19 Mart 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 11

19 Mart 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Stefan ZWEİG İ—— PERİŞAN HİSLER Ziya YAMAÇİŞ Bizim hassas benimseme kabiliyeti- miz onun hatipliği için biricik mu- harrik idi, Canlılığını muhafaza edebilmek için gençliğin heyecanı onun için bir iksir idi. Tanbur ça- lan bir san'atkâr, nasıl parmakla- rının hareketlerile sarhoşluğa ya- kalanır ve kızışırsa, onunda sözle- ri gitgide renkler ve alevlere bü- rünmekteydi.. Bizim sükütumuz derinleştiği nispette, sözleri yakıcı bir kudret almakta idi. Bu anlarda bize tamamile hakim olmuş, her- birimizi büyülemişti. Bir an gelip, sözlerini Goethe'nin Shakespeare hakkında sarfettiği vecize ile kesi- verince gerginliğimiz şiddetli bir surette dağılıverdi. O, tıpkı dünkü gibi masaya hitap olarag dayandı. Solan fakat halâ asabi teşevvüşler- den kurtulamayan yüzünde, gözle- ri tem o anda ihtiraslı bir kucakla- mâdan âyrılan bir kadının bakış- lar gibi acayip renklerle parla- makta idi. Bu dakikada onunla konuşmaktan çekiniyordum. Fakat tesadüfen bakışlarımız karşılaşı- verdi. Herhalde benim heyecanlı minnet duygularımı sezmiş ola- cakki, yüzüme dostça güldü ve ha- fifçe eğilerek omuzuma dokunduk- tan sonra, kararlaştırdığımız veç- hile bu akşam evine gelmemi ten- bih etti. Tam saat yedide evinde bulun- dum. © vakitki çocukcağız, bu evin eşiğini, ne kadar büyük bir heyecanla aşlıyordu. Hiçbir şey böyle bir taabbüdün talep ettiği ihtirası isteyemez; hiçbir şey 18 yaşın mahcubiyetinden daha narin olamaz. Mesai odasında hüküm süren yarı karalığın yüzünden, ilk önçe, renk renk ciltli kitaplardan başka bir şey geçemedim. Masası- nın hemen üstünde Rafael'in “Ati- na mektebi, isimli tablosu &silıy- dı. Daha sonraları bildirdiğine göre en çok beğendiği tablo bu idi. Kanaatince bütün doktrinler ve yaratıcı muhayyelenin tekmil mu- cizeleri bu eserde mutlak bir ter- kip içinde, sembolin bir tarzda toplanmıştı. Bu tabloyu ilk defa görüyordum. Sokrat'ın irade dolu çehresi ile hocamın alnı arasında yakın bir benzerlik müşahade edi- yordum. Daha ötede Ganymed'in gok muvaffak olmuş bir büstü bu- lunmaktaydı. Onun hemen yanın: da, eski bir alman üstadının elinden çıkmış olan, bir Saint Sebaâtiene tastiri görünüyordu. Sükünet dolu güzellikle, çile taşıyan güzelliğin yanyana duruşü elbette bir tesa- düf eseri olamazdı. Profesörümün gelmesini bek- lerken, kalbimin şiddetle çarptı- ğını hissediyor, ve etrafımı çevl- ren 8sil çehrelerin sükünetine uya- rak nefes almaktan çekiniyordum. Bütün bunlar bana tahmin ve izah edemediğim halde, ruhen kar- deşliği hissettiğim veni bir güzel- liği, sembolik olarak takdim edi- yorlardı. Bu huâustk uzunuzadıya düşünmeğe vakit bulamadan, bek- lediğim odaya girdi ve yanıma yaklaştı, O tatlı bakış yine mev- cudiyetime hakim olurken kendi: sinden hiç birşey saklamamam icabettiğini - hayret içinde - far- kettim. Derhal, sevgili bir dost kar- şısında olduğu gibi, büyük bir sa- mimiyetle konuşmağa başladım. Berlinde okuduklarıma dair sual sormağs kalkışınca, herşeyi, bunun teferruatile kendisine anlattım ve Adete gayrişuuru olarak, babamın ziyaretinden obahsederek, tekrar, büyük bir ciddiyetle kendimi tah- şile vereceğime dair aldığım kars- rı, yeminle teyid ettim, içli nazar- larla baktı sonra: “Yalnız ciddi- yetle değil, bilhassa ihtirasla oğ- lum, diye tavsiyede bulundu. “Muhteris olmıyan ancak bir pe- dant olabilir, Bu gibi işlerde her- şey içten gelmeli, ihtirastan doğ malıdır, ,, diye ilâve etti, Sesi gitgide hararetlenmek- teydi. Şimdi oda iyice karanlıklar içinde kalmıştı. Buna, gençliğinden bir çok şeyler anlattı ve uzun bir zamandan sonra hakiki temayü- : lünü sezinceye kadar nasıl çılgın gibi enerjini israf ettiğini hikâye etti, Sonra cesaretli olmam icabet- tiğini ilâve ederek mümkün oldu- ğu kadar imdadıma koşacağını bil- dirdi ve her fırgatta kendisine mü- racaat edebileceğimi beyan etti. Ömrümde kimsenin bukadar sami- miyet, ve anlayışla bana hitap et- tiğini görmemiştim. Karanlığa dua ederek sevinç ve minnetten tit- reyor, gözyaşlarımı serbesiçe ak- masına aldırmıyordum. Zamani hesaba katmak icap etmeseydi ouunla saatlerce kalabileceğimi hissediyordum. Bu sırada kapıya vurulan hafif bir darbe görüşme- mizi kesti. Gölgeye benzeyen za- rif ve uzun boylu bir silüet oda- ya girdi. Profesör yerinden kal- karak takdim etti.: Karım, Gölge bana yaklaştı ve nazik bir el uzâ- tırken : «Akşam yemeği hazır» de- di. «Bvet biliyorum... Peki...» diye aceleyle söylenirken sesindej hafif bir asabiyet sezdim. Birdenbire sesinde bir soğukluk hakim olmuş ve elektriği yakar yakmaz karşım- da derste gördüğüm alelâde ho- es belirmişti. Benilâkayt bir jestle uğurlayan bu adam biraz evvelki profesör değildi. ? .s Bu görüşmeyi takip eden iki haftayı daimi bir okuma ve çalış- ma ihtirasile gaçirdim. Hemen 0- — Devamı var — 213 — Servetifünun — 2378

Bu sayıdan diğer sayfalar: