2 Aralık 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

. NŞ Egl;;ce ehırlerınde 6Ö gün b — SON POSTA S” ;— Rüya mı, hayır hakikat! Cözlerinizi karraştıran bu salkım salkım gerdanlıklar yalancı değil, bu ihtişam : sınena dekoru değil, bu perılere benzeyen kadınlar hayal değil, Deauville ( Dovil ) in Ambassadeurs lokantasındayız — Ğ& — Gene Trouville'deyiz... Dlâjın boylu boyunca hep çafıları siv- | ri, çatı aralarında iki üç kat pencere, damları koyu renkli, hep Normand yapı- sında cteller, pansiyonlar. Çoğunun altın- da kahve var. Kahvelerin önüne sekiz on sıra masalar, sandalyeler altılmış; hiç bi- rinde oturacak yer yok, o kadar kalaba- lık. Kimisinde kırmızı ipekliden gömlek- ler, kimisinde turuncu, kimisinde yeşil- ler giyinmiş çalgıcılar. Yollarda, «akorde- on> çala çala şarkı söyliyen, sonra bir bi- çimine getirip arada bir para da toplı- yanlar. Her yer musiki ile inliyor, her köşede çıplak insan kaynıyor, her yerde çiçek, yeşillik... Doville daha süslü. Burada ' yaşıyanlar daha zengin, daha şik... At yarışları, ya- rış etrafında tutuşulan bahisler, herkesin ağzında dolaşan yalnız bu... Paristeki büyük mağazalardan bir ka- çının burada da şubesi var. Giyilecek, takılacak eşyanın en güzellerini, en gö- rülmemiş bir biçimde olanlarını burada bulabilirsiniz. Vitrinler, hayal gibi ince çorablarla, en usta ellerin işlediği deri çantalarla, en süslü şapkalar'a, fuların- dan kravatlarla dolu.. hepsi Paristen biraz daha pahalı satılıyor ama bütün ©o şık Parisliler, Londralılar nasıl hep bu- raya toplanmış ise, onların kullandıkları ufaktefek eşyanın en şıkları, en güzel.eri de burada, Kazinosu yerli, yabancı bütün eğler.ce Ambassadeurs lokantasında bir suvare meraklılarına bir mabed olmuş. Merdi- venden çıkar çıkmaz ortada bir bar... Parisin en ileri gelen artistleri burada. 'İçlerinde hani ya şu bizim çocukluğu- muzdaki Mayol bile var. Saçları bembe- yaz olmuş, hâlâ alnının üstünde kabarık duran bir kâhkül!.. Hâlâ çapkınca türkü- ler söylüyor, hâlâ sahnenin bir köşesin- den ötes'ne sekiyor. Bar.n önünde bir bul masası... da bir #dam: Ş — İki... Sekiz... Üç... diye avazı çıktı- ğı kadar bağırıyor. Bunu pek kumar say- Omıyorlar; eğlence diye en ziyade orla halh kadınlar oynuyor. Duvarlar, baştanbaşa ayna... Bir yan- da tiyatro, bir yanda sinema ... Tiyatroya belli başlı Fransız artistleri geliyor, bi- rer gece oyun oynayıp gidiyoriar. Barin karşısındaki salona doğru yürüyelim. Sa- lonun en sonunda geniş, camlı bir kapı, buradan kazinonun bahçesine çıkılıyor; yahud piâjim boylu boyuneca uzanan ge- nis caddesinden gelecek olursanız kaz'no- va buradan da giriliyor. Geceleri bu kapı- nın önündeki geniş daraçada tektük göll geler dolasır. Bu gölgeler çift ise: Dans- tan, oyun salonundan bir kaçamak yapıp burada dudak dudağa birkaç dakika ge- çiren sevdalılardır. Tek ise, mutlaka ku- marda ceblerini boşalttıktan sonra bır soluk almak için kendini dışarıya dar at- mış bir zavallıdır. Kazinonun bahçesi, hani şu cennet; bahçeleri gibi dedikleri kadar güzeldir. Hele geceleri, işıklar öyle Başın- |lar, en ince gülüşler burada... Yaan:xınıdkıııb Deauvilleden güzel yerlere yerleştirilmiş, gizlenmiş ki, bütün bu yeşillikler, allı, mortu çiçekler, sanki bDüsbütün canlanır, şahlanır, renk- leri büsbütün parıldar; salonda dolaşan insanlar nasıl o diyarın en güzelleri, en zenginleri ise bu çiçekler de bütün ye- şillik dünyasının birer sultanıdır. Bahçe kapısının yanında meşhur Am- bassadeur lokantası. Yemekler, gecesine göre, beş liradan on beş liraya kadar de- ğişiyor. Fransız olsun, yabancı ölsun eğ- lence âlemlerinde en çok tanınmış sima- lar, en ileri gelen artistler hep burada, Sinema dekorlarını süsliyen, artistlere örnek olan, rejisörlere ilham veren en şık, en güzel kadınlar; en çok göze çar- pan giyinişler, en ağır tuvaletler bura- da... Kürklerin, gece mantolarının en â- ğırları burada... Saçların, gözlerin. en güzel renkleri, boyun bosun en alımlı, en çalımlı olanları burada... En tatlı bakış- En usta- lıklı yapmacıklar, yapmacığı kendine en çok yakıştıranlar; kırıtan, dökülen, kıv- rılan, kıvranan kadınların insana en çok günah arzusu verenleri burada... Bütün süs, şevk, eğlence, ihtiras saltanatı bu- rada... Efsanevi bir servet te burada. İşte yeşil maşlahının bir ucunu omu- zuna atmış, yanınızdan Hindli bit kadın geçiyor: Göğsünden inci gerdanlıklar sar- kıyor, kulaklarında tek taşlı pırlanta kü- peler. Parmaklarında iri iri taşlar, renk renk İnciıler, Kollarında tâ, dirseklerine udar taşan zümrüdlü, yakutlu bilezik- ler... Simsiyah saçlı, gözleri sürmeli, es- mer, ufaktefek bir kadın ki, işte şöylece birkaç milyonu takmış, takıştırmış gözü- nüzün önünden süzülüp gidivor.. Onun arkasından Amerikalı bir kadın; biraz daha ötede hani şu kiralık kadınla- rın, ama öyle bir günlük değil, birkaç senelği bir günde verilerek kiralanen kadınların en zenginlerinden, en güzel- lerinden, en çok dillerde dolaşanlarından birisi. Hepsinin boynu, kulakları, bilek- leri, göğsü, saçlarının arası hep öyle in- cilerle, zümrüdlerle, pırlantalarla işlen- miş. ; Bir saralık ortâlıkta bir fisılti duyulu- yor; berkeste şöyle biraz geriye çekilir gibi hir kımıldanma oluyor: İşte saçları kızıl bakir renginde, süzgün bakışlı bir kadın, yanındaki Bgenç, yakışıklı — er- kekle kalabâlığın arasından süzülüp ge- çıyor. Bu kadını tanıyacağım, bir yerde gördüm ama, diye düşünmeye ka'madan. siz de herkes gibi yanınızdakine: «Bak- sana, Marsel Şaütal geçiyor!.» dive fısıl- dıyorsunuz. Biraz sonra Jul Berr7 ile karşı karşıya geliyorsunuz: ÖOnun yanın- 'da da uzun boylu, sarışın, çok güzel, pek alımlı bir kaâdın var. Sanki geçen sene seyrettiğimiz Baccara adlı filmin içinde, onlarla beraber yaşıyormuşsunuz gibi geliyor. Fakat arkasından Ağahanm ya- nında birtkaç kadınla lokantadan çıktı- ğiıni görünce bu da acaba bir aktüalite filmi mi diye dudaklarınızı büküysarsu- |nuz. Gözlerinizi kamaştıran bu salkım, WM salkım gerdanlıklar, küpeler yalancı de- ğil, bu servet bir sinema dekoru değil, bütün bu süslü insanlar hayal değil. İşte biraz sonra onları oyun salonunda, baka- ra masasında tekrar buluyoruz. Kemal Ragıp Enson Amerikanın gümüş kraliçesi bedbin A Prenses Engaliçef Mavi gözlü, civelek prenses Engaliçef, Amerikanın gümüş kraliçesi diye anılır. Nereye gitse, Amerikadaki zengin gümüş madenlerinin parıltısı peşini takib eder. Saçları bembeyazdır. Yaşı, onun ya- şından çok daha az olan kadınlar bile, o- nun beyaz ve pembe yüzünü görünce ha- sedlerinden çatlarlar. Çünkü prenses En- galiçef tam 78 yaşındadır. Gazetecilere- beyanatta bulunan pren- ses şöyle demiştir: — ©O kadar çok sosyete hayatı yaşadım ki, artık bıktım, kaniksadım. Seyahatten de yoruldum: Kaç kere dünyayı dolaş- trm, hatırlıyamıyorum. Görmek istedi- ğim her şeyi gördüm. Gezdim. Ölsem de gaâm' yemem. Gözüm arkamda kalmıya- cak. Ev, aile mi? Dört kere evlendim. Ar- tık gina geldi. — Mücevh&âre hâlâ da bayılırım ama, ar- tık fazlasını istemiyorum. Yeni baştan da evlenmek niyetinde değilim. Bir kadına dört koca yeter de artar bile, Prensesin ilk kocası, gümüş kralı idi, | İkinci kocası bir operatör, üçüncüsü ke. reste kralı Holms ve dördüncü kocası ise iki sene evvel ölen Rus prensi Engaliçef- ti. Prenses sözlerini şöyle bitirmiştir: .— Şimdi evim neresi mi diye soruyor- sunüz? Nerede gecelersem orada kalıyo- rum. Yorgun argın, bir öotelden öbür ote- le sürünüyorum. Ben, göçen bir nesle mensubum. Harbden önce Petersburgda dansettim. Viyanayı en ihtişamlı zaman- larında tanıdım, Japonyayı hakikt kiraz ağaçları ülkesi iken görmüştüm, Şimdi artık ne yapacağımı bilmiyorum. Gün görmüş olmama rağmen, bugünkü genç- liği beğenmiyorum. Çok deli dolu ve zıpır şeyler. |ma gelen, sizin de * başınıza gelir.. t T ö iM p, Yi SAĞ A MİZAH Şimdi beni dinle « yin, üniversite mezü- nu musunuz?.. Birkaç lisan biliyor musu - nuz? O zaman, me - 'sele yok. Eğer böyle değil de benim gibi parası bol, okuması, yazması kıt ciüasten - Okumuş kadınla evlenen bir adamın hatıraları Kopya eden: İsmet Hulüsi seniz siz siz olun sa- kın ha, okumuş yaz « - mış, bir kadınla ev - | lenmeyin.. — Eylenirsem ne olur? Mu diyorsunuz.. ne olacak benim başi - Benim bilgim az, param çoktu. Evlene- ceğim kadının da parası az, bilgisi çoktu. cak, bu sayede dörtbaşı mamur bir a'le kurmuş olacaktik. Evlendik. Evlendiğim günün akşamı ler düşünüyordu. Herhalde — müstakbel saadetimizi düşünüyor, benden bunun müjdelerini bekliyordu. — Ne düşünüyorsun karıcığım? Dedim. Yüzüme dalgın dalgın baktı: —— Froydu düşünüyorum. Demez mi? -Kanım beynime çıktı. Froyd da kim oluyordu? Türk ismi de değil! Karımın böyle bir adamla bir alâ- kası mı var? Hiddetle sordum: — Froyd da kim? — Tanımaz mısın, ben ona bayılırım. Öp babanın elini! Hiç cevab vermeden yerimden kalktım. Evden çıktım. * Bu Froyd denilen herifi bulsam, bir kaşık suda boğacaktım, ötekine sordum, beriki- ne sordum. Nihayet öğrendim. Bir eczacı kalfası imiş. Eczane kapalıydı. Zorla aç- tırdım. Kalfayı yatağından kaldırdım. Altmışlık bir ihtiyardı. Üzerine atıldım. O bağırdı, ben tokatladım ve nihayet ge- ne ondan öğrendim. Froyd diye bir âlim varmış. O burada değilmiş; karım bilgili ise, Froyda bayı- lırım, demesi Froydun nazariyelerine ba- yılırım manasına imiş. Tekrar evime dön- düm, ilk akşam böyle geçti. Ertesi sabah evden çıkarken karım: — Bana bir Kant getirir misin? Dedi. Tabii: — Hayhay! Dedim, Kantın ne olduğunu bilmiyor- dum ama herhalde kadın eşyasından bıri idi. Kadın eşyası satan mağazalardan bi- rine gittim, tezgâhtar kıza: — — Kadın için Kant verir misiniz? Dedim. Kız güldü: — Efendim ona Kant demezier.. Gan, derler. Vereyim, Bir çift kadın eldiveni çıkardı. Ber de karımı çok bilgili zannederdim. Bir Froyt öğrenmiş meğer o kadarmış. Eldivenler elimde eve döndüm.. karıma uzatum; ve onu istihfaf ederek: — Bana Kant demiştin, ama ayıbladı- lar. Ona Gan derlermiş al. Karım xızdı. Meğer Kant dediği, Kant isimli adamın- kitabı imiş. Her ne ise bu da geçti. Ben oturdum, karım oturdu. Eline bir Altalta-rakamlar yazmış, hoşuma gitti. — Ne iyi ediyorsun karıcığım, dedim, işte ben de bunu isterim, Bir kadın süt- çünün, kasabın, bakkalın hesabını tut- malıdır. — bi . Aksi aksi yüzüme baktı: — Ne sütçüsü, ne kasabı? — Bu yazdığın rakamlar onların hesa- 'bı değil mi? — Ne rmünasebet, iki meçhullü bir mu- adele hallediyorum. Akşam üzeri onu mutfakta buldum. Tencereye bir şeyler koymuş pişiriyordu. Doğrusu çok sevindim. Sevintimi de belli ettim. -— Meğer sen ne iyi ev kâdını imişsin, dedim. Yemek pişiriyorsun ha, bir erkek için bu ne büyük zevktir. Hiçbir ahçınm pişirdiği yemek bir erkeğe, karısının pi- 'şirdiği yemek kadar tatlı gelemez. Karım beni baştan aşağı süzdü: — Ben yemek pişirir miyim? & — Ya bu yaptığın ne? Birimizin çoğu ötekinin azını tamamlıya- karımla oturuyorduk. O dalmış bir şey- kâğıd aldı. Bir şeyler karaladı. bak'am. -| dim, yemek yesek. —- Bir kimya tecrübesi. Ne ise bunların faydası yok ama, zara“ rı-da yok. Ya dünkü mesele onu hiç sor- mayın, eve yorgün dönmüştüm, yemek masasının üstünde bir bardak şarab vare dı. Halis kirmızı şarab.. doğrusu yoörgun; argın bir insan için bu bardak şarabı iç- mek çok zevkli olurdu., Hemen bardat ğa yapıştım. Dudaklarıma götürdüm. İ üç yudum içtim. Fazla kekremsi idi. Bı-, raktım. Karım gördü: İ — Ne yvapıyorsun? — Bu ne fena şarab? — O şarab değil! — Ya ne? — Tecrübe için hazırladığım bir mah- lül, hem de zehirli. — Eyvah ben şimdi ölecek miyim? — Merak etme, ölmezsin? — Nasıl ölmem. Şişelerden, şişelere tuhaf tuhaf sulari boşalttı: — İç! İçtim, midem altüst oldu. Oldu ama nn ise ölümden kurtuldum. Çök şükür, zehiri bilen karım, panzehsi rini de biliyormuş. Ben, panzehri için ölümden kurtulduk« tan sonra karım karşıma geçti, sordu. — Arşimed kanüununu bilir misin? Cevab verdim: —- Vallahi ne hâkimim, ne avukat.. ne de hukuk tahsilim var. Böyle kanunlar«s dan anlamam. Kahkah güldü, bir başka sordu: —- Sen Darveni bilir misin? Eecnebi tanıdıklarımı gözümün önüne getirdim. Aralarında, Darven isinilisi yoktu. İ — Hayır, tanımam, İstanbulda mı otum tür? — Canım nasıl bilmezsin şu maymunr ları.. -— Anlad'ım Bir çmgene ismi olacak, eskiden sokaklarda onlar maymun oynas tırlardı. Adlarını, sanlarını nereden bi-' leceğim.. | Gene kahkah güldü. Ben de kızdım, Kizdim ama:” -— Haydi, dedim, bu sefer de kızgınlr ğimi belli etmiyeyim. - Fakat gitğide tahammülüm azalıyordu. Bugün yahi evlendiğimizin dördüncü gü nü; biraz evvel eve gittim. Karnım açtı Hâlâ da aç yâa! Karım yemek masas:nıi önüne bir sandalya «koymuş olturmuştu — Yemek vakti geldi karıcığım, de sual daha — Şimdi mi? — Evet, - İmkanı yok! -— Neye? İ " “Masanın “zerine tebeşirle çizdiğ: çimi gileri gösterdi: — — — Şimdi eşek davasını hal'ediyorum Bunu bitirmeden ne yemek yeriz, ne da ben sana cevab veririm. Avazım çıktığı kadar bağırdım: — Ben doğru mahkemeye gideceğim, ve hâkime, karşınızda bilgili kadınla eva lenmek budalalığını yapmış bir eşek var, Onun boşanma davasına bakın! diyecel Bim.. | Ve pılımı pırtimi toplayıp evden kaçı tım. Başta da söyledim ya, eğer siz da be« nim gibi bilgisi az cinsten insanlarsanız sakın ha, bilgili bir kadınla evleneyima demeyin., İsmet Hulüsi

Bu sayıdan diğer sayfalar: