| Stefan ZWEİG — PERİŞAN HİSLER Ziya YAMAÇ | EBkşeriya küçük asabi ihtizas- larla oynayan dudekları sâkin duruyor, yumuşak olgun bir mey- vayı (andırıyordu. Hafifçe pence- reye dönük olduğundan elnı gru- bun sihirli ıçıklarmaı üzerinde top- lamıştı. Her vakitkinden daha gü- zel bulduğum bu alında biriken ziyalar sanki odaya aksetmekteydi. Onu bu sakin halile görmek bir zevk teşkil ediyordu. Acaba yaz akşamının sükünetile, havanın ha- rikulâde kokusu mı; yoksa bir iç huzuru mu onu bu hale getirmişti * Bunu bilemezdim. Gözlerine ba- kinea, bir kitap okur gibi emniyet- le hislerini anlayabildiğimden, ni- hayet, şu karars vardım: lütufkâr bir ilâh, onun kalbindeki izleri ve kırışıkları okşayarak silmişti. alışma odasına geçmek üzere verdiği işarette bile bir nevi re&- miyet sezdim. Her vakit o kadar aceleci olan hocam şimdi şayanı hayret bir çiddiyetle ilerliyordu. Yarı yola gelmişken tekrar döndü ve şimdiye kadar vaki olmayan bir harekette bulundu: dolaptan bir şişe şarap alarak yine ayni ağır adımlarla odasına girdi, Karısıda, benim gibi, ondaki acayip hali sezmiş olacak ki hayretle gözlerini açmış ve garip bir sükünetle onun hareketlerini takibe koyulmuştu.. Her vakitki gibi yarı karanlık olan odada bizi yine gurubun ışık- ları bekliyordu. Lâmba yalnız yı- ğın halinde bekleyen kâğıtlar üze- rine tatlı bir ışık haresi saçılıyor- du. Her zamanki yerime oturarak bir akşam evvelki notların son gatırlarını okudum. İçindeki heye- can ritminin armonisi; kelime tu- fanının harekete geçmesi için bir müzikişinasın, diyapazon'a muhtaç olduğu gibi oda benim tekrarla- malarıma muhtaçtı. Eskiden, cüm- leyi tam bıraktığı yerden yakala- dığım halde, bu defa aksisada ge- cikti. Yavaş yavaş odayı bir sükü- net kapladı ve üzerimize tazyik et meğe başladı. Halâ toplanamıyor- du. Bunu, arkamda aşabi adımlarla dolaşmasından anlıyordum. Birden- bire şayanı hayret bir sükünetle: “ bir daha oku ” dediğini işittim. Tekrar ettim. Son kelime üzerinde biraz durakladıktan sonra şimdiye kadar şahidi olmadığım bir sür'at ve kat'iyetle konuşmağa başladı. Beş cümle ile bütün bir sshneyi yaşatıverdi. Buraya kadar canlan- dırdıkları, drama zemin hazırlıyan, kültürel şartlar, devrin bir krokisi, tarihin bir parçasıydı Bugün esaslı bir bağlantıya lüzum görmeden doğrudan doğruya tiyatroya geç- miş ve onun derbederlikten ve serserilikten sıyrııp kendine bir ocak bulmasını; hak ve bimayelere kavuşmasını anlatmağa başlamıştı. İlkönce “Theatre Rose, sonra «For» tune», piyeslerin &truktürüne uy- gun birer ağaç baraka kuruyorlar. Daha sonra, tiyatro, gittikçe iler- liyen şiire ayak uydurunca yapı- cılar ona yeni bir yuva inşa edi- yorlar. Taymis'in rutubetli ve ba- taklık sahilinde yeni binanin eltı adet kuleşi yükseliyor. Bu «Globe» tiyatrosudur ve bunun sahbesinde üstad Shakespeare bulunuyor. O, denizin dalgalarile savrulan büyü- bir gemi gibi bu bataklık mevkide demir atmiş ve direğine kırmızı bir bayrak çekmiştir. Galeri'de avam, bir rıhtımdaymış gibi gü- rültüyle kaynaşırker; localardan arşstokrasi mensupları söhneye te- bessümler yağdırıyor, artistlerle flört yapıyorlar. Hepsi de merak ve sabırsızlıkla oyunun başlamasını talebediyorlar. Döşemeye ayaklar, kılıçlar vuru- lurken sahne açılıyor ve birkaç çı- tanın aydınlığı altında, halk, ba- kımsız ve çeşitli elbiseler giymiş, zahiren tulüata hazırlanınış gibi hareket eden oyuncuları görüyor. «Bu suretle söz fırtınası tekrar es- meğe başlıyor. Bu tahta kıyıdan ihtiras denizini dalgaları insan ru- bunun her yanına hırsla saldırıyor. İnsanlara mahsus sırların ney'eyle, hüzünle çeşit şekillerde tezahür etmesi bitmek, tükenmek bilmiyor. İşte bu, İngiliz tiyatrosu, Shakes- peare dramıdır.» Cümlesini bu ateşli sözlerle bi- tirince uzun ve boğucu bir süküt etrafımızı sardı. Gözlerimi sabır- sızlıkla hocama gitmiştim. O, /çok iyi tanıdığım ezgin tavriyle ma- saya dayanmış duruyordu. Fakat bu defa korkunç bir hâl almıştı. Eaendisine bir şey olmuştur diye şüphelenerek yerimden fırladım.jA- caba işi burada kesmek münasip olmıyacak miydi ? Nefes bile ala- madan, yüzüme sabit bir bakışla bakmaktaydı. Sonra birdenbire göz- lerinde her vakitki mavi ışık par- -ladı ve ağzı açık olarak bana yak- laştı: — Eh, hâlâ farkında değil mi- sin? ge yüzüme dikkatle baktı. in farkında Ji gire karar- sız bir bnn mırıldan Derin bir nefes a ve gülüm- sedi. Ve aylardan sonra yine o tatlı, kucaklayıcı, temiz bakışlarile yüzüme baktı sonra : — Birinci kısım tamamlandı, dedi. Bu sürpriz karşısında sevinçten haykırmak için kendimi güçlükle zaptedebildim. Nasıl olmuşta bu- nun farkına varmamışım 9 Bu, ha- rikulâde bir üstatlıkla, basamak, basamak yükselen; tâ ilk temelden başlıyarak, tekâmülün eşiğine ka- dar erişen bina değilmiydi? Sıray- la Marlowe, Ben Johson, Shakes- peare birbirini takip edecek ve bu şanlı basamağı da aşacaktık, 45 — Servetifünun — 2390