Bır Doktora ceva Doktorlarımızda lâubali muayene ve lâubali teşhis, masraf kudretsizliği karşısındaki zaruretten mi, yoksa itiyattan mı ileri geliyor? Yazan: Muhittin Birgen B Gün sütunlarında yazdığım ya - zının okuyucularım arasında ciddi bir alâka uyandırmış olduğunu, aldığım bir kaç mektuptan anlıyorum. Bu mektup- lardan birkaç tanesi yapılan yanlış teş- hiğler neticesinde vukua gelmiş bazı fe- lâketli âkibetlere ait misallerden — ve hikâyelerden bahsediyor. Ben bunla - rm birer birer gazete sütunlarına geç- mesi taraftarı değilim. Eğer taraftar ol- saydım, kendi bildiğim bir hayli mi - sali zikredebilindim. Fakat, neye ya - rar? Doktorlarımızın baı;ın yaptıkları ağır teşhis hatalarının anağını yap- de. Bunun için, bi yit için mektup ya tiyar etmiş olan okuyt sa teşekkür etmekle iktifa eylerim. Yalnız aldığım mektuplar arasında, Edirneden yazılmış olan imzasız bir tanesi var ki benim tekrar bu bahse gelmeme sebep oldu. Mektup, yazdık- Tarımı alâka jile okumuş ve kendi vic- danı içinde samimi bir mürakabe yap- mıiş olduğu hissini veren bir doktorun- dur. Kendisi doktor olduğunu söylemi- yor, fakat, ben anlıyorum ki doktor - dür. * Bu doktor okuy na şöyle söylüyor: ile doktor arasında bir ve bilhassa halkta doktor matsızlık wırdır Fı.kı! vasıtalarını kul masraflıdır. Ha deme kudreti hiye Vekâleti kolayca ve masrafsızca bu gibi v: lardan istifade etmesini temin cek teşkilât vücuda geti Benim yazdıklarımın derin Hiğini anlıyarak bana mütaleysını yazmak | muş olan bu doktor okuyucuma da te- şekkürler ederim. Fakat, ben bu man- tığın ihtiva ettiği doğru ve haklı un - surların vücudunu inkâr etmemekle be- raber okuyucumun fikrinde değilim. Sebeplerini izah edeyim. * Bir kere, doktorlarımızın hastayı muayene usüllerine hâkim olan kuv - vet, iyi bir teşhisin ma: mak fikrinden ileri geldii inanmam. Çünkü, ayni doktorların bu gibi masrafları ödeme kabiliyeti olan- lara karşı tatbik ettikleri usul de aynı- dır. Meselâ, bir gün bir doktor benim karnımdaki sancıyı muayene ettiği za- man elile barsak nahiyesinin bir tarafı- hı göstererek «işte burada paket halinde u meseleye dair geçen gün Her |bir sertlik var. Bir müshil ile temizle - nirsiniz ve geçer... Bir şey değil!» dedi, ben daha müshili almadan, bir saat sonra, mesaneden küçük bir taş yu - murtladım. Demek, elile bana göster - diği sertlik, benim hissedemediğim, 0- nun da ancak vehim ve hayal ile bul- duğu bir sertlik idi. İstanbulun iyi bir doktoru olan bu zat sadece lâübali ha- reket etmiş, karışık bir organizme olan insan vücudundaki bir ârâzın neye de- lâlet ettiğini anlamak için zekâsının beş dakikada verebileceği bir hükme fazla itimat göstermişti. İzmirde, kız karde - şinin verem olmaması ve olduktan son- ra tedavisi için beş on bin lfra sarfından çekinmez ve buna da müuktedir kadaşım vardır ki k.ırdaşxrın verem ol .| duğunu, anc sonra anlamış, 0 zamana kadar doktor i üzerinden yürümüş - Anadolu içindeki doktor- ların her hastaya bir sıtma teşhisi koy- maları da âdettir. İkinci derecede şuna kaniim ki, bali muayene ve lâübali teşhis, dı ktor - ızda, masraf kudretsizlij sandaki zaruretten ziyade s.rf bi SON PO—,TR IBeyoglunun V begınde muz V kahve yetiştiren bahçivan Mustafa “Muz ve kahve kışın soba ister! diyor.Beni çocuklarımı aç bıraktığım günler olmuştur am muzlarımı, kahvelerimi sobasız, bırakmamışımdı r? Nereden düyü - ? Bilmiyorum, ım zaman hafi - İzası i | te mı aramama wkn bır-.ı nazlanmıya lü - e: r Bay Süleyman nıadan söy — Yahu, Fatiht, tan ileri gelir, Bu itiyadın nasıl teşekkü) var. Konuşulacak adam. Mübarek, ü- etmiş olduğunu bilmiyorum; fakat, öy- | şenmeden senelerce uğraşmış, kedi - le zannediyorum ki bu, bizim bütün |lere nota öğretmiş. Şimdi terbiye edil- işlerimizde hâkim olan ruhun eseridir: Bizde; bir meslek sahibinin mecburiyetinde olduğunu an'annş duğunu hiç bir meslek sahasında gör - < İmedim. Yaplığımız işi bir yaldız suyu- na batırıp çıkarmak, sonra da karşı - mızdakine «işte bak, ne güzel'» de - | maalesef bizim fena âdetleri n biri miz -« ir, Bütün mesele buradadır. " |Doktorlarımız öyle zan ve bunu sami- mi olarak, hattâ itiraf ta ederler ki e- ilerine müracaat eden bir has- BC “ D ; bence en büyük — şeref | den fazla bir tarihe malik olan ilmi ta- babet müessesemiz, eski Tıbbiye mek- tebi ide yeni Tıp Fakültemiz dektorlu - ğun manevi ve ahlâki şeret telâkkile - rini, halkın ve insanlığın sıhhat men- faatlerindeki ulviyetle mütenasip ola- cak derecede kuvvetle işliyememiştir. Bütün mesele buradadır. Esas itibarile, bilmediğimizi bilmek ve bilmediğimizi açıkça itiraf etmek, bülün insanlık fa- ziletlerinin başında bulunan bir fazi - lettir. Fakat, doktorluk mesleği, sıhhat ve hayat meseleleri mevzuu bahsoldu- ğu zaman ise bunun ehemmiyeti her şeye takaddüm eden bir nisbet alır. Gönül istiyor ki Türk tıp ilmi, her şey- den evvel bu sahada yükselsin' O zaman halkın da doktorlarımıza daha candan sarılacağında hiç şüphe yoktur. Muhittin Birgen CÖNÜL İŞLERİ! Bir yuvayı Kuranlar arasında Ahenk olmak lâzım! Malatyada oturan bir — oku - yucum, D. D. İ. B. insiyallerile yazdığı bir mektuplta bana yarım kalma tehlikesile karşılaşmış bi şebhüsten bahsediyor. Söylediği lâraten şu: — 935 yılının eylül ayında İstan- buldayken bir genç kızla nişanlan- mıştım. Ajilem bu nişanlanmayı hoş görmedi, iki tarafın seviyesi arasın- da fark buldu, nişanın bozulmasını istedi, ve nihayet te bana alınabile- tek başka bir kız gösterdi. Kat'i su- Tette reddettim.. Bir defa kızı istiyordum. Sonra da bu nişanı yapmakta kızın annesı çok âmil olmuştu, onu erkek çocuk'ar, na karşı küçük düşürmekten çeki - niyordum. Fakat bu arada başka bir mesele hâdis oldu. Kıza ve ailesine mektup yazmıştım, bana: — Kızın hüviyet cüzdanına kay- di etmiştir. Ve şimdi bu hatasının,ne - dedilmiş olan yaşı evlenmesine mü- salt deği meye müracaat ettik, şeklinde bir ce- vap vermişlerdi. larım cevapsız kaldı ve işte allı ay var ki tereddüt içindeyim. ir. Tashihi için mahke - Sonraki mektup - * Bu okuyucum, nişanlanırken ken: sinin fikrini almamakla hata ticeleri ile karşılaşmaktadır. Kız na- sıldır, bilmiyorum. Belki eve saadet Retirecek bütün şartları nefsinde toplamıştır, belki değildir. Fakat toplamış olsa dahi, erkeğin annesi ile babası, onu muhakkak bir gasp o - lTarak telâkki edecekler, ona göre muamele yapacaklardır, çünkü bir- leşmede kendilerinin rızası yoktur, Ne yapmak lâzım? Bence ortada kaybolmuş bir şey yoktur. Evvelâ âilenin gönlü alına - cak, sonra işin gerisini getirmek va- zifesi onlara bırakılacak, kurulan yuvada tuzla biberleri olduğu hişsi kendilerine verilecektir. TEYZE buradadır. Maalesef, bizim yüz sene -| miş tam on iki tane kedisi var. Hay - i vanlar tempoyla, notayla miyavlıyor- lar, mı"'ıı orİ lar 'ka Huy Azizim, vü nünde gel de & Lon parmağı Nle B Turgut şında bir çocu ezberliyor. Dün bir tesadüf, haberlerinin ne de- 1'“” e kadar hakikate uyduğunu y lamak aftını bir türlü bulama! Bay M i gene yoluma çıkardı: — Bu sefi ni mutlaka ağzında kalmazsa, y kessin!.. Bir kadır ört buçuk y ğu var. Nedimin divanını W" Mustafendiye götü- — Kim bu — Gidince görürs düştüğüne pişman olursan, beni Mo kofistana giden topçulardan beter el! Bu sefer ne © benden ayrıldı, ne de ben peşini bırakabildim. Karaköyden Taksime çıktık. Eski Majik sinemasının önünden Sıraser - vilere kıyrıldık. Meşhur Rum kilise - sine kıvrılan sokağa sapmadan, cad - dede biraz daha yürüdük. Ve sola dü- şen apartımanlardan birine girdik. Fa- kat, dairelere çıkan pırıl pırıl mermer merdivenlerden yukarı çıkacağımıza, kapıcı odasına iİnen çamurlu taş mer - divenlerden aşağı indik, Bay Münir ka- pıcı odasının aralık kapısından seslen- di: — Aşağıda mı Mustafendi? Yüzünü görmediğim kapıcının duyuldu: — Aşağıda! sesi or, Ve, dibi görünmi- yen bir dehlizir ik merdivenle - nen Bay Münire soruyorum: Daha mı aşağıda hnıam" Ve gü - lerek ilâve edi yorum: — Yoksa bu seler de yerin yedi kal dibini mi keşfettin? Fakat — birden, —karanlık — deh - liz aşıkla doluyor ve Bay Mü - nitin açtığı demir kapıdan yemyeşil bir bahçe görünüyor. Birlikte çı TUZ: Bir apartımanın, Cihangir yangın yerine doğru uzanan dürt setlik bah - Fakat bahçede basacak yer bulmak güç. Sık ağaçların aralarında baş kalan yerler, küçük, bi aksılarla, kon - serve, gaz tenekelerile dolu. Bu boyları; okkalı bir kahve f nile, yarım bira fıçısı arasında d saksılarda ve tenekelerde, eşlerini mediğim çiçekler var. Dokuz, on renkli qüıkr mi istersi - niz? Kıpkızıl ar mı nız? Yeşil Ialı mor karanfil, k sünbül mü görmek istersiniz? var. Bir saksı devirmekten, bit çiçe mekten karka korka biraz! dolaşınca ')(Mu Hepsi | Yazanı Naci Sadullah Bahçevan Mustafa Yusuf Yayla, Türkiyede, dünyanın hiç bir ye:in'? lunmıyan iki de çiçek keşfetmiş, ve isi mlerini: «Salon yaprağı», ve anlıyorsunuz ki, bu bir konak sofasın- dan daha geniş olmıyan baâhçeciğin içinde, çiçek dediğimiz nesnenin bildi- ğimiz ve bilmediğimiz bütün çeşitle - rini, bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün renklerile bulmak mümkündür,. Merakla soruyorum: — Ziraât mütehassısı mıdır bu Mus- tafendi? Bay Münir: — Hayır... diyor... Ziraat mütehas - sıslığı şöyle dursun, bir iptidaf mezu - nu bile değildir.. Fakat çiçekler hak - kında, hattâ bilümüm nebatat hakkın- da, her hangi bir üniversitede profe - sörlük eden her hangi bir nebatat âli - #ninden fazla malümat sahibidir. Ve iki elini boru şekline sokup ağ - zına koyarak, bahçenin nihayetine doğ- yu eslendi: — Mustafendi! Az sonra, önünde küçücük köpeği, arkasında çıplak ayaklı küçücük çocu- ğile Mustafendi gözüktü. Bay Mümir güldü: — Ma!yeti tamam... Tam takım ge- liyor yani! | Mustafendi, otuz, otuz beşinde ya İvar, ya yok: «Canım tabli ya var, ya yok'» diyeceksiniz. Ne yapayım? Lâfın Tarak görmemiş saçları, bir örtü püs- külü gibi daracık alnını örtüyor. Ben- zi sarı. Küçük gözleri, iki parma! tilmiş gibi çukura gömük. Kılık, klâsik bahçıvan kılığı: Kolları sıvalı, yakasız, kalm mavi bit mintan. Efendi artığı yamalı bir pantalon. Çıplak ayak, ve eski çarık. Bize bir taraftan bahçesini gezdiri- yor. Bir taraftan bahçeyi eşsiz bir mü- zeye çeviren çiçekler hakkında izahal — Manolya tohumile karanfil tohu- munu karıştırdım, böyle bir şey çıktı |meydana! Sonra kısaca hayatını a Tam on yedi senedir u tiyor: yaşırım hu n ba - nimet İnsanlar »birbitlerile uğraşa - Mustafa çiçek leri arasında caklarına, bu nimeti iyice iş fıkaralar sıcacık ekmekle top oy lardı!. Ne eksen bitmez bu topri Âlimler, adam öldürecek âlet yü tohum kec'e.ırı)c çalışsalar nelef mazlardı Bak ben, cahilliğimle kaç çeş keşfettim. Biraz daha uğraşsam, tohumu bile bulurum gibi ge na, Ondan sonra ek eke bildiği: yetiştir. ) rebildiğin kada topraktan çktıx için hiç çe harı Ne anası, ne bab fusu, ne sayısı, ne arıyanı, ne de | bir filozof edasile gi seden harcıyamam! uzun düşündürdü. Sonra: nı olur. Ümmi, fakat zeki bahçıvan, F* — Hoş, anası babası olan insanif icabında çekinilr Baksana m h e? günün bınndc insanı topraktan tirsem bile, İspanyadaki gibi bol — Nasıl başladı sende bu me't Bu sual, Mustafendiyi € Vallahi bilmem ki, dedi, bi işte... Kimisi çiçeğin canlısından Tanır, kimisi eansızından... Bizim himiz de bunlardan açılmış demek Beni bu bahçeden üç gün dış kar, Sudan alınmış balık gibi alimallah... Bunların kokusu gıd geliyor bana... On yedi sene evvel, bir İngiliz a çırak olmuştum. bozuldu. Bana £ ini söyledi. Faka: €e içime işlemişti ki, b çalışmıya razı oldum. Fakat ona: | — Bir şartım var sana, dedim.» akşam, bana gündelik yerine, bir * gin adım, ceksir vanının ) nasıl yetiştirildiğini & Ve günde bir çiçeğe senelerce ? xn çalışlım onun yanında. Oradan ayrılırken de, ondan bi | rü kataloğ aldım. O kataloğları okumak, anlamak (Devamı 11 inci sayfada) — BAA Lalakki aüsğe di 5