4 Kasım 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sayfa - SON POSTA Bü kreşte dedıkodulıı bir izdivaç Kocasını kızkardeşi ile evlendiren kadın Erkeğin sebep olduğu ile meydana çıktığı bütün çıplaklığı iki kardeş de rezalet halde kendisinden ayrılmak istemiyorlarmış Bükreş, birinciteşrin — Romanya payitahtı garib bir evlenme hâdisesi - nin dedikodusile çalkalanmaktadır. Mâruf tüccar ve zenginlerden Lippon Korber kendi karısı vasıtasile baldızile evlenmiştir. Ve bu evlenme meselesi- ne tavassut eden karısı bu işi bilmiye- rek yapmıştır. Yukarda ismi geçen Lippon Korber bir gün gazetelere bir ilân vererek ev- lenmek istediğini bildiriyor. Yakışıklı bir adam olan tüccara zevce olmak isti- yen bir çok genç kızlar kendisine mek- tub yazıyorlar. Korber bütün resimleri tetkik ettikten sonra ıçlennden birinde karar kılıyor. Kızın 400,000 ley drahoması var ve ailesi de Transilvanyanın bir ka - sabasında çift çubuk sahibidir. İta, Korber'in daveti üzerine Bükre- | şe geliyor. Birbirlerile görüştükten son- ra evleniyorlar.. günler geçtikce k & kocanın birbirlerine karşı besledikleri muhabbet artıyor. Korber karısının bir dediğini iki yapmıyor. Nihayet uzun bir balayı seyahatin - den sonra Bükreşe dönüyaorlar. Kor - ber tüccar olduğu için, sık sık seya - hatlere çıkıyor, ve karısından bir haf- ta, on beş gün uzak kalıyor, avdet et- tiği zaman, hasretle karısına sokulu - yor. Ve ikisi de birbirlerinin yokluk - larından büyük teessür duyduklarmı her vesilede ifade ediyorlar. Korber, gene böyle bir kaç hafta sü- ren bir seyahatten döndükten sonra karısına : — İta, diyor, kız kardeşin nasıl bir kızdır. Benim evlenmek istiyen bir dostum var. Zengin bir adamdır. Ken- disi hakkında her türlü iyi teminat ve- rebilirim. Acaba evlenmek ister mi? -— Ne iyi adamsın Korber, diyor, sa- na minnettarlığım artıyor, bu senin arkadaşının ismi acaba nedir? Korber bu suale karşı: — OÖrel Troya diye cevabveriyor ve ilâve ediyor: — Kız kardeşine sen de bir mektub yaz. Kendisini ziyarete gelecek olan OÖrel Troya'yı iyi karşılasın ve bu fır- satı kaçırmasın. * Aradan, daha bir hafta geçmeden İtâa hemşiresi Maria'dan bir mektub a- İta hıyor. Maria, Örel Troya ile evlendiği- ni ve çok mes'ud olduğunu, ancak ko- casının tüccar olması hasebile tıpkı İ- tanın kocası gibi işleri için kendi ya - nından ayrılmak mecburiyetinde kal- dığını anlatıyor. Aradan bir sene geçiyor. İki kız kar- deş saadetlerini birbirlerine mektubla anlatıyorlar ve her ikisi de kocalarının birbirine benzediğini hayretle görü - yorlar ve buna da ayrıca memnun olu- yorlar. Bir gün İta kocasının muütaddan faz- la seyahatte kaldığından kuşkulanarak polise haber veriyor. Evine döndüğü zaman kız kardeşi Mariadan bir mek- tub alıyor. Onun.başına da aynı hal Baldızile velenen adam 2 gelmiş, onun da kocası seyahate çıka- rak mütaddan fazla, dışarda kalmış ve ne telgraf çekmiş, ne de mektub yaz- mış. Polis şikâyet üzerine derhal araştır- maya başlıyor ve bir kaç gün sonra kaybolan Korber'in izini başka bir şe- hirde zengin bir adamın kızile evlen - mek üzere iken buluyor, ve İtanın ko- cası Korber ile Marianın kocası Orel Troyanın aynı adam olduğunu hayret- le görüyor . Şimdi bu vak'a meydana çıktıktan sonra Maria da, İta da kocalarını bi - rakmak istemiyorlarmış. İkisi de ko - calarını deli gibi sevdiklerini söyliye- rek Korber bulunduğu takdirde ken - dilerine bırakılmasını istiyorlarmış. İki hemşire de bu adamdan gebe kalmış - larmış. GÖNÜL İŞLERİ £ Bu erkek beni Muhakkak bana aşkım ilân ede - Neden aldattı? Doğrusunu söylemek lâzım gelir- se ortada, aşk bahsinde kullanıldığı manada, gerçek bir aldanış, kadınla erkekten birinin diğerine karşı yap- tığı ihanet yok. Mesele bir sözde dur- mayış şeklinde görünmektedir. Hâdiseyi bana anlatan Büyüka - dada oturan bir genç kızdır, bana verdiği isim «Şehlâ», ağlebi ihtimal müstear olacak, diyor ki: — «Yaz mevsiminin son günlerin- de, bir kaç hafta kalmak üzere otele gelmiş bir erkekti. Bir akşam deniz kenarında aile dostfarımdan başka bir erkekle otururken gördüm. Ya- nındaki onu bana takdim etti. Son - radan öğrendim. Yekdiğerini mü - teakip iki karısını da ecele terket - miş bir adamdı. Bununla bevraber yaşlı da değildi. Epeyce sık konuş - tuk, kendisini evvelâ sempatik, son- ra dürüst buldum. Arkadaş gibi ko- nuşuüyorduk. Adadan ayrılacağı ak- şam bana karşı biraz «hisli» bulun- du. Üzerinde bir şey söylemek is - terken çekinen bir adam hali vardı, rtaı sabah buluşmaklığımızı rica cekti. Dedim ya sempatikti, dürüst- tü, epeyce de zengindi, hoşuma git- ti. Fakat ertesi sabah onu nafile yere bekledim. Gelmedi. Öğrendim ki ilk vapurla, eşyasını toplıyarak İstan - bula gitmiş, aradan tamam bir bu- çuk ay geçti. Ne bir haber, ne bir | mektup aldım.. Adresini bilmiyorum ki müracaat edeyim. Dostlarına sör- mıya da cesaretim yok!» r * Bu okuyutum kendisini hayâale kaptırmış. Hayal üzerine bir aşk, bir evlenme, bir yuva iskeleti kurmuş, bir rüya geçirmiştir. Adamın son mülâkat esnasında «hisli» bulunu- şu nasıl oldu, bilmiyoruz, okuyucu- mun, anlatmayışına bakarak arada «kelime» veya «hareket» geçmedi - ğine hükmedebiliriz, bir tatlı bak:z *bir iç çekiş, bir düşünme olacak. F': kat bu bakışı, bu iç çekişi, bu düşün- meyi mutlaka gönül işinden doğma sanmak için ortada bir sebep var mı? Bu da belli değil. Şunu söyliyeceğim: Bu adam ad- resinizi- biliyor. İstese gelebilir, ya- zabilir. Madem ki gelmemiştir, vaz- mamıştır, rüyayı unutunuz ve hayal ile değil, hakikate basarak yaşamı- “Emden,, İn şehrimize gelen kumandanı anlatıyor: Umumi kazöte Sekiz Gemiyi Nasıl Batırdım? Konuşan : Selim Tevfik Emden kruvazörü evvelisi gün İstan- bula geldi. Vaktile batmış olan iki kru- vazörün adını taşıyan Emden, Alman donanmasınin en meşhur harp gemile- rinden birisi, hattâ belki de birincisi- dir, Altı aylık uzün ve şayanı dikkat bir | seyahate çıkmış bulunan Emden, - öm- rünün yarısını fırtınalı denizlerde ve müthiş kavgalarda geçirdiğini sandı- ğım kumandanından - hayli meraklı hâ tıralar dinleyebileceğim muhakkaktı. Bu mülâkatı yapabilmek maksadile, dün Ayazpaşadaki Alman sefaret ko- nağına gittim. Sefaret binasında Em- denin zabitanına öğle yemeği veriliyor- | du. Orada arzumu kendisine açtıgım | bir bildik : — Alâ, dedi, fakat sen almanca bil- miyorsun. Kumandan da fransızca bil- mez! Bu vaziyette karşılaşırsanız nice olür haliniz ? Ben bu vaziyette karşılaştığımız tak- dirde halimizin nice olacağını düşünüp dururken, tercüman Bay Rıfkı, hızır gibi imdadıma yetişti. Onunla birlikte evvelâ; Alman mat- buat mümessilini, sonra da Alman mat. buat mümessilinin delâletile kuman- danı buldük. Şimdi kendisile sefâaretin Ok meyda- nı kadar geniş balo salonunda konuşu- yoruz. Bir elimde nefis — köca - man Havana — pürosu, öbür — e- limde şampanya kadehi, Alman mat- büat mümessilinin ve Bay Rıfkının, ya- ni iki tercümanımın kumandandan nak len harıl harıl anlattıklarını dinlerken, nerdeyse öğleyin karnımı doyurduğum minimini lokantayı unutacak, ve kendi- mi bir Alman fabrikatörü sanacaktım. Yanımızda bulunan ve bir aralık, fran- sızca bildiğimi öğrenen ÂAlman matbu- at mümessili, tercüman Bay Rıfkıya: — O halde, dedi, siz boşuna zahmet buyurmayın. Kumandanın cevaplarını ben de tercüme edebilirim! Bu suretle, tercümanlarımın sayısı bire indi. İnsan refaha ne çabuk alışı- yor. Tercümanlarımın biri çekilip gidin ce, ben tıpkı, vaziyeti bozulup ta kâ- tipleninden birine yol vermeye mecbur kalmış bir tüccâara döndüm. Adeta kos koca püromdan, şampanyamd_an, ma- ruken koltuğumdan, ve sesimin yük- sek çıkan tonundan utandım. Fakat az sonra saltanatım bütün bütün bozuldu. Ve ben biricik tercümanımdan da , ol- dum. Meğer Emdenin kumandanı, fran sızcayı bir Parisli kâadar mükemmel ko nuşurmuş. Fakat eğer, Alman matbuat mümessili, kumandanın. almanca ola- rak verdiği cevaplardan birini bana)| li yanlış tercüme etmeseymiş, kumandan o dili konuşmamak inadından vazgeç- miyecekmiş. Kumandan sözlerinin yan lış anlatılışına tahammül edemeyip te, çatır çatır fransızca konuşmaya başla- yınca, ben hayretten, ağzıma götür- mekte olduğum şampanya kadehini burnuma sokuyordum. Bu vaziyet karşısında, Alman mat- buat mümessili de çekildi, ve ben, me- teliksiz bir seyyah gibi, tercümansız kaldım. Şampanyamı bırakıp, püromu yarıda söndürüp kaleme sarılırken içim den: — Gel bakalım ahbap! dedim. Sen şampanya gibi, püro gibi utandırmaz- sın adamı ! Şimdi ben not ediyorum, ve kuman- dan anlatıyor: — Ben daha yedi yaşımda iken ku- mandandım, Nişanlarım vardı. Ve bü- tün Alman donanması emrimdeydi! Yanlış anladığıma hükmederek sor- dum: — Yedi yaşınızdayken mi? O güldü : — Evet... Tam yedi yaşındaydım. Haf talıklarımla taklit nişanlar alırdım. Bü tün Alman harp gemilerinin mukavva- dan eşlerini yapmıştım. Ve bütün boş zamanlarımı onlar.a oynamakla geçirir dim. Hem ailemin içinde hiç bir asker olmadığı halde... Zaten bütün akraba- larım da bu merakımın hikmetini ân- layamazlar : — Bu kime çekti acaba? diye şaşar- lardı. Sonra bahriye mektebine girdim. Ge mi inşaat zabiti olarak bir mektep ge- misinde staj gördüm. Umumi harbe iş- tirak ettim. 'Tahtelbahirlerde çalış - tım, Harpten sonra bahriye mektebin- de, üç dört sene harp tarihi profesör- lüğgü yaptım. Bahriye erkâmı harbiye- sinde çalıştım. Ve nihayet yakın za - manda kumaundanlığa terfi ettim, Otuz seneye yaklaşan askerlik haya- tını böylece hülâsa eden kumandan, at- lattığı en mühim vartaları, ve başar- dığı en büyük muvaffakıyetleri öğren- mek istedim. * — Ben, dedi, hayatımın en tehlikeli günlerini hârbi umumide yaşadım., Tah telbahirlerle, tam sekiz tane düşman ti- caret gemisini batırdım. Gene o sıralar- |da, kosknca bir kruvazörü denizin di- bine gönJerince, birinci sınıf harp ma- dalyasile taltif olundum. Fakat bir seferinde, düşmanların bü tün burdarın acısını çıkarmalarına kıl kalmıştı. Çünkü içinde bulunduğum tah telbahir, bir kruvazörün ve bir tayya- re filosunun hücumuna uğradı. Bilhas- sa tayyarelerin hücumları -çok tehlike- liydi. Çünkü deniz maalesef çok sakin- di. Çok sakin bir denize, tayyareden bakhgımz zaman, suyun dibini gorebı- |düşman kruvazörünün altına saklan” |son seyahatlerine intikal ettirmek met jf İlnncıteçrm 4 lirsiniz. O vaziyette, tayyareden görü len bir tahtelbahir tıpkı, koca bir çu“ kur içinde, havada duran bir gemiyt€ benzer...-Gizlenmek imkânı yoktur. BiZ o vaziyette kurtuluşun yegâne çaresinl: makta bulduk, Derine inmekle kruvâ” zörden, ve kruvazörün tam altındal çıkmakla da tayyarelerden korundul, ve balıklara yem olmaktan bu sayedt kurtulabildik. Mütevazı kumandanın, umumi harp” teki muvaffakıyetlerini sayıp dökmel» ten hoşlanmadığını sezince, bahsi, bü buriyetinde kaldım. Benim bu basit iZ* anım, Albay Lohman Valter'i âdeta ne“ şelendirmişti : — Bu seyahatte, dedi, İtalyaya, Sar* donyaya uğradık. Bulgaristana gittil& Bilhassa orada gördüğümüz hüsnü kâ“ bul, bize unutulmaz bir hâtıra oldik Gemiciklikten çok iyi anlayan Kral Bü ris Emdeni ziyaret etti. Onun makine“ leri kendi eliyle çalıştırması, ve top â“ tışlarına bizzat kumanda etmesi görü* lecek şeydi. Neticede, bana da, bütüfl gemi zabitlerine de birer madalya tak- tı, orada, hepimize kanaat geldi Ki Kral Boris, en sıkı bir imtihanda tami numara alabilecek kadar mükemmel bir denizcidir. Bahsi memleketimize ıntıkal ettirell kumandan, Çanakkaledeki ihtisasları'« betkâr bir dil kullandı. Bu bahsi de de“ giştirmek için : — Ben, dedim, bundan evvel bırçok deniz kurtlarile görüşmüştüm. HepŞi de, denizcilöerin evlenmelerini doğruü bulmuyorlardı. Ömürlerini denizlerde geçıren bahriyelilerin, açacakları yuvâ ya Uğramaya vakit bulamıyacakların* söylüyorlardı, Siz de ayni fikirde misi“ niz? Bu sual kumandanı hayli güldürdü. Sonra: — Vâkıa, dedi, böyle slöyleyenlef vardır. Hattâ onların anlattıklarına gö* re, bir gemici, tam üç sene süren bir se“ yahatten sonra memleketine dönmüş t€ rıhtımda kendisini bekleyen karısmi tanıyamamış! Fakat bunlar, tesadüfel gemici olmuş izdivaç düşmanlarıdırları Ben, harbi umumiden sonra evlendim. Tam beş çocuk babasıyım. Ve çok mer sudum. Hattâ karılarının sevgisini kayı betmekten korkan bütün âşıklara ge* mici olmalarını öğütlerim., Bir erkel vazife gibi çok meşru bir bahane il© evinden araâda sırada uzaklaşması fe“ na mı? O takdirde evliler hem biribil* lerini lüzumundan fazla görmekten bıl mazlar, hem de ayrılıklar esnasında dü yacakları özleyiş sevgilerini arttırır! — Çöcüuklarınızı da denizciliğe teş* vik ediyor musunuz? — Çocukların dördü kız. Oğluma gelince; onun teşvike ihtiya” cı yok. Çünkü tıpkı babası gibi, dahâ şimdiden, mukavvadan bir donanmâ yapmış! Ayrılırken kumandan : — Aman dedi, mülâkat siyasi mahi* tte olmasın! Onun endişesini gıdermek için : — Emin olun, dedim, size, gazetede Akmadan bile okutmaktan çekinmiye” ceğim bir yazı olacak! Bana : — Siz, dedi, Türksünüz değil mi? — Evet ! — Halis kan ? Cevap verdim : O, verdiği cevapla hem koyu milli” yetperverliğini, hem Türkler hakkın * daki halis kanaatini gösterdi ve : nı anlattı; ve hakkımızda çok muhab>- | — O halde, dedi, size hiç bir xesık'â' ya lüzum görmeden itimat edebiliri! Selım Tevfik t

Bu sayıdan diğer sayfalar: