Stefan ZWEİG İ—— PERİŞAN HİSLER Ziya YAMAÇİŞ Bizim hassas benimseme kabiliyeti- miz onun hatipliği için biricik mu- harrik idi, Canlılığını muhafaza edebilmek için gençliğin heyecanı onun için bir iksir idi. Tanbur ça- lan bir san'atkâr, nasıl parmakla- rının hareketlerile sarhoşluğa ya- kalanır ve kızışırsa, onunda sözle- ri gitgide renkler ve alevlere bü- rünmekteydi.. Bizim sükütumuz derinleştiği nispette, sözleri yakıcı bir kudret almakta idi. Bu anlarda bize tamamile hakim olmuş, her- birimizi büyülemişti. Bir an gelip, sözlerini Goethe'nin Shakespeare hakkında sarfettiği vecize ile kesi- verince gerginliğimiz şiddetli bir surette dağılıverdi. O, tıpkı dünkü gibi masaya hitap olarag dayandı. Solan fakat halâ asabi teşevvüşler- den kurtulamayan yüzünde, gözle- ri tem o anda ihtiraslı bir kucakla- mâdan âyrılan bir kadının bakış- lar gibi acayip renklerle parla- makta idi. Bu dakikada onunla konuşmaktan çekiniyordum. Fakat tesadüfen bakışlarımız karşılaşı- verdi. Herhalde benim heyecanlı minnet duygularımı sezmiş ola- cakki, yüzüme dostça güldü ve ha- fifçe eğilerek omuzuma dokunduk- tan sonra, kararlaştırdığımız veç- hile bu akşam evine gelmemi ten- bih etti. Tam saat yedide evinde bulun- dum. © vakitki çocukcağız, bu evin eşiğini, ne kadar büyük bir heyecanla aşlıyordu. Hiçbir şey böyle bir taabbüdün talep ettiği ihtirası isteyemez; hiçbir şey 18 yaşın mahcubiyetinden daha narin olamaz. Mesai odasında hüküm süren yarı karalığın yüzünden, ilk önçe, renk renk ciltli kitaplardan başka bir şey geçemedim. Masası- nın hemen üstünde Rafael'in “Ati- na mektebi, isimli tablosu &silıy- dı. Daha sonraları bildirdiğine göre en çok beğendiği tablo bu idi. Kanaatince bütün doktrinler ve yaratıcı muhayyelenin tekmil mu- cizeleri bu eserde mutlak bir ter- kip içinde, sembolin bir tarzda toplanmıştı. Bu tabloyu ilk defa görüyordum. Sokrat'ın irade dolu çehresi ile hocamın alnı arasında yakın bir benzerlik müşahade edi- yordum. Daha ötede Ganymed'in gok muvaffak olmuş bir büstü bu- lunmaktaydı. Onun hemen yanın: da, eski bir alman üstadının elinden çıkmış olan, bir Saint Sebaâtiene tastiri görünüyordu. Sükünet dolu güzellikle, çile taşıyan güzelliğin yanyana duruşü elbette bir tesa- düf eseri olamazdı. Profesörümün gelmesini bek- lerken, kalbimin şiddetle çarptı- ğını hissediyor, ve etrafımı çevl- ren 8sil çehrelerin sükünetine uya- rak nefes almaktan çekiniyordum. Bütün bunlar bana tahmin ve izah edemediğim halde, ruhen kar- deşliği hissettiğim veni bir güzel- liği, sembolik olarak takdim edi- yorlardı. Bu huâustk uzunuzadıya düşünmeğe vakit bulamadan, bek- lediğim odaya girdi ve yanıma yaklaştı, O tatlı bakış yine mev- cudiyetime hakim olurken kendi: sinden hiç birşey saklamamam icabettiğini - hayret içinde - far- kettim. Derhal, sevgili bir dost kar- şısında olduğu gibi, büyük bir sa- mimiyetle konuşmağa başladım. Berlinde okuduklarıma dair sual sormağs kalkışınca, herşeyi, bunun teferruatile kendisine anlattım ve Adete gayrişuuru olarak, babamın ziyaretinden obahsederek, tekrar, büyük bir ciddiyetle kendimi tah- şile vereceğime dair aldığım kars- rı, yeminle teyid ettim, içli nazar- larla baktı sonra: “Yalnız ciddi- yetle değil, bilhassa ihtirasla oğ- lum, diye tavsiyede bulundu. “Muhteris olmıyan ancak bir pe- dant olabilir, Bu gibi işlerde her- şey içten gelmeli, ihtirastan doğ malıdır, ,, diye ilâve etti, Sesi gitgide hararetlenmek- teydi. Şimdi oda iyice karanlıklar içinde kalmıştı. Buna, gençliğinden bir çok şeyler anlattı ve uzun bir zamandan sonra hakiki temayü- : lünü sezinceye kadar nasıl çılgın gibi enerjini israf ettiğini hikâye etti, Sonra cesaretli olmam icabet- tiğini ilâve ederek mümkün oldu- ğu kadar imdadıma koşacağını bil- dirdi ve her fırgatta kendisine mü- racaat edebileceğimi beyan etti. Ömrümde kimsenin bukadar sami- miyet, ve anlayışla bana hitap et- tiğini görmemiştim. Karanlığa dua ederek sevinç ve minnetten tit- reyor, gözyaşlarımı serbesiçe ak- masına aldırmıyordum. Zamani hesaba katmak icap etmeseydi ouunla saatlerce kalabileceğimi hissediyordum. Bu sırada kapıya vurulan hafif bir darbe görüşme- mizi kesti. Gölgeye benzeyen za- rif ve uzun boylu bir silüet oda- ya girdi. Profesör yerinden kal- karak takdim etti.: Karım, Gölge bana yaklaştı ve nazik bir el uzâ- tırken : «Akşam yemeği hazır» de- di. «Bvet biliyorum... Peki...» diye aceleyle söylenirken sesindej hafif bir asabiyet sezdim. Birdenbire sesinde bir soğukluk hakim olmuş ve elektriği yakar yakmaz karşım- da derste gördüğüm alelâde ho- es belirmişti. Benilâkayt bir jestle uğurlayan bu adam biraz evvelki profesör değildi. ? .s Bu görüşmeyi takip eden iki haftayı daimi bir okuma ve çalış- ma ihtirasile gaçirdim. Hemen 0- — Devamı var — 213 — Servetifünun — 2378