Sinemanın en şık san'atkârı vaktile çiftlik yanaşması idi Gene bu san'atkâr kıyafetinin pejmürdeliğinden dolayı sinem-da rol alabildi “Meşhur san'atkâr Adolphe Menjou A- merikân terziler cemiyeti azası tarafin - dan (sinemanm en iyi giyinmesini bilen, en şık san'atkâri) olarak seçilmiştir. Bu san'atkir «on bir» vefa bu payeyi ihraz Adolphe Merjou'nun elbise dolabında kostüm, şapka, fotin, kravet olarak iki bin parça bulunmaktadır. Adolphe Menjou'yu çokları Fransız sa- nır. Halbuki Amerikada Pittsburg, şehrin-| p de doğmuştur. Babası Fransız muhaciri) di... Amerikada iş bulduktan sonra bir Irlandalı kızla evlenmiş, karı koca bir 10- kanta açmışlar, işleri pek yolunda git - miş, bu arada Adolphe dünyaya gelmiş - #ir. Adam çocuğuna sağiam bir tahsıl werdirmek istemiş, mühendis olması için kendisini OÜniversiteye (o göndermiştir San'atkârın hayatı tıpkı bir masal gibi » ir ve masal da bundan sonra bâşlamak- tadır. Tam bu sıralarda lokantanın işleri bo- olur, Adolphe tahsilini yarıda bırakır ve Cleveland'a avdet eder, Nevyorka gi - &lp aktör olacağını babasına söyler. Cebinde on dolar 'le Nevyorka varır. Bir hayli uğraştıktan sonra civardaki çifiliklerden birinde bir iş bulur, Orada ineklerden süt sağma vazifesini alır. O kadar muvaffak oluz ki iki üç gün sonra kapıdışıırı edilir, Yeniden bir (iş aramığa Koyulur. Gene bir çiftiğe gider. Çiftlik sahibi ile aralarında şu muha - vere geçer: — Ne yapmasını biliyorsun?.. — İnek sağmaktan başka her şey elim. den gelir. Bu cevab çiftlik sahibinin o kadar ho- guna gider ki Adolphs'u alıkoyar ve ona gi dağıtmak vazifesini verir. Üç hafta bu işe devam eder, Birkaç do- lar biriktirir. Brodway'a zada hemen iş bulamaz. Geceleri gizlice parklardaki sıraların üzerinde uyumağa başlar. Nihayet bir gün Vitagraf kum - yollanır O - talib olur. Açlık ve sefalet bu. Adolphe bir karış sakalia her gün kapıda verile » cek rolü bekleyip durur, Bir gün müdir Gnu görür ve der ki: Ni Adolphe Menjou, Con Barimor ile beraber — Tam aradığım karma karışık bir su- rat! Hemen angaje ediyorum... Günün birinde sinemanın san'alkârı sıfatını kazanacak olan A - dolphe Menjou böylece pisliğinden dolayı sinemada rol almağa başlar. Bu sırada Harbi Umumi patlak verir. Gönüllü ya- zılır. 1918 senesinde İtalyan cephesinde yüzbaşı olur. Harbden sonra Hollywooda avdet eder, Ona küçük roller verirler. Bir akşam lokantada Charlie Chaplin ile vi Yoyce'in yanındaki masada yer &- «en şik» O günlerde Charlile yeni çevirecek ol- duğu (Efkâr Umumiye) fimi için baş rolü yapacak bir san'atkâr arıyormuş. Peggy ona Adolphe Menjou'yu gösterir ve takdim eder, Birkaç gün sonra Charlot, Adolphe'u davet eder ve rol kabul edip etmiyeceğini sorar, Adolphe yekten haftada 500 dolar İs ter, muvaffak olur ve bu rolü alır. Bu film sayesinde de meşhur olur, O zamandanberi nice nice san'atkâr - ların şöhretleri söndüğü halde Adolphe hâli beyaz perdenin en çok sevilen sima- larından biridir. Cary Grant ile Jean Arthur Her ikisi de Amerikanın en güzide s!- nema san'atkârlarından olan Cary Grant 34 ğ — İle Jean Arthur yakında birlikte bir film panyasına müracaat eğer ve figüranlığa| ceklerdir. Bu filmin izmi «Plans No. 4» dür. Malüm olduğu üzere Cary Grant büyük Amerikan film kumpanyalarından Co - Yumblaya mensub butunmaktadır, Robert Taylor yeni bir film. çeviriyor Boyaz perdenin en gözde erkek yıldızlarından olan Robert Taylor «Coşkunlar» isimli yeni bir film çevirmeğe başlamıştır. Bu filmde güzel san'atkâra Maureon O'Sullivan o partönerlik yapmaktadır Resimde her iki san'atkârı bu filmin bir sahnesinde görüyorsunuz. SON POSTA Fransanın müdafaa plânlarını satmıya kalkışan bahriyeli Ajanslar bundan birkaç ay evvel Fran- sız bahriye zebitlerinden Mare Aubert i8- minde bir gencin Fransız bahriyesi mü » dafas plâhlarını bir ecnebi memleke:e satmış olmak suçile tevkif edildiğini bil dirmişlerdi. Casus Aubert'in muhakemesi mahkü - miyetle neticelenmiştir. Mahkümun a - vukatları kendisi için af taleb etmişlerse de böyle bir cürüm affedilemiyeceği için mahküm Martın altıncı günü kurşuna di- zilmiştir. Fransız gazeteleri bu bususta şu taf - silâtı vermektedirler: Şafak sökerken, mahkömun dar hücre- sinin kapısı açılmış ve kapı açılır açil - maz mahküm hemen yerinden kalkmış - tır. Fakat yüzünün çizgilerinde en ufak bir telâş izi görülmemiş, sükünetini müha - faza etmiştir. Rahib kendisine birkaç söz söylemek is- teyince: — Biliyorum., biliyorum, bana cesaret | telkin etmeğe beyhude oçabalıyorsunuz, cesarettmi kaybetmiyeceğim! demiştir, Mahküm böyle söyliyerek yatağının as Marc Aubert yak ucundaki elbiselerini almış ve alelâ- cele giyinmiştir. Bu üniformaların bir gün evvel bütün şerldleri ve düğmeleri sökülmüş bulunuyordu, Mahküm on beş gündür tıraş olmamış ve yıkanmamış ol- Ktiğu için çok sararan yüzü toprak ren - ginde ve korkunç bir şekilde idi. Sabık bahriye zabiti 2000 bahriye ef - radı Senegalli ve müstemleke askrleri ö- nünden geçerek kurşuna dirileceği saha:| ya gitmiş; oraya kadar cesaret ve sükü- netini kaybetmemiştir. Yalnız gözünü bağlamak istedikleri vakit mukavemet göstermek istemiş, birkaç anlaşılmaz söz söylemiş fakat iki bahriye neferi göz - lerini bağlamışlardır. Biraz sonra memleketinin müdafaa plânlarını satmağa kalkışan bedbaht genç idam tahtasının önünde yere yuvarlan - mıştır. Bir bahriye zabiti yanına kadar gülip şakağına tabancasını dayıyarak ona son kurşunu sıkmışlar, Casusun ihtiyar annesi günlerdenberi oğlunu görmek için bütün makamata mü Içine atılıvermiştir. Trakya için iki aygır daha satın alındı Edirne (Hususi) — Vilâyet aygır de posu İçin 963 lira mukabilinde biri A- rab, diğeri Karacabey nanyüs atı ol « mak üzere iki aygir satın alınmış ve E- dirneye getirilmiştir. Bu suretle Edir ne aygir deposu mevcudü 7 aygır 2 merkebe iblâğ edilmiştir. Ayni zaman- da bu yıl vilâyetin 12 merkezinde a - İşim durağı açılması kararlaştırılmış © lup bu duraklara Karacabey harasın- dan damızlıklar getirilecektir. Aşım durağı açılacak yerler arasında Uzun köprü, Keşan, Meriç, İpsala, Havsa erkezleri bulunmaktadır. Sayfa 7 Beynelmilel yankesici Ali Rıza“Son Posta,, ya hayatını anlattı Yankesicinin Belçikada bir günde tramvay Sordum: — İşleri büyüttüm diyorsun amma, lüzumundan fazla büyütmüşsün! Bak- sana, Türkiye hududları bile sana dar gelmiş; beynelmilel olmuşsun! Ali Rıza içini çekti. Sonra: — Bu sözünüz, suratıma inen bir t0- kat gibi, dedi, Beynelmilel olduk da a- dam m: olduk sanki? İçinde yuvarlan- dığım girdap, bütün hayatımı mah - vetti. Bu işlerin sonu var mı? Yok! — Mademki bunu biliyordun? — Aklım şimdi başıma (geldi. Yani neden sonre”” Meşhur Lâle Stelyoyu duymuşsunuzdur. — Hayır! — Canım, sen de kimseyi tanımıyor- sun, ağabey! Lâle Stelyo hırsızların pi- ridir. Kuruluşta apartımanı bile var - dı. O bile, hapishanede ölüm döşeğine girdi. Bizim âkibetimiz — böyle: Kirli bir yatak, soğuk taş oda ve bin bira - zab ile can çekişmek! Size tabii palavra gelir, lâkin söyli - yeceğim. Ben, içli bir insanımdır. Her par alışımda hem memnun 6 - lurum, hem de müteessir. Hattâ sı - nşmadan cüzdanını çarptığım işin farkma varır da ağlamağa (başlarsa, dayanamaz, malımı fade ederim. — Nasıl? Kendi elin fle mi? — Böyle yapayım da herif yakama yapışsın, öyle mi? Cüzdanı yere atar, sonra sahibini dürterim: — Bak birader. Düşürmüşsün, gibi- lerden. O da hayır odumyı esirgemez benden! — Bu hikâyeye pek inanamadım A- li Riza! — Sor, beni tanıyan bütün sabrka - hılora.. evet, demezlerse ( gençliğimin hayrını görmiyeyim! Kalbi, rikkatii a- damımdır ben, Kodesde idim. Mevsim kış idi. Dışarda buram buram kar ya - iğıyordu. Gazete, kitab okumakla va- kik geçiriyordum ve zaman zaman dâ- racık pencereden dışarıya bakıyor, za- vallı serçe kuşlarının karların üstünde wvıl cıwi, fakat aç dolaşmalarını sey- rediyordum,. Dayanamadım, serçelere ekmek atmağa başladım. Maskaralar alıştılar... Aklıma esti, bunlardan bi - rini içeri alayım, dedim. Pencere, ka- pak gibi açılıp kapanıyordu. (Kenara koydum ekmek kırıntılarını... Sonra i- pı bağladım pencerenin , bekle - dim serçeleri... Derken, biri o ekmeğe yanaştı, Kovuverdim ipi, kaldı içeri - de, O, çıpıma dusun, yakaladım kana - dından... Sevdim, sevdim. Bu sırada gardiyan, beni, aşağıya çağırdı. Serçe- yi kaçmasın diye ekmek dolabına koy - dum, havasızlıktan ölmesin fikrile de kapağı aralık bıraktım. Dönüşte bir de ne göreyim? Zavalh kuş, çırpına Çir - pına ölmüş! O kadar o kederlendim ki saatlerce gözyaşı döktüm! İşte, bu yufka yüreklilik yüzünden #şik da oldum. Sevgilim de felâketze - de bir kızenğız. Anam, babası ölmüş, Kabarede artistlik yapmak mecburi - yetinde kalmış. Onu, çıkardım oradan, aile yapayım kendime diye, Zaten, ne- damet getirdiğimi söylemiştim. Çocuğa da çok meraklıyım. Gelgelelim, işin ça pan oğlu tarafma: Ya o yavrucak, ya - rın, beni demir parmaklığın arkasında görürse?! Ali Rızayı âdeta teselli etmek mec - buriyetinde kaldım. Sonra: — Araya lâf girdi, / beynelmilellik bahsini yarıda bıraktık, dedim. Söy - ie bakalım, Avrupayı dolaşmak aklına nereden geldi senin? Ali Rıza güldü: — Onlardan da buraya düşenler olu- yordu, tabii... Birkaçı ile tanıştım, sor- dum: — Sizin taraflarda kodese düşersek ekmek var mı? — Var? — Sopa? — Yok! Türkiyeye gelen Avrupalıları da, bi- zim san'at bakımından birkaç kere yok lamıştım, Tecrübelerim göstermişti ki yolcularından 60 düzdan çarptığı olmuş Ali Rıza herifler avalın avalı. İşte, bu görgü ve malümattan sonra valizi sırtladığım gi” bi soluğu Yunanistanda aldım. Ora'ın Fransaya, Belçikaya, Almanyaya, İs » panyaya ve Lehistana geçtim. Bir ara — Şark turnesi yaptım: Mısır, Suriye, rak... Ali Rızanın izahatı (o arasında geçen «ekmek, sopa, aval ve Şark (o *urnesi> sözlerine gülmekten kendimi alama - dım. Onun birkaç cümleye (o sığdırdığı serseri hayatında, kim bilir, ne mâce * rTaları vardı. Bunları merak ediyor dum. Fakat, Ali Rıza, istediğim nokta- lara pek yanaşmıyor: — Sizin gibiler ile ihtiyatlı konuş malı, diyordu. Bir gevezelik yüzünden, başıma yeni bir sabıka çıkar! «- Nasıl yeni bir sabika? -— Gizli kalmış bir işi söyleyiveri » rim, sen de «Son Posta» ya çırpıştırır sın, Haydi Ali Rıza (içeriye! İyisi mi, tut dilini, kıstırma kuyruğu Ali Rıza! Güş hal ile, endişesini giderdim. Son ra, kendisine, yaptığı işlerin rekorunu sordum — Bir günde ne kadar cüzdan aşır ” dın, Ali Rıza” — Ne kadar canını istediyse! — Kaç tane, canım? Beş mi, on mut — Niyele bağlı. Yalnız, Brükselde iken çalışkanlığım tuttu bir gün, sa « bahtan akşama kadar bütün tramvay»s Jarda isledim! Geceleyin, meyhaneda dinlenirken bir muhasebe yaptım. — Ne tutmuş idi yekün? — Allah seni inandırsın, tam 60 ta nel — Biraz mübalâgalı gibi geliyor b na: — Ne için yalan söyliyeceğim, ca « nım? Geçmiş şeyler bunlar, Zaten, bü- tün mesele nedir, biliyor musun? Kar şmdaki adamın yaş tahtaya basıp bas - muyacağını kestirebilmek, işte bu ka * dar! — Nasıl anlarsın onu? — Eh, bu işlerde biraz psikolog ol » mak lâzımdır. Yankesici, bir an içinde İ kimlerin cüzdan vereceğini tayin ede bilmelidir. Senin anlayacağın evvelâ göz ustası, sonra da parmak! — Beni.nasıl buluyorsun? — Dışarıda ne biçim gezdiğini gör - medim ki! — Buradaki gibi. -— Yaramazsım bize! — Neden? — Böyle, hem yaramazsın, hem de adamın başını derde sokarsın! — Amma yaptın ha? — Vallahi böyle! Neden dersen, hem iğnenin deliğinden Hindistanı seyre » diyorsun, hem de dalgada imiş gibi du- ruyorsun! (Ali Rızanın bu sözlerine rağmen, yanından ayrıldıktan sonra, bütün ceb İerimi muayene etmekten kendimi a » lamadım! Çünkü, onun pohpohlarından baba hindi gibi kabarıp, cebdekileri kaybetmek de vardı hesabda!) (Devamı 10 uncu sayfada)