BEKLEDİĞİ df Gavsi Ozansoy “an Arkadaşımız Gavsi Ozansoy | bir müddeftenberi bir romana çe lışmaktadır : “Beklediği Sabah.. Gavsi, bu ilk eserinde yapmak istediklerini üç noktoda topluyor : yağı gezete fefrikası olmasın, basit ideoloji romanı da almasın, içinde insan hâdiselerini, hiç de- ğilse bazılorını, taplayabilsin. Kötü de olsa, yaşanmış, duyulmuş ol- sun; çalışma mahsülü olsun. Aşağıda, eserin başlangıç kıs- mından bir porçayı okuyucuları- mıza sunuyoruz, özlerinde ne varsa, hayatın- da da vardı: ben, dünyada bu kadar doğru konuşan, gözler görmedim. Sözün kısası, ha- yatı da, gözleri kadar muntazam- dı. Ne garib adamdı Yarabbi, üste- lik, ne de sevimli, Aramıza hiç karışmazdı. Onunla sadece kapıda, antrede, yahut mer- divende . O vakit iyi, olabildiği kadar iyi gözlerini üzeri- mize diker, bir lâhze böyle kalır, adetâ yüzümüzde dinlenirdi. Sonra, bu dinlenişten de yorulmuş, usan- miş gibi, çabuk bir selâm, küçük "124 —Serveti fünnn — 2397 Gavsi Ozansoy'un bir baş selâmı verir, acele kaçardı. Kaç defa, bir hatır soruşluk olsun, onu yakalamak, konuşturmak iste- dim; muvaffak olamadım. Matmazel İrma, pansiyona taşın- dığı gündenberi, onun bir akşam bi- le alaca karanlığı sokakta geçirdi- ğini hatırlamıyordu; hele karanlıktan, karanlıkla beraber yanan ışıklardan, bu ışıklar altındaki tatlı, alabildiğine tatlı dünyadan tamamen bihaberdi. Matmazel İrma gene onun, güneşle beraber sokağa fırladığını söylerdi. Bir sabah pazarda görmüş, güneşi kovalar gibi bir hâli varmış, o ne- reye düşerse, oraya koşuyormuş. Matmazel, şuna da dikkat etmiş: Ak- şamları eve sâkin, adetâ mesud ge- lir, sabahları sinirli çıkarmış. Akşam- ları kapıyı usul usul açar, usul usul kapar, sabahları küt diye vururmuş. Hülâsa, böyleydi, böyle olduğu için- dir ki, onu seviyorduk; ama, hepi- miz, bütün pansiyon. Nihayet bir sabah, o tesadüf; unutamıyacağım. Tılsım bozulmuştu. Hâlâ gözlerimin önünde, o pencere- deki hâli. Güzeldi. Saatlerce seyre- decek kadar güzel. Ancak, beş da- kika ya sürdü, ya sürmedi. Güneşin, bıçak saplar gibi karşı duvara düş- mesiyle; onun, bıçak yemiş gibi pen- cereden aynlışı bir oldu. Bu, bir kaçıştı, güneşten kaçış. Arkasından 'da, şu çığlığı duydum: «— Tuh, Allah cezasını kaldır- sın. Gene ayni şey, dünkü gibi, ev- velki günkü gibi, on sene evvelki gi- bi. Gene değişen bir şey yok dün- a lere Odasından odama, bir sabah ha- zırlığının, açılan musluğun, su sesi- nin, yere düşen diş fırçasının, yıka- öwl 1 tad sarkının oi 11 rültüleri geliyordu. Uyanışlardaki ha- rikulâde lezzetle yüklü, insana bir şeyler düşündüren, şarkı söylemek ihtiyacını'veren, insanı havalandıran, uçar hâle koyan, ışıklı gürültüler. Bunlar, kenar mahallelerde adetâ musikileşir; kenar mahallelerden ge- celeri güneş değil, bu sesler kovar. Sabah, artık kendini gündüze bırakmak üzereydi. Saat yediyi vur- SABAH romanından parça du. Bitişik odadaki sesler de kesil- miş, musluk durmuş ve şarkı bit- mişti. Böylece birkaç lâhze geçti; sükütla lebaleb dolu birkaç lâhze. Sonra, gene ayni çığlık, sinirlerin konuşması gibi bir hâl; onun sesi duyuldu: — Bu sabah da bir şeyolmadı, olmıyacak.. Gene ayni insanları gö- receğim, ayni caddelerde ayni oto- mobiller ve... Hem, üstelik... Evet, mutlaka... O soğuk herife de rast- hyacağım.. Gene burnunu karıştıra» rak... oy, oy, oy, oy... Bu iğrenç manzarayı da... Arkasındanda, o mânidar sual: “Valdanımefendi nasıllar efendim, mektup alıyor mu- sunuz?, Sonra da... Evet, gene bur- nunu karıştırarak, çünkü daima böyledir; hele mühim bir lâf eder- ken.. Ama, bugün.. Herif, benimle karşılaşma. O, “Valdanımfendi nasıl- lar efendim?,, Suali, salya gibi ağzın- dan akarken.. Benden alacağın ce- vap, seni şaşırtsa da, şu olacak: “Valdanımefendi mi, her halde ben- den iyiler efendim. Evet, yalnız valdanımefendi değil, ötekiler de... Hepsi benden iyiler... Bu sırada kapı açıldı; matmazel İrmanın hâlâ taze, bir genç kız ka- dar hışıltılı ve ümitli sesi odaya doldu: — Kalimerasasl Nasılsınız, baka- lum bugün; iyi geçti midün gece. Kahvaltınızı getirdim. — İrma, şu duvardaki fotoğraf» ları görüyor musun? Hepsini yerle- rinden sökecek, kaldıracaksın bu- gün. Benim görmiyeceğim bir yere. Hattâ, sana müsaade; çerçivelerini al, resimlerini de yırt, Anlıyor mu- sun, topunu kovuyorum odamdan. Yalnız, başucumdaki annemin res- mi kalsın. Bir de, şu köşedeki ço- cuk... Bir şeyler daha konuştular; ama işidemedim. Fırtına geçmiş, sağnak kesilmişti. Şimdi bitişik odada yağ- mur yağar gibi bir hâl vardı. Âz sonra, birkaç hıçkırık duyuldu. Bu- nu, kapının örtülüşü ve sofada mat- mazel İrmanın uzaklaşan terlik sesi takib etti. Ben, ona sadece mat-