15 Ekim 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 14

15 Ekim 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA GİBALİ ZİNDANLARI Çac) çe? GA ; İttihatçılar Devrinde di 5 a MUHALEFET </ &© Son Posla'nın zabıla romanı: 100 — Evet.. hatırlıyorum. Fakat tama- | Başımıza iş çıktı desene... Hadi baka - mile aklımda kalmamış... A, efendim; |lim. Şimdi, Moskof elçisine cevab bu- * hanği biri kalın?.. Malâm ya?.. Kotallalım... Bir Karedağlıya, kaşın Üs - İstanbulun umuru, bizim üzerimizde. | tünde gözün var, dedin mi, herifler so- “Şunun şurasında, sabahtan akşama|luğu, sarayda alıyorlar... Alh, çocuk - Nasıl doğdu, Nasıl yaşad'. Nasıl öldü? Sön Posta'nın siyast tefrikam * — B4 — Yazan: Ziya Şt Katil, kimdi?. Tahkikat memurları, bu suale şahsı meçhul demişlerdi. Halbi' muhalifler, buna hep bir ağızdan, bir tek kelime ile cevap vermişlerdi: Cemiy€ kadar ne derdler dinlediğimizi biliyor- sun, Sâyei şâhânede.. bugüne bugün, koskoca bir zapüiye müşiriyiz. Sırtı- mıza, Ayasofya camisinön kubbesin - / den ağır bir vazife yüklenmişiz... Bu dolab, kolay dönmez... Benim gibi şa köşeye oturup da, suya sabuna dokum- madan bu işleri çeviren biri varsa, or- taya çıksın. Alimallah, şöylece alnını karışlarun... Söz, nereye gelecekti?.. Haa.. şu, senin söylediklerine... Filha- kika söylemişsindir. Fakat.. kesreti meşguliyetten, ya kulağıma girmemiş- : tir. Yahud ki, unutuluvermiştir. Benim aklım, bakkal defteri değil, ya... Eh, “mademki, bu meselede alâkadar o - lanlar ele geçirilmiştir. Ve, curnalları da tanzim edilmiştir. Veriverin, zaptiye divanına... — Başüstüne, efendimiz. İrade bu- yurursunuz... Ancak, meselenin bazı mühim noktaları var. Onlar hakkın - - da da iradei devletinizi almak isterim. Müşir paşa, serhademenin, gümüş tepsi üzerinde, altın zarf içinde fağfu- ti fincanla getirdiği hâlis Yemen kah- vesinden höpürtülü iki yudum çektik- ten sonra, istizah etmişti: — Ne gibi?.. — Efendimiz!.. Bu azılı cânileri ele geçirmek o kadar kolay olmadı... Gâ- vur Mehmet kulunuz, ağırca yaralı, Fenerdeki Rum İspitalyasına yatırıl - dı. — Yaaa?.. Allah, şifa versin... A- man, yaraları iyi olur olmaz, onu he- men, aşırın... Mademki iş bitmiştir. Doğruca, geldiği yere gitsin... Malüm “ ya; iradei seniye, bu merkezde... Baş- ka?.. — Dört tane de maktul var, efendi- miz. — Bunlar kimler?.. — Efendimiz!.. Bunlardan biri, def- ci İbo denilen bir çingene... Bu çinge- ne, 'bu azılı katillerin kumpanyasına dahil, Fakat, her nedense aralarında bir münazaa çıkmış... Arkadaşları, bu çingeneyi bir sırığa bağlamışlar.. altına " ga bir ateş yakmışlar.. o ateşin üstün- de, çevire çevire kızartmışlar. — Sübhanallah.. bir yaşıma daha — girdim. Şunun şurasında, dört senedir, süyei şâhânede zaptiye müşirliği ede- rim.. böyle bir vukuâtı ne gördüm, ne lar, ah.. siz, adam olmazsınız. Kaş ya- payım derken, göz çıkarırsınız. Teb'a- dan olanların üstlerine, pek o kadar varmayın, diye; ben size bin kere ten- bih etmiyor muyam?.. Hüsnü bey; zaptiye müşirinin söy- lediklerini sanki evvelden tahmin et - miş gibi ,sükünetle dinlemişti. Ve on- dan sonra, soğuk kanlılıkla cevab ver- mişti: — Hakkı devletiniz var, paşa haz - retleri... Ancak, müsaade buyurursa- niz arzedeyim... Evvelâ, gerek bu Kaptan Mihaloviç, gerek onun arka - daşı Petri çorbacı; Karadağlı değildir- ler. Her ikisi de Hırvattır. Avusturya teb'asındandır. — Daha fena, yaaa... Avusturya se- firine meram anlatmak kolay mı. Hem de, baksana; bir kişi de değil.. iki ki- yi.: Eğer bir kişi alayık; bir yanlışlık oldu, filân diye, yalvarır yakarır elçi beyi kandırırdık. Hüsnü bey, gene büyük bir sabır ve tevekkülle cevab verdi: — Efendimiz!.. Bunlara hiç hâcet yok. Göreceksiniz ki, bu işe elçi bey de memnun olacaktır. — Niçni.. — $Şunun için ki efendim; bu adam- lar, o prenses Şima denilen kadını ka- çırab İstanbula getiren.. Ayvansaray - daki Cinevizlerden kalma zindanlara hapseden.. o zavallı kadını orada ber - bad ve perişan eden kemancı Fernan - dez denilen adamımn şerikleridir... Şim- di bu kadın, sağ selâmet ele geçiril - miş.. bu cânilerin elinden halâs edil - miştir. Bunun için de, hem şevketme- &b efendimize.. hem de zâti devleti - nize, beş vakitte dua etmektedir... E, malümu devletiniz bu kadının bu su- rötle halâş bulması, Avusturya devle- tini çok memnun edecektir. Eğer bu câniler, diri diri ele geçirilib de Avus- turya hükümetine teslim edilse idi; hiç şüphesiz ki onlar da asazlandı... Ne yapalım, biz hepsini de sağ olarak ya- kalamak istedik. Fakat, bize ateş etti- ler, Hiattü, bir arkadaşımız da yaralır yarak ölüm haline getirdiler, Eh.. can, cümleden aziz. Ehmizde de devlet ta- rafından verilmiş kanun, nizam var. Biz de o nizam mucibince mukabele et işittim. Meğer şu köhne dünyada, ne-'tik. Her üçünü de ölü olarak ele ge - ler olub bitermiş... Şimdi o herif öl - Mmüş müdu. — Ölmez olur mu hiç, efendimiz. Ateşin üstünde kavrula kavrula, bir deri bir kemik kesilmiş. —Allah, Allah... Meğer bu heri- ler hakikaten katı yürekli cânilermiş... Ne ise, şimdi bu bahsi geçelim. Öteki maktuller kim?.. — Efendimiz!. Bunlardan birine, Kaptan Mihaloviç derler... Mâlümu devletiniz.. hani, bir zamanlar, (Kara- yürek çetesi) diye İtalyanlardan, Ka- radağllardan, Hırvatlardan mürekkeb bir çete türemisti. Bunlar; Galatçyı, Beyoğlunu haraca kestikten — sonra, Arnavutköy taş ocaklarında...... — Evet.. evet.. akhma gel Hep birden, o taş ocaklarına gitmiş.. sâyei şâhânede hepsini tepelemiştik. — İçlerinden ele geçenler, affı şâ - hâneye mazhar olmuşlardı. İşte, onlar- dan biri de bu Kaptan Mihalowviç'di. O zamandanberi, güya bu gibi işlerden el çekmiş.. Lonca taraflarına çekilmiş- ti. Halbuki; moğerse, o zamandanberi gene bazı cinayetler irtikâb etmiş... İşte, katledilenlerden biri de, bu... Zaptiye müşiri, birdenbire sıçradı: — Aman, molla.. ne söylüyorsun?. Bu herif, teb'adandır (1)... Eyvasah. (N O tarihte, cenebi tebaasından o- Tanların hepsine birden (tebaadan) kedi. Ha, büyük bir bmtiyendı. — | l çirdik... Ya, böylece ele geçiremese & dik de, krahın akrabasından olan o ka- dinan telef edilmesine sebebiyet ver - seydik.. sonra halimiz nice olurdu, pa- şa hazretleri?. Zaptiye müşiri, birdenbire yumuşa- mıştı. Geniş bir nefes almıştı. — Hah, şöyle... İşin, tatlı tarafı da var, desene. Hüsnü bey, vâkıa hâdisenin şeklini birüe değiştiredmk Falar bi de. berli ve muhakemesi kıt olan zaptiye müşi- rini yola getirmek içindi. Hüsnü bey, vaziyeti istediği şekle getirdikten son- ra, sözüne devam etti: — Bâhusus, kadıncağızın — elinden alınan elmasların yerleri de tamamile ele geçireceğimizi zannediyoruz. — Yaa?.. Hadi, göreyim sizi. — Yalnız bir mesele var, efendi « miz... gene, Avusturya teb'asından bir adam var, Bu işde, o da alâkadardır. Zaten işi gücü de, bu gibi işlere yatak- lık yapmaktır. Şimdi, bu adamı da tev- kif edeceğiz. Ve evi ile mağazasında taharriyat icra edeceğiz. Onun için. Avusturya sefaretine müracaat ederek vsülen bize bir adam verilmesini rica edeceğiz. Bunun için efendimizden is- tirhamda bulunacağım. Bunlara karşı, iki kelime ile olsun, müdafaada bulunmıya — özenmiyordu. Bu da, müdrik ve münevver zümrenin, haklı olarak infialine sebebiyet veri- yordu. M (Tanin) gazetesi de kendisini bi - raz kanunun fevkinde görüyordu... Meselâ; © urada (Millet) gazetesinin başmuharrirliğini yapan (Avukat Hay- dar Rıfat bey) ile Tanin arasında bir münakaşa zuhur etmist.. Ba münaka- şada, haysiyeti ihlâl edildizine hükme- den Haydar Rıfat bey Tanin başmu - harriri Hüseyin Cahid bey aleyhine i- kamei dava etmişti. Cereyan eden mu- hakenu' melkdudi.' Hileyin Cohlâ bey (yarımn altın) cezaya mahkâüm e- dilmişti. Bu cezadan mütcessir olan (Tanin); bu meselede hakkında mü - talca beyan oderken: (Öyle ise; Arab İzzetler, Başkâtib Kara Tahsinler, Üfürükcü Ebülhüda- lar ne duruyorlar?, Niçin dava etmi - Yorlar?.. Bu kanun, onları da himaye eder.) Demişti. Bu kabil münakaşalar, belki de böy- lece uzayıp gidecekti. Fakat; İstanbu - lun en büyük ve en işlek bir caddesi o- lan Divanyolunda patlıyan altı el si- lâh, en müessir bir sükünet ilâcı gibi, muhalif geçinenlerin sinirlerini teskin edivermişti. Teşrinisâni ayının 18 inci salı günü idi... Binbirdirek'de ikamet eden, - Abdülfhamidin sâbık yaverlerinden -« Ferik İsmail Mahir paşanın konağına bir telgraf gelmişti. Bu telgrafa naza « ran paşa, (mâbeyni hümayün) a da- vet edilmekte idi. Meşrutiyetin ilânı sıralarında itti - hatcılarla bir takmn pürüzlü işleri olan İsmail paşa, meşrutiyetin ilân olundu- ğu gündenberi sarayla alâkasını kes « ti. Ne mâbeyn, ve ne de Abdülhamid ile hiç bir rabıtam mevcud değildi. Bu- na binâen - zaten zeki bir zât olun - İsmail Mahir paşa, böyle bir davete kat'iyyen ihtimal vermemiş; telgrafın yazılış şeklinden de şüphelendiği için, ittihatcılar tarafından iyi bir imtiban - dan geçirildiğine hüküm vermişti. Ve bu hükmü verir vermez de, o gece tel- grafı koynuna koyunca doğruca Har- biye Nazırı AK Rıza paşanın Parmak - kapıdaki konağına gitmiş; - telgrah gösterdikten sonra: — Şu telgrafla saraydan çağırıldım. Fakat asker olrmak hasebile buradan İ başka merci ve makam tanımadığım - dan, bu davete icabet etmedim. Demişti. Ali Rıza paşa telgrafi dikkatle tet- kik etmiş: — Butelginl, sahtedir. Citmödiğlak ze çok isabet etmişsiniz. Cevabını vermişti. Harbiye Nazırının bu sözleri, İsmail Mahir paşanın hükmünü kuvvetlendir- mişti. Bunun üzerine, artık vaziyetine bir kat daha ehemmiyet vermek lüzu- munu hissetimmişti. Ertesi akşam saat ikiye doğru, b - mail Mahir paşaya şu mektub gelimmiş - ti: , Huzuru Âlilerine Sandetlü efsndim; Dün geceki mesele için görüşmek- Kğimiz lâzımdır. Teşrifinize muntazı- rim, 19 Teşrinisâni 1324 Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa, hizmetcilerine sormuştu: — Bu tezkereyi kim getirdi?. — Bir kanun getirdi. — Başka bir şey söyledi mi?.. — Nazır paşa hazretleri, bekliyor. (Arkası var) |Paşa efendi, derhal teşrif etsinler; de- ğır baştı we mefküre sahibi zevât: N di. <— Artık, komitecilik devri tir. Ciddi ve siyast bir zümre çalışıyoruz. B Diye, rakiblerinin karşısında bi lim cephesi) ile mücadeleye haziff dıklarını söylemektelerdi. Fıuj hâdise, onları tekzib çtmişti. Bundan dolayı, alınlarına bir © yet kanı sıçrıyan ağır başlı cemiy? ler, çok acı bir teessür hisseylemif; İsmail Mahir paşa, hiç tereddüt et - meden hazırlandı. Yanına uşakların - dan Yanyalı Mehdi'yi aldı. Binbirdi- rekten caddeye çıkarak Sultan Mah - mut türbesine doğru ilerlemeye baş - ladı. Fakat tam, türbenin karşısındaki köşede bulunan (Hasan Rauf cczane- si) nin önüne gelir gelmez; eczanenin yanındaki sokak içinde, birbirini müte- âkib, altı el silâh patladı. di. Hem Mahir paşa, hem de uşağı 'Yanyalı Mehdi; derhal kanlar içinde yere yuvarlanmışlardı. Orada bulunan bir iki kişi, korkularından kaçışmışlar; Mahir paşa ile Mehdi, bir kaç dakika, öylece kaklırım üzerinde kalmışlar » dı... Nihayet eczaneden koşmuşlar; mecruhları kaldırmışlardı. Bu sırada muhalifler zümresi # İsmail Mahir paşa, eczaneye nklin-1ımdı. yeni bir unsur türemişti. B den dört dakika sonra, hiç bir ifade ve-| (Mevlânzade Rıfat) isminde, h remeden vefat etmişti. Vücudüne, üç|ve mâzisi karmakarışık bir şıhJ kurşun girmişti. Bunlardan kalbinin | Atak, cür'etkâr, cahil, fakat — şe ucunu delen kurşun, kanın içeri ak -|bir zekâya malik olan bu adam, ması süretile ölüme sebebiyet vermiş- | mile (şantaj) esasına müstenid ( ti. besti) isminde bir gazete tesis e)? Uşak Mehdi, ağır yaralı olmakla be-İmişti. İlk zamanlarda; bir kadın raber, ölmemişti. Bir arabaya konula- | selesi yüzünden, Abdülhamid tal rak Gülhane hastanesine gönderilmiş- |dan saraydan tard ve nefyedilmiş * ti (Beşir) isminde bir haremağasıni * Sıra, tahkikata gelmişti. Uşak Meh- | geçirmiş; efendisine nankörlük & di, sorulan suallere, müsbet hiç bir ce-|bu adamdan öğrendiği yalan yanlıf vab verememişti. Çünkü hu"Lohdır zı şeylerle hem Abdülhamidi, hemi güzel bir pusu tutmuştu ki, onun yüzü|şehzade ve sultanları - tehdid cd nü görememişti. bunlardan bir hayli para çekmiş; P Sadece, oradan geçenlerden (Boş -| yoğlu âlemlerinde rezil ve sefih bir boğaz gazetesi) abone memuru Feyzi | yata girişmişti. (Arkası vaf) b efendi ile, (Mustafa Ş.Mhz].m.ğu— vi aç * müstahdemlerinden Selânikli İbrahim efendi, katilin Binbirdirek meydanını ——.——m——!.—'u—' İstanbul Gelir ve Para koşa koşa geçerek Kadirgaya doğru BORSASI kaçtığını söylemişlerdi. Katil, kimdi?.. Tahkikat memurları, bu sual kar - 4 .;ıo_ - 1936 şısında, (şahsı meçhul) demekten ileri Si Tit Banları geçememişlerdi. Lira Halbuki muhalifler buna bep bir a- | %'”'",; "1;: ğızdan bir tek kelime ile cevab ver - 305 E SUU mişlerdi: Katil, (cemiyet) değildi. (Cemiyet namma) bir adamı öldürmek için, (| * cemiyetin dahili nizamnamesi muci - bince - heyeti merkeziyelerden birinin (heyeti adül) ü tarafından bir katar almak elzemdi. Halbuki; cemiyetin hiç bir. heyeti merkeziyesi, İsmail Mahir paşanmın kat- li çin hiç bir karar vermemişti. E, şu halde?... Muhalifler, yalan değil; yanlış söy- düyorlardı. İsmail Mahir paşayı öldü - ren cemiyet değil, (ittihatcılar) dı... Üçüncü sınıfa mensub ittihatcılar, ka- faların kirişli bir zamanında oturmuş- lar; muhaliflere dair bir bahs açmış - lar.. bu bahs devam ettikce, fena hal- de sinirlerini oynatmışlar. Bir terür yapmayı kurmuşlar: — Acaba kimi öldüretim2.. Diye, düşünüb dururlarken; İsmail Mahir paşaya karşı Selânikten besle - dikleri kin ve hıncı hatırlamışlar. Onu öldürmeyi kararlaştırmışlar. Ve bu ka- rarlarını da o gece tatbika muvaffak ol- muşlar. Cemiyetin, alelâde üç ferdi tarafın- dan (alkol) ün öhamile yapılan bu cinayet, vâkıa İstanbulda büyük bir tesir husule getirmişti. Hler gün, şura- da burada şakır şakır şaktyan şaklaban muhalifler, bu cinayetin ertesi günü, dut yemiş bülbüllere dönmüşlerdi. Fakat, İttihad - Terakki Cemiyetinin meşrutiyet esasına —mâtüf olan ciddi gıyoı'nz de, çok büyük bir darbe in - dirmişlerdi. ea Cemiyetin erkâni asliyesile ,birinci we hattâ ikinci sınıfını teşkil.cden a - * 4 Fakat, o günler; menfaatlerin © dar şiddetle çarptığı günlerdi kis (ölüm tehdidi) bile, ancak bif günden fazla devam edememişti. tihabda kazanmak kavgası, iR den daha şiddetle başgöstermişti. 5. |D ' g | © |26/v |solız | rzloo| 15 ( 06) 17 —- V 39 ( 1910817

Bu sayıdan diğer sayfalar: