâkayla takib et. ği piyese daha bağlanıyor: — Acaba neye öldürdü? Donald (Kâni), Meri ile sevişiyordu. Merinin kocası Vilyam, vaziyeti biliyor. du, kıskanıyordu. O öldürseydi bu kadar şaşırılmıyacaktı. Fakat Gregorinin öldür. mesi garib. Acaba Gregori de Donaldın henüz adaya gelmemiş, fakat geleceğini haber veren karısını mı seviyor? Yemek salonuna gide: Yıyan Gregori, gelen mektubları sahible. rine dağıtmak üzere ona vermişti. Meri ağacının | bu mektublar arasında bir tanesini oku- muş ve yırtıp sepete atmıştı, Acaba © mektub nedir? Bütün hakikat * Kahvenin manzarası Dik ingilizce olan ve kahve yetiştiren memleketlerde köhve fidanının meyva - sına «kiraz; denilir, Susuz, etsiz bir kiraz farzediniz, ortasında bir yerine iki çekir- dök bühunsun, yassı tarafları birbirine apışıyor, katı fakat taş gibi sert olmı- yan Pki çekirdek. İşte kahve meyvası (Devam: 10 uncu sayfada) Vakide bir zaman -| tar evim açıktı. sk zin gibi beyler, ek- sik olmasınlar, ge - leriler, zevk ve Sa fa ederlerdi. İlle ve Wikin şimdi her şey- den el etek çektim. 'Tövbekâr oldum. O- nun için arzunuzu maalesef yerime ge tiremiyeceğim. Sadık sulandı: — Haydi, be ab * lacığım! İşin yok mu senin? Benim böyle marlavallara karnım tok. Kırk yılda bir içim çekti, geldim. Beni boş mu Yöndüreceksin (o be #nam? Paradan sasiyetinden kaçmadı. na kasavet ediyorsan, hiç üzülme! Ev- — Ne bakıyorsun, hânım abla? Allah| vel Allah taş tutuyoruz, İnanmazsan, sayesinde hiç bir eksiğimiz yok. Kar *İnah, bak işte: Buna padişah sikkesi de- şında boyun& o çağanoz yapılı moruğuller. görmeğe alışmışın da yoksa, bende de) Cebinden yfak bir örme kese çıkar“ kambur mu arıyorsun? diye sordu. mış, içindeki bir kaç altını ortadaki — Hayır! Yüzünüz yabancı gelmiyor) masanın üzerine dökmüştü. da, tamyor muyum diye baktım. — Nereden tanıyacaksın? Biz her vakit buralarda görünmeyiz. Böyle kırk yılda bir aklımıza esecek, havadan bir de vurgun vuracağız ki senin yosma - larını memnun edebilelim. Rânâ, önündeki adamm alelâde bir belâlı olduğunu anlamış, savmak isti - yordu. — Affedersiniz bey kardeşim! dedi. — Al! Ne varsa senin! Sade bana ge“ tireceğin yosma &ans benzesin. Kaşı gözü uygun, vücudü âcık semizce ol snu, Karı dediğin el doldurmadı Rânâ bir şey söylemeğe hazırlanıyor du. Sadık, lâkırdıyı ağzına tıkadı. — Haydi, cancağızım! Söyle o kam - bur çomara: Köşedeki bakkala katlar seksin.. yarım okka, bir okka imam su- yu alsın. Biraz da meze. leblebi, fa - ı Meriye rast. | görinin Donasldı ö. | Şehir tiyatrosunda “Korkunç Gece,, Yazan : İsmet Hulüsi Hatid Fahri Ozansoy üzerine kapıyı kilidlediği © 5 kalan. Gregorinin kapısını, ihtiyar bekçinin (Müfid) kızı (Peri) (Ne. vin) açtı, Gregori serbest, Peri gittikten sonra Donaldı da görüyoruz. Cin m lenmemiş, misafirleri korkutmak, heye « cana vermek için iki arkadaşın te tikleri bir şakadan başka bir şey değil « miş. Fakat cinayet işl » Donald sah- nede yalnızken kapı arkasından atılan bir kurşunla öldürüldü. Dekller Gregoriyi itham edecek mahi- yette, gerçi misafir, kumluğa atılan bir kaç bez parçasına Donaldın ölüsü zanne- derek bakmışlar, o olduğuna kanaat ge. #irmişlerdi. Ölünün salona getiritmesi im. ne olsa ölü vardı. ârdüğünü itiraf etmişti. e bulunan mektub da Gre - düğüne bir delil o- r kânsızdı amma Gregori ö nd sepe Yârak ş Fakat katil Gregori değildir. n kati olduğunu Gregori or- lan! Haydi asim şıma geç, çakalım, çakıştıralım, felekten bir gececik de biz çalalım. Hai kar: getirmesen de olur, Sen de gi üyorsun, sanki, Mihrab Hem bu Meclisi şen benziyorsun. mişindir. £ ehline rine doğru yürüyordu. Rânâ, insi hareketle geriye çekildi. İnfia ederek: y orum? Pey alıyorum, pey!. Sen esnaf olduğun halde nasıl bilmiyorsun? Çaşni helâldır, be ima “ nim! Alacağımız malın Ladına bakaca“ i ız elbette, Hemi ben, bak, sana bir şey söyliyeyim: Nazdan, cilveden hiç hoş- lanmam. Bana fasafiso yapmağa kalkı” m döner, Sen o afileri, Re“ e yap. Bizim gibi külban « beylere geçmez, Demindenberi ayakta duruyordu. Bu sefer, olurdu, yerleşti. — Abla! dedi. Sende bir entari yok mu, be? Birde şipşip terliğin varsa onu da getir. Şuracıkta soyunayım, dökü “ neyim de safsma öyle bakayım, olmaz mı? Rânâ afallamıştı. Ne krmıldayabili * yor, ne de ağız açıp bir itirazda bulu « nabiliyordu, Sadık kenarlarından Jâs“ tikli çekme potinlerini çıkarıp sedirin üstüne bağdaş kurdu. — Haydi, ne duruyorsun, abla? dedk Söyle çomara, bir paket de ellilik tütün alsın. Sen de kur bakalım sofrayı. Az» cık saz da tıngırdatırsım işimiz iş! Ağış #asıllardan pek çakmam amma, keriz havalarına da pek bayılırım! n bütün dı. — Gene affeö İZ, Bu İstediklerinizin hiç cak. Sadık kaşlarını çattı. kuvvet ve cesaretini imi ye bey kar biri olam (Arkası var)