Lâkin unutulmaması lâzım ge- len bir nokta daha vardı. O da ihtiyarların aldatıcı uykusuydu, Da- ima ölü gibi dururlar, fakat çıt olsa işitirler. İşte Feliçyana'da bu bu haliyle uyuyor gibiydi, Halbu- ki sadece onun gözleri kapalıydı. Kulak kesilmiş bütün söylenenleri işitiyordu, Gene bir gece oğlu ile gelini arasında bir münakaşa baş- lamıştı, O dinliyordu. Şu sözleri işitti: — Lâfını ölç de söyle... Galiba söylediklerinin farkında değilsin... Neticede onun, beni doğuran ve Titiyi büyüten annem olduğunu unutma! Senin güzel hatirın yerine gelsin diye onu kovamam — Sana kim kov dedi ki?. Françesko yanına alsın... Büyük oğlu değil mi? O daha doksamını doldurur ve yüzüncü yaşına bssar... Sen de görüyorsun ki bizim ye- rimiz yok. Titi'de artık serbest ça- aşabilmek için bir odaya muhtaç Çocuklar burun buruna yatıyorlar. Ferahlık nedir bildikleri yok, Şim- di de, bakma sırası Françesko'ye düşüyor... Birazda. o düşüneün... —Hayır, hayır, Françesko'nun da iki yavrusu var. Şimdi hiç bir şey kazandığı da yok. Su yiyip su içi- yorlar, o da, yer darlığından müş- teki... Zavallı anneciğim!... Ona e biraz daha merhametli ols- lım... Ne ömrü kaldı ki, kısa bir zamân SODTA.... — Ne ömrü mü, dedin?... Al danıyorsun... Emin ol bi, ve bu sağlamlığı ile yüzüncü yılını bile kutlayacartır, Görmüyor musun nasıl yiyor1... Yaşamasını nasıl biliyor? Bilhassa bu sözleri takib eden gelininin sinai kahkahası, ihtiyar kaynananın kalbini bir zehirli ok gibi dağlıyordu. Bu vaziyet kar- şısında zorla mi ölmeliydi 9 Onun için barınacak yerde mi kalmamıştı ? Hangi cesaretle gelini «yaşamasını nadıl biliyor» demişti ? Evet, yaşıyordu. Fakat ölmüyor- du da, Bu bir can çekişmesinden başka bir şey değildi. Bir türlü canını almağa gelmiyen Ezrailden şikâyet ediyordu. Oğullarını, ge- linlerini ve torunlarını yalnız bı- rakmak istiyordu. Zâten hepsinin istediği de bu değil miydi Aradan birkaç gün geçtikten sonra, Françesko'nun evine götü- rülmesini istedi. Bu, amele şehrini bir kere daha görmüş oldu. Evvelâ, a vaktiyle çocuklarının oynadıkları kapının eşiğine tıkanarak çıkabil- bildi. Sonra Françesko'nun evine avdetle çirkef kokan mutbahtaki köşeciğine yatağını serdi. Teresel. la'nın bakışlarından ; -— Baş ağrısı yine geldi. Demek istediği pek açık bir surette anlaşılıyordu. Kayın biraderlerinin yüzünden ise, kıskançlık akıyordu, Bu vazi- yet karşısında, karısının tahakkü- mü gltına girmiş olan Françesko çıt çıkarmıyordu. Feliçyana hâlâ ne yaşıyor ve ne de ölüyordu. Bu güneş yüzü görmiyen evde, her jestin ve her mevzuun başı, yer darlığı, ekmek kıtlığı oluyordu. Her gün fabrikadan birçok ar- kadaşları geliyordu. Bunlar, daima ellerinde ateş püsküren karakterde siyasi gazeteleri taşıyorlardı. Ak- şam oldu mu, masanın ;üzerin- deki lâmbanın kırmızı alevi altın- da, kafa kafaya ve ağız ağıza ve- Terek içinde yaşadıkları cemiyete lânet yağdırıyor ve kendilerine göre ideal bir birlik kurmağa ça- lışıyorlardı. Feliçyana ise, unutulduğu köşe- de, sarı bir mermeri andıran alnı- nı göğsüne iğmiş, sükünet içinde bunları dinliyor ve kuduruyordu. Evet kuduruyordu. Çünkü artık o da faydasız bir kimseydi, onun ağzına da bir avuç toprak tika- mak zamanı gelmişti. Bu ise, bir toprak yığınından üçyüz kürek toprağı üzerine atmakla kabildi. Feliçyana nihayet muradınâ er- mişti. Ölüm gecikmemişti. Onu o kadar arzu ve iştiyakla çağırmış olacak ki nihayet gelebilmişti. Fa- kat ölümünden biraz evvel çok açı bir muhavereye de şahit oldu, Bu muhavere oğlu Françes&ko ile torunları arasında geçiyordu. Fran- çesko'nun stelyedeki şeflerinden biri tavasaut edecek, ve bu asırlık ihtiyar bir Darülacezeye nakle- dilecekti. Yani bir kere daha yer değiştirecek, tekrar merdivenleri inecek, merhâameten gösterilen ya- takta yatacak, sörler arasında do- laşacak ve nihayetin nihaye nu- maralı bir dilenci olacaktı ha... Hayır, bayır! O kadar Ezrsile yalvarmıştı ki nihayet o da aci- yarak gelmişti. Gecenin ikisinde penceresinin önünde karanfil sak- sısına dalgın dalgın bakarken &€s- siz, gürültüsüz ve rahatça ölüme kavuştu. Tan yeri ağarırken mutbağa inenler, karton paravanın gerisin- deki sedirde, taş gibi sertleşmiş cesedin önünde eğildiler, Fakat, hepsinin yüzünde bir kurtuluş hasreti yerleşmişti. Duyulan teessür muhakkak ki hasretten Çok çok daha azdı. Leonardo, karısı ve ço- cuklarınada haber verildi. Ölüyü sabaha kadar Franceskonun iki kayın biraderi beklediler. Hem de kahve ile şarhoş olarak. Lâkin ölü onları göremiyordu. Çünkü çoktan özlediği yeni dünyaya ulaşmıştı. Cenaze alayı çek güzel oldu. Pazara tesadüf ettiği için Fran- Me bütün arkadaşları gel- Hepsinin yüzü meyustu. DS siyah föter şapka bo- yunlarında kırmızı kravat taşıyor- lardı. Bunlardan biri mezarlıkta tabutun başında bir müessir nutuk söyledi. Bu öyle bir nutuktu ki bütün kelimeler a ile sona eriyor. du. Herkesin gözü (yaşarmıştı, Noksan kalan bir tek şey olmuştu. Oda, hatibi alkışlamak. Tabut o kadar hafif ve o kadar ufaktı ki, bir ufak çocuk sırtlanıp taşıyabilirdi. Köylüler tarafından azarlanmâamak için üzerine taze ve nemli toprak serpildi. Bu suretle zavallı Feliçyana, doğurup büyüttüğü, yürütüp işe koyduğu ve sonunda kendisine ta- hammül edemeyen evlâdlarının yüzünden her zavallı ihtiyarın son yeri olan mezarında rahata ka- vuşmuş oldu. e “'Deliorman,, Cavit Yamaç'ın yeni hikâye serisinden ikinci hikâye KİLİKADI Yakında “Servetifünun,, da © 213 — Servetifünun — 2404 e