— Tarme e a Rüya mı, hayır hakikat! C özlerinizi karaştıran | bu salkım salkım gerdanlıklar yalancı değil, bu ihtişam sınema dekoru değl, bu perilere benzeyen kadınlar hayal değil, Deauville ( Dovil ) in Ambassadeurs lokantasındayız —. < Gene Trouville'deyiz... Dlâjın boylu boyunca hep çahları siv- atı aralarında iki Üç kat pencere, damları koyu renkli, hep Normand yapı- sında cteller, pansiyonlar. Çoğunua altın- da kahve var, Kahvelerin önüne sekiz on asalar, sandalyeler altılmış; hiç bi- rinde oturacak yer yok, o kadar kalaba- lık. Kimisinde kırmızı ipekliden gömlek- ler. kimisinde turuncu, kimisinde yeşil- ler giyinmiş çalgıcılar. Yollarda, sakorde- ©t> Ççala çala şarkı söyliyen, sonra bir bis çimine getirip arada bir para da toplı- yanlar, Her yer musiki ile inliyor, her köşede çıplak insan kaynıyor, her yerde şillik... Doville daha süslü. Burada yaşıyanlar daha zengin, daha şık... At yarışları, ya- rış etrafında tutuşulan bahisler, herkesin mağazalardan bir ka- çının burada da şubesi var, Giyilecek, takılacak eşyanın en güzellerini, en gö- rülmemiş bir biçimde olanların: burada bulabilirsiniz. Vitrinler, hayal gibi ince çorablarla, en usta ellerin işlediği deri çantalarla, en süslü şapkalar'a, fuların- dan kravatlarla dolu.. hepsi Parislem şık Pa raya toplanmış İse, onların kullandıkları ufaktefek eşyanın en şıkları, en güzel.eri | de burada. Kazinosu yerli, yabancı bütün eğlerce Ambasradeure lokantasında bir suvare meraklılarına bir mabed olmuş. Merdi- venden çıkar çıkmaz ortada bir bar... Parisin en ileri gelen artistleri burada. 'İçlerinde hani ya şu bizim çocuk'uğu- | muzdaki Mayol bile var. Saçları bembe- | , bir kâhkül!.. Hâlâ çapkınca tür üyor, hâlâ sahnenin bir köşesin- | ne sekiyor. önünde bir bul masayı... da bir sdam: İki. Başın- | kiz... Üç... diye avazı çıktı- | ağırıyor. Bunu pek kumar say- | mayorlar; eğlence diye en ziyade - orta | hallı kadlınlar oynuyor, Deavarlar, baştanbaşa ayna... Bir yan- da tiyatro, bir yanda sinema .. Tıyatroya belli başlı Fransız artistleri geliyor, bi- rTer gece oyun oynayıp gidiyorlar. Barın | arşısındaki salona doğru yürüyelim. Sa- | lonun en sonunda geniş, camlı bir kapı, buradan kezinonun bahçesine çıkılıyor: ylu boyunca uzanan ge- elecek olursanız A iyor. Geceleri bu kapı- | ran önündek! geniş ııı—ıuada teklük göl- geler dolasır. Bu gölgel t n n salonundan bir ks ıdak dudağa birkaç hlardır. Tek ise, mutlak ni boşalttıktan &: soluk olmak için kendini dışarıya da mış bir zavallıdır. Kazinonun b İ bani şu cennet bahçeleri gibi dedik'e kadar pgüzeldir. Hele geceleri, ışıklar öy ı,l dak! çiren sevdi a ku- İrılan, kıvranan kadı | günah arzusu verenleri burada... Bütün Yazan: Kemal Ragıb güzel yerlere yerleştirilmiş, gizlenmiş ki, bütün bu yeşillikler, allı, mortu çiçekler, sanki büsbütün canlanır, şahlanır, renk- leri büsbütün parıldar; salonda dolaşan insanlar nasıl o diyarın en güzelleri, en zenginleri ise bu çiçekler de bütün ye- şillik dünyasının birer sultanıdır. Bahçe kapısının yanında meşhur Am- bassadeur lokantası. Yemekler, gecesine göre, beş liradan on beş liraya kadar de- Gişiyor. Fransız olsun, yabancı olsun eğ- lence âlemlerinde en çok tanınmış sima- lar, en ileri gelen artistler hep burada. artistlere lere ilham veren en göze çar- tiler bura- | an en &- * Baçların, gözlerin en i. boyun bosun en alımlı, en çalımlı olanları burada... lar, en ince gülüşler burada... En usta- lıklı yapmacıklar, yapmacığı kendine en | çok yakıştıranlar; kırıtan, dökülen, kıv- rın insana en çok Büs, şevk, eğlence, ihtiras saltanatı bu- rada... Efsanevt bir servet te burada. İşte yeşil maşlahının bir ucunu omu- zuna atmış, yanınızdan Hindli bir kadım Beçiyor: Göğsü kıyor, kulaklarında tek taşlı peler. Parmaklarında i renk İnciler. Kollarında tâ udar taşan zümrüdlü, yah saçlı, gö ufaktefek bir kadın ki, işte şöy birkaç milyonu takmış, takıştırmış gözü- n önünden süzülüp gidiyor.. Onun arkasından Amerikalı bir kadın; biraz daha ötede hani kiralık kağınla- rın, ama öyle bir günlük değil. birkaç senebği bir günde verilerek kiralanın kadınların en zenginlerinden, en güzel- inden, en çok dillerde dolaşanlarından Hepsinin boynu, kulakları, bilek- |leri, göğsü, saçlarının arası hep öyle in- cilerle, zümrüdlerle, pırlantalarla işlen- miş. Bir sralık ortalıkta bir fisi'ti duyülü- yor; berkeste şöyle biraz genye çekilir İgibi dir kımıldanma oluyor: İşte saçları kızıl bakır yenginde, süzgün bakışlı bir kadın, yanındaki genç, yakışıklı er- kekle k-ı labalığın arasından süzülüp ge- çiyor. 1 tanıyacağım, bir yerde gördümi ama, diye düşünmeye ka'madan siz de herkes gibi yanınızdakine: <Bak- sana. Marsel Şautal geçiyor!.s diyve fisil)- dıyorsunuz. Biraz sonra Jul Berry ile karşı karşıya geliyorsunuz: Önun yanın- da da uzun boylu, sarışın, çok güzel, pek mlh bir kadın var. Sanki geçen sene üimiz Baccara adlı filmin onlarla beraber seyrett içinde, yaşıyormuşsunuz — gibi kasından Ağahanın va- nında birk ntadan çıktı- ba bir aktüalite zı büküyorsu- an bu gsalkım, filmi mi diye nuz. Gözle En tatlı bakış- |. salkım gerdanlıklar, küpeler yalancı de- gü, bu servet bir ginema dekoru değil, bütün bu süslü insanlar hayal değil. İşte biraz sonra onları oyun salonunda, baka- ra masasında tekrar buluyoruz. Kemal Ragıp Enson Amerikanın gümüş kraliçesi bedbin Prenses Engaliçef Mavi gözlü, civelek prenses Engaliçef, Amerikanın gümüş krâliçesi diye anılır. ye gitse, Amerikadaki zengin gümüş mlerinin parıltısı peşini takib eder. onun ya- mal Saçları bembeyazdır. Yafı, İşından çok daha az olan kadınlar bile, o- bpun heyaz ve pembe yüzünü görünce ha- sedlerinden çatlarlar. Çünkü prenses En- galiçef tam 78 yaşındadır. ses şöyle demiştir: — O kadar çok sosyete hayatı yışadm ki, artık bıktırm, kanıksadım. Seyahatten de yoruldum: Kaç kere dünyayı - dolaş- | trm, hatırlıyamıyorum. Görmek — istedi. ğim her şeyi gördüm. Gezdim. Ölsem de gam yemetm. Gözüm arkamda kalmıya- cak, Ev,aile mi? Dört kere evlendim, Ar- tık gına geldi. Mücevhere hâlâ da bayılırım ama, ar- tık fazlasını istemiyorum, Yeni baştan da evlenmek niyetinde değilim. Bir kadına | dört koca yeter de artar bile, Prensesin ilk kocası, gümüş krah idi. İkinci kocası bir öperatör, üçüncüsü ke. reste kralı Holms ve dördüncü kocası ise iki sene evvel ölen Rus prensi Engaliçef- ti Prenses sözlerini şöyle bitirmiştir: — Şimdi evim neresi mi diye soruyor- sunuz? Nerede gecelersem orada kalıyo- rum. Yorgun argın, bir ötelden öbür ote. le sürünüyorum, Ben, göçen bir nesle mensubum. Harbden önce Petersburgda dansettim. Viyanayı en ihtişamlı zaman- larında tamıdım. Japonyayı hakikt kiraz ağıçları ülkesi iken görmüştüm. Şimdi artık ne yapscağımı bilmiyorum. Gün üş olmama rağmen, bugünkü genç- liği beğenmiyorum. Çok deli dolu ve zıpır şeyler. Gazetecilere beyanatta bulunan pren- Okumuş kadınla evlenen bir adamın hatıraları Kopya eden! Şimdi beni dinle « yin, üniversite mezu- nu musunuz?.. Birkaç lisan biliyor musu * nuz? O zaman, me - sele yok. Eğer böyle değil de benim gibi parası bol, okuması, yazması kıt ciaslten - Beniz siz siz olun sa- kın ha, okumuş yaz « miş, bir kadınla ev - lenmeyin.. — Eyvlenirsem ne olur? Mu diyorsunuz. ne olacak benim başı » ma gelen, sizin de başınıza gelir.. Benim bilgim az, param çoktu. Evlene- | ceğim kadının da parası az, bilgisi çoktu. Birimizin çoğu ötekinin azını tamamlıya- cak, bu sayede dörtbaşı mamur bir a'le kurmuş olacaktik. Evlendik. Evlendiğim günün akşımı karımla oturuyorduk. O dalmış bir şey- ler düşünüyordu. Herhalde müstakbel saadetimizi düşünüyor, benden bunun müjdelerini bekliyordu. — Ne düşünüyorsun karıcığım? Dedim. Yüzüme dalgın dalgın baktı: — Froydu düşünüyorum. Demez mi? Kanım beynime çıktı. Froyd da kim oluyordu? Türk ismi de değil! Karımın böyle bir adamla bir alâ- kası mı var? Hiddetle sordum: — Froyd da kim? — Tanımaz misın, ben ona bay Öp babanın elini! Hiç cevab verme k çıktım. yerimden kalktım. Evd Bu ne sordum. Nihayet öğ: kalfası tırdım. Kalfayı yatağından kaldırdım. ışlık bir ihtiyardı. Üzerine atıldım. , ben tokatladım ve nihayet ge- öğrendim. Froyd diye bir âlim varmış. O burada değilmiş; karım bilgili ise, Froyda bayı- htım, demesi Froydun n e dön- — Bana bir Kant getirir misin? Dedi. Tabil: — Hayhay! Dedim. Kantın ne olduğunu bilmiyor- dum ama herhalde kadın eşyasından biri Vidi. Kadın eşyası satan mağazalardan bi- rine gittim, tezgâhtar kıza: — Kadın için Kant verir misiniz? Dedim. Kız güldü fendim ona Kant demezier.. Gan, derler. Vereyim. Bir çift kadın eldiveni çıkardı. Ber de karımı çok bilgili zannederdim. Bir Froyt öğrenmis meğer o kadarmış. Eldive Jelimde eve döndüm.. karıma uzattım; v stihfaf ederek; a Kant demiştin, ama ayıbi)dı- lar. Ona Gan derlermiş al. | Karım gızdı. Meğer Kant dediği, Kant isimli adamın- kitabı imiş. | Her ne ise bu da geçti. | Ben oturdüm, karım oturdu. Eline bir küğrd aldı. Bir şeyler karaladı. bakum. Altalta-rakamlar yazmış, haşuma gitl', — Ne iyi ediyorsun karıcığım, dedim, Jişte ben de bunu isterim, Bir kadın sü İçünün, kasabın, bakkalın hesabını tut- maalıdır. Aksi aksi yüzüme baktı: | — No sütçüsü, ne kasabı? dığın rakamlar onların hesa- — Ne münasebet, iki meçhullü bir mu- |adele hailediyorum. Akşam üzeri onu mutfakta buldum. Tencereye bir şeyler koymuş pişiriyi |Doğrusu çok sevindim. belli ettim. — Meğer sen ne iyi ev kâdını imişsin, dedim. Yemek pişiriyorsun ha, bir erkek için bu ne büyük zevktir. Hiçbir ahçının pişirdiği yemek bir erkeğe, karısının pi- şirdiği yemek kadar tatlı gelemez. Karım beni baştan aşağı sürdü: — Ben yemek pişirir miyim? — Ya bu yaptığın ne? Sevincimi - de idim. Bir eczacı | | ş. Eczane kapalıydı. Zorla aç- | İsmet Hulüsi — Bir kimya tecrübesi, Ne ise bunların faydası yok ama, zaraâ Ti dâ yok; Ya dünkü mesele onu hiç sor- mayın, eve yorgün dönmüştüm, yemek |masasının üstünde bir bardak şarah vars d. Halis kırmızı şarab.. doğrusu yorgunş argın bir insan için bu bardak şarabı iç« mek çök zevkli olurdu. Hemen bardas ğa yapışlım. Dudaklarıma götürdüm. İkİ üç yudum içtim. Fazla kekremsi idi. Bır, raktım. Karım gördü: — Ne yapıyorsun? — Bu ne fena şarab? — O şarab değil! — Ya ne? — Toecrübe için hazırladığım bir mahd 1â1, hem de zehirli. — Eyvah ben şimdi ölecek miyim? — Merak etme, ölmezsin? — Na: n karım, panzehi n ölümden kurtuldukı rşıma geçti, sordu. — Arşimed kanlınunu bilir misin? Cevab verdim: allahi ne hâkim ukat.. ne ah güldü, bir başka daha sual |getirdim. Aralarında, Darven - isinisi yoktu. j - Hayır, tanımam, İstanbulda mı otum rur? | | — Canım nasıl bilmezsin şu maymune ları... — Anladım. Bir çingene ismi — olacak, eskiden sokaklarda onlar maymun oynae Adlarını, sanlarını nereden bi kahkah güldü. Ben de kızdım. Haydi, dedim, bü sefer de kızgınlr Fıkat gitgide tahammülüm azalıyordu. Bugün yanı evlendiğimizin dördi nü; biraz evvel eve gittim. Karnım aç Hâlâ da aç ya! Karım yemek m önüne bir sandalya -koymuş oturmuştu — Yemek vakti geldi karıcığım, de , yemok yesek. Şimdi mi? Evet. İmkâni yok! Neyet Masanın üzerine tebeşirle çizdiği çizi gileri gösterdi: — Şimdi eşek davasımı hal'ediyorum Bunu bitirmeden ne yemek yeriz, ne de ben sana cevab veririm. Avazım çıktığı kadar bağırdım: — Ben doğru mahkemeye gideceğim, . |ve hâkime, karşınızda bilgili kadınla eve lenmek budalalığını yapmış bir eşek var, Onun boşanma dayasına bakın! diyecet ğim. Ü A Ve pilimi pirtimi toplayıp evden kaçı tım. Başta da söyledim ya, eğer siz de bee nim gibi bilgisi az cinsten İnsanlarsanız sakın ha, bilgili bir kadınla evleneyıma demeyin.. n İsmet Hulüsi