: SON POSTA. — Üindieriin A 1 Bükreşte dedikodulu bir izdivaç Kocasını kızkardeşi ile evlendiren kadın Erkeğin sebep olduğu ile meydana çıktığı rezalet bütün çıplaklığı halde iki kardeş de kendisinden ayrılmak istemiyorlarmış Bükreş, birinciteşrin — Romanya payitahtı garib bir evlenme hâdisesi - nin dedikodusile çalkalanmaktadır. Müâruf tüccar ve zenginlerden Lippon Korber kendi karısı vasıtasile baldızile evlenmiştir. Ve bu evlenme meselesi- ne tavassut eden karısı bu işi bilmiye- rek yapmıştır. Yukarda ismi geçen Lippon Korber bir gün gazetelere bir ilân vererek ev- lenmek istediğini bildiriyor. Yakışıklı bir adam olan tüccara zevce olmak isti- yen bir çok genç kızlar kendisine mek- tub yazıyorlar. Korber bütün resimleri tetkik ettikten sonra içlerinden birinde karar kılıyor. Kızın 400,000 ley drahoması var ve ailesi de Transilvanyanın bir ka - sabasında çift çubuk sahibidir. İta, Korber'in daveti üzerine Bükre- şe geliyor. Birbirlerile görüştükten son- ra evleniyorlar.. günler geçtikce k 4 kocanın birbirlerine karşı besledikleri muhabbet artıyor. Korber karısının bir dediğini iki yapmıyor. Nihayet uzun bir balayı seyahatin - den sonra Bükreşe dönüyorlar. Kor - ber tüccar olduğu için, sık sık seya - hatlere çıkıyor, ve karısından bir haf- ta, on beş gün uzak kalıyor, avdet et- tiği zaman, hasretle karısına sokulu - yor. Ve ikisi de birbirlerinin yokluk - larından büyük teessür duyduklarını her vesilede ifade ediyorlar. Korber, gene böyle bir kaç hafta sü- ren bir seyahatten döndükten sonra karısına : — İta, diyor, kız kardeşin nasıl bir kızdır. Benim evlenmek istiyen bir dostum var. Zengin bir adamdır. Ken« disi hakkında her türlü iyi teminat ve- rebilirim. Acaba evlenmek ister mi? — Ne iyi adamsın Korber, diyor, sa- na minnettarlığım artıyor, bu senin arkadaşının ismi acaba nedir? Korber bu syale karşı: — Orel Troya diye cevabveriyor ve ilâve ediyor: — Kız kardeşine sen de bir mektub yaz. Kendisini ziyarete gelecek olan Örel Troya'yı iyi karşılasın ve bu fır- satı kaçırmasın. * Aradan, daha bir hafta geçmeden lta hemşiresi Maria'dan bir mektub a- hyor. Maria, ÖOrel Troya ile evlendiği- ni ve çok mes'ud olduğunu, ancak ko- casının tüccar olması hasebile tıpkı İ- tanın kocası gibi işleri için kendi ya - nindan ayrılmak mecburiyetinde kal- dığını anlatıyor. Aradan bir sene geçiyor. İki kız kar- deş saadetlerini birbirlerine mektubla anlatıyorlar ve her ikisi de kocalarının birbirine benzediğini hayretle görü - yorlar ve buna da ayrıca memnun olu- yorlar. Bir gün İta kocasının mutaddan faz- la seyahatte kaldığından kuşkulanarak polise haber veriyor. Evine döndüğü zaman kız kardeşi Mariadan bir mek- tub alıyor. Onun.başına da aynı hal Baldızile velenen adam 2 gelmiş, onun da kocası seyahate çıka- rak mütaddan fazla, dışarda kalmış ve ne telgraf çekmiş, ne de mektub yaz- mış. Polis şikâyet üzerine derhal araştır- |maya başlıyor ve bir kaç gün sonra kaybolan Korber'in izini başka bir şe- hirde zengin bir adamın kızile evlen - mek üzere iken buluyor, ve İtanın ko- cası Korber ile Marianın kocası Orel Troyanın aynı adam olduğunu hayret- le görüyor . Şimdi bu vak'a meydana çıktıktan sonra Maria da, İta da kocalarını bi - rakmak istemiyorlarmış. İkisi de ko - calarını deli gibi sevdiklerini söyliye- rek Korber bulunduğu takdirde ken - dilerine bırakılmasını istiyorlarmış. İki hemşire de bu adamdan gebe kalmış - larmış. ——— —— GÖNÜL İŞLERİ Bu erkek beni Neden aldattı? Doğrusunu söylemek lâzım gelir- se ortada, aşk bahsinde kullanıldığı manada, gerçek bir aldanış, kadınla erkekten birinin diğerine karşı yap- tığı ihanet yok. Mesele bir sözde dur. mayış şeklinde görünmektedir. Hâdiseyi bana anlatan Büyüka - dada olturan bir genç kızdır, bana verdiği isim «Şehlâ», ağlebi ihtimal müstear olacak, diyor ki: — «Yaz mevsiminin son günlerin- de, bir kaç hafta kalmak üzere otele gelmiş bir erkekti. Bir akşam deniz kenarında aile dosttarımdan başka bir erkekle otururken gördüm. Ya- nındaki onu bana takdim etti. Son - radan öğrendim, Yekdiğerini mü - teakip iki karısını da'ecele terket - miş bir adamdı. Bununla beraber yaşlı da değildi. Epeyce sık kanuş - tuk, kendisini evvelâ sempatik, son- ra dürüst buldum. Arkadaş gibi ko- nuşuyorduk. Adadan ayrılacağı ak- şam bana karşı biraz «hislis bulun- du. Üzerinde bir şey söylemek is - terken çekineti bir adam hali vardı, ertesi sabah buluşmaklığımızı rica *bir iç çekiş, bir düşünme olacak. F: ya çalışınız. Muhakkâk bana aşkını ilân ede - cekti. Dedim ya sempatikti, dürüst. tü, epeyoe de zengindi, hoşuma git- ti, Fakat ertesi sabah onu nafile yere bekledim. Gelmedi. Öğrendim ki ilk vapurla, eşyasını toplıyarak İstan - bula gitmiş, aradan tamam bir bu- Çük ây geçti. Ne bir haber, ne bir mektup aldım.. Adresini bilmiyorum ki müracaat edeyim. Dostlarına sor- mıya da cesaretim yok!» Bu okuyucum kendisini hayâale kaptırmış. Hayal üzerine bir aşk, bir evlenme, bir yuva iskeleti kurmuş, bir rüya geçirmiştir. Adamın — son mülâkat esnasında ehisli» bulunu- şu nasıl oldu, bilmiyoruz, okuyucu- mun, anlatmayışına bakarak arada «kelime» veya «hareket» geçmedi - ğine hükmedebiliriz, bir tatlı bak:s kat bu bakışı, bu iç çekişi, bu düşün- meyi mutlaka gönül işinden doğma sanmak için ortada bir sebep var mı? Bu da belli değil. Şunu söyliyeceğim: Bu adam 2d- resinizi biliyor. İstese gelebilir, ya- zabilir. Madem ki gelmemiştir, vyaz- mamıştır, rüyayı unutunuz ve hayal ile değil, hakikate basarak yaşamı- TEYZE “Emden,, İn şehrimize gelen kumandanı anlatıyor: Umumi harpte Sekiz Gemiyi Nasıl Batırdım? Konuşan : Selim Tevfik Emden kruvazörü evvelisi gün İstan-| miyecekmiş. Kumandan sözlerinin yan bula geldi. Vaktile batmış olan iki kru-| lış anlatılışına tahammül edemeyip te, vazörün adını taşıyan Emden, Alman donanmasının en meşhur harp gemile- rinden birisi, hattâ belki de birincisi- dir. Altı aylık uzun ve şayanı dikkat bir seyahate çıkmış bulunan Emden, - öm- rünün yarısını fırtınalı denizlerde ve müthiş kavgalarda geçirdiğini sandı- ğım kumandanından - hayli meraklı hâ tıralar dinleyebileceğim muhakkaktı. Bu mülâkatı yapabilmek maksadile, dün Ayazpaşadaki Alman sefaret kö- nağına gittim. Sefaret binasında Em- denin zabitanına öğle yemeği veriliyor- du. Orada arzumu kendisine açtığım bir bildik : — Alâ, dedi, fakat sen almanca bil- miyorsun. Kumandan da fransızca bil- mez! Bu vaziyette karşılaşırsanız nice olur haliniz ? Ben bu vi dirde halimizin nice olacağını düşünüp dururken, tercüman Bay Rıfkı, hızır gibi imdadıma yetişti. Onunla birlikte evvelâ:Alman mat- buat mümessilini, sonra da Alman me buat mümessilinin delâletile kuman- danı buldük. Şimdi kendisile sefâaretin Ok meyda- nı kadâar geniş balo salonunda kon yorüuz. Bir elimde nefis — kai man — Havâna — pürösu, öbür e- limde şampanya kadehi, Alman mat- buat mümessilinin Ve Bay Rıfkının, ya- ni iki tercümanımın kumandandan nak len harıl harıl anlattıklarını dinlerken, nerdeyse öğleyin karnımı doyurduğum | mi bir Alman fabrikatörü sanacaktım. sızca bildiğimi öğrenen Alman matbu- at mümessili, tercüman Bay Rıfkıya: — O halde, dedi, siz boşuna zahmet ben de tercüme ede im! Bu suretle, tercümanlarımın BAYI iyette karşılaştığımız tak- Ş çatır çatır fransızca konuşmaya başla- yınca, ben hayretten, ağzıma gölür- mekte olduğum şampanya kadehini burnuma sokuyordum. Bu vaziyet karşısında, Alman mat- buat mümessili de çekildi, ve ben, me- teliksiz bir seyyah gibi, tercümansız kaldım. Şampanyamı bırakıp, püromu yarıda söndürüp kaleme sarılırken içim den: — Gel bakalım ahbap! dedim. Sen şampanya gibi, püro gibi utandırmaz- sın adamı ! Şimdi ben not ediyorum, ve kuman- dan anlatıyor: — Ben daha yedi yaşımda iken ku- mandandım, Nişanlarım vardı. Ve bü- tün Alman donanması emrimdeydi! Yanlış anladığıma hükmederek sor- dum: — Yedi yaşınızdayken mi? O güldü : - Evet... Tam yedi yaşındaydım. Haf talıkla lâ taklit nişanlar alırdım. Bü tün Alman harp gemilerinin mukavvn- dan eşlerini yapmıştım. Ve bütün boş zamanlarımı onlar.a oynamakla geçirir dim. Hem ailemin içinde hiç bir asker olmadığı halde... Zaten bütün akraba- rım da bu me*takımın hikmetini ân- — Bu kime çekti acaba? diye şaşar- lardı. Sonra bahriye mektebine girdim. Ge mi inşaat zabiti olarak bir mektep ge- misinde staj gördüm. Umumi harbe iş- tirak ettim. Tahtelbahirlerde çalış - minimini lokantayı unutacak, ve kendi- | &ım, Harpten sonra bahriye mektebin- de, üç dört sene harp tarihi profesör- Yanımızda bulunan ve bir aralık, fran- | jiğü yaptım. Bahriye erkâmı harbiye- sinde çalıştım. Ve nihayet yakın za - manda kumandanlığa terfi ettim. Otuz seneye yaklaşan askerlik haya- buyurmayın. Kumandanın cevaplarını | ç.nı böylece hülâsa eden kumandan, at- lattığı en mühim vartaları, ve başar- dığı en büyük muvaffakıyetleri öğren- bire indi. İnsan refaha ne çabuk alışı-| mek istedim. — * yor. Tercümanlarımın biri çekilip gidin — Ben, dedi, hayatımın en tehlikeli ce, ben tıpkı, vaziyeti Bozulup ta kâ- | cünlerini harbi umumide yaşadım. Tah tiplerinden birine yol vermeye mecbur | telbahirlerle, tam sekiz tane düşman ti- kalmış bir tüccâra döndüm. Adeta kos koca püromdan, şampanyamdan, ma- caret gemisini batırdım. Gene o sıralar- da, koskoca bir kruvazörü denizin di- ruken koltuğumdan, ve sesimin yük-| bine gönderince, birinci sınıf harp ma- sek çıkan tonundan utandım. Fakat az | dalyasile taltif olundum. sonra saltanatım bütün bütün bozuldu. Fakat bir seferinde, düşmanların bü Ve ben biricik tercümanımdan da. ol-|tün bunların acısını çıkarmalarına kil dum. Meğer Emdenin kumandanı, fran | kalmıştı. Çünkü içinde bulunduğum tah sızcayı bir Parisli kâdar mükemmel ko| telbahir, bir kruvazörün ve bir tayya- nuşurmuş. Fakat eğer, Almâan matbuat | re filosunun hücumuna uğradı. Bilhas- mümessili, kumandanın almanca ola-| sa tayyarelerin hücumları -çok tehlike- rak verdiği cevaplardan birini bana| liydi. Çünkü deniz maalesef çok sakin- yanlış tercüme etmeseymiş, kumandan | di. Çok sakin bir denize, tayyareden © dili konuşmamak inadından vazgeç-! baktığınız zaman, suyun dibini görebi- * Bugünkü Emden ve buıuıılıülııııııılııı lirsiniz. O vaziyette, tayyareden görü | len bir tahtelbahir tıpkı, koca bir çu" kur içinde, havada duran bir gemiy€ benzer... Gizlenmek imkânı yoktur. Bi v vaziyette kurtuluşun yegâne gres'uiı düşman kruvazörünün altına saklali” makta bülduk, Derine inmekle kruvâ* zörden, ve kruvazörün tam altındağ çıkmakla da tayyarelerden korundulk ve balıklara yem olmaktan bu sayedi kurtulabildik. Mütevazı kumandanın, umumi harp” teki muvaffakıyetlerini sayıp dökmelir ten boşlanmadığını sezince, bahsi, bil son seyahatlerine intikal ettirmek me& buriyetinde kaldım. Benim bu basit i2* anım, Albay Lohman Valter'i âdeta ne* şelendirmişti : — Bu seyahatte, dedi, İtalyaya, Sap* donyaya uğradık. Bulgaristana gittilk Bilhassa orada gördüğümüz hüsnü kâ* bul, bize unutulmaz bir hâtıra oldur Gemiciklikten çok iyi anlayan Kral Bü ris Emdeni ziyaret etti. Onun makine* leri kendi eliyle çalıştırması, ve tap â* tışlarına bizzat kumanda etmesi görü* lecek şeydi. Neticede, bana da, bütüfl gemi zabitlerine de birer madalya tak* tı, orada, hepimize kanaat geldi kİr Kral Baris, en sıkı bir imtihanda tamli numara alabilecek kadar mükemmel bir denizcidir. : Bahsi memleketimize intikal ettirel kumandan, Çanakkaledeki ihtisaşları'« nı anlattı; ve hakkımızda çok muhâab* betkâr bir dil kullandı. Bu bahsi de de ğiştirmek için : # — Ben, dedim, bundan evvel birı deniz kurtlarile görüşmüştüm. — He; de, denizcilârin evlenmelerini doğrü bulmuyorlardı. Ömürlerini denizlerde geçiren bahriyelilerin, açacakları yuvâ ya uğramaya vakit bulamıyacakların! söylüyorlardı. Siz de ayni fikirde misi” niz? Bu sual kumandanı hayli güldürdü. Sönra: — Vâkıa, dedi, böyle slöyleyenlef vardır. Hattâ onların anlattıklarına gö” re, bir gemici, tam üğ sene süren bir s€* yahatten sonra memleketine dönmüş t6 || rıhtımda kendisini bekleyen karısıt | tanıyamamış! Fakat bunlar, tesadüfeli gemici olmuş izdivaç düşmanlarıdırlafı Ben, harbi umumiden sonra evlendim: || Tam beş çocuk babasıyım. Ve çok mes || sudum. Hattâ karılarının sevgisini kaf, betmekten korkan bütün Sşıklara ge mici olmalarını öğütlerim, Bir erkı vazife gibi çok meşru bir bahane ilt evinden arada sırada uzaklaşması Te na mı? O takdirde evliler hem biribii” lerini lüzumundan fazla görmekten bil mazlar, hem de ayrılıklar esnasında dü yacakları özleyiş sevgilerini arttırır! — Çöcüklarınızı da denizciliğe teş” vik ediyor musunuz? — Çocukların dördü kız, Oğluma gelince; onun teşvike ihtiyâ” ci yok. Çünkü tıpkı babası gibi, dah şimdiden, Mukavvadan bir donanmâ yapmış! Ayrılırken kumandan : — Aman dedi, mülâkat siyasi mahi” tte olmasın! Onun endişesini gidermek için : — Emin olun, dedim, size, gaze' Akmadan bile akutmaktan çekinmiye” ceğim bir yazı olacak! Bana : — Siz, dedi, Türksünüz değil mi? — Evet ! — Halis kan ? Cevap verdim * O, verdiği cevapla hem koyu milli> yetperverliğini, hem Türkler haxzlım * daki halis kanaatini gösterdi ve : — O halde, dedi, size hiç bir vesik* | ya lüzum görmeden itimat edebilirimi Selim Tevfik -