r yiye MM şMNMMMMMMMMMMMMMMMMMM ei dama 1 ———— > —— AM a MN TIYATROCULAR (Geçen sayıdan devam) Bu Veli çocuk, kumpanyanın en genci, en tecrübesizidir; İâkin dehşetli açık gözdür. Hani bazı adamlar vardır, sırf kuvvetli gö- rüşleri sayesinde her hangi bir he- disenin püf tarafını keşfetmesini ve herkesten evvel en yağlı par- çayı kapmasını bilirler. Bizimkide işte bunlardan... Garsonun getirdiği biruyı, bar- dağına boşaltırken anlatmağa baş- ladı: — Ağabey, üzülme artık, ben işi halletim. — Ulan, bu işin halolunacak yerimi var!. Yoksa, bizi «EK» ka- sabasına atacak ucuzca bir kam- yon mu buldun. «Seninde bir şey'e aklın ermi- yor» der gibi güldü: — Hayır be ağabey, burada mükemmel iş yapabileceğiz. — Anlat bakayım. — Hele bir şuuu yuvarlaya- yım da... Artık, sabırsızlahmağa başlamış tım, O, acele etmeden aheste ahes: te dudaklarını sildi, mezeden aldı, halâ gülüyordu. — Sabrımı tükettin, deli he- rifş yoksa bizi zeytin silkmeğe, gündelikçiliğe mi götüreceksin. Yapmadığımız işmi sanki... Köppoğlu, fıkır fıkır kaynıyor- du, Nihayet, baklayı ağzından çr- kardı : i — Biz, buradada düdüğümü- zü öttüreceğiz, ağabey. Bak, nasıl: bu sabah hepinizin suratı asıktı. Sen bile şaşırmış kalmıştın. Bir aralık, anahtar deliğinde seni di- kizledim; berbattı halin: püfür pü- für siğara içiyor, kara kara düşü- nüyordun. Kelki birşey çıkarırım ümidi ile aldım çanı elime, fırla- dım sokağa... Bir taraftan çan çan çanı çalıyor, diğer taraftan: “hey!.. Tiyatro geldi, tiyatrol,. Bu akşam Halkevisalonunda zevk, neş'e, kah- kaha... Çifte telli, dueto, kanto, Tuğrul 164 — Servetlfünun — 2374 mü. 2 ük msim mama, canbaz!...” Diye boyuna gırtlak pa- ralayordnm. Fakat, sokaklarda in -cin yoktu. Çarşıda ben bağırır- ken arkamdan peştemalli bir kaç esnaf çırağı yuha çekiyor, kahveci çırakları: “ulan, biz bile müşteri bulamayoruz, 8iz nereden bula- caksınız?.> Diye gülüşüyorlardı. Bazisıda : «çayıra çek arabayı, ça- yıra!..> Diye alay ediyordu. Alay melay amma, fena fikir değildi bu.... Zaten, “B, yi eskiden beri iyi tanırım, Tabanları yağlayarak goluğu çayırda aldım. Oradada çan! çan!. Oradada gürültülü bir şekilde tiyatronun ilânı... Fakat Halkevi salonun demiyordum.«Ya- rın öyle yemeğinizi, hep bir arada, zevk, neş'e, kahkaha içinde yiye- ceksiniz. İki okka zeytine muks- bil bir saat eğlence, kahkaha.» Diye bağır bağır bağrıyordum. Zeytinler arasından çikan halkın sevincini gördeydin ağabey, sende benim gibi hoplar, zıplardın. — seye. — Yapacağımız şey, gayet ba- sit. Açıklık bir yerde sâhnemizi kuracağız. Öyle paydosunda mu- hakkakki çayırdakilerin bir çoğu gelecek, buna eminim, her gün, zeytin mukabili oyunlar verece- ğiz. Hasılatımızı günü gününe fab- rikaya devir ve papeller cebe... Li ,* Sen içmiyorsun ya, beyciğim... Xooo, darılırım &onra... Nerede kalmıştık?. Ha!.. Sabah olur olmaz, takım takın varsa, cumbur cama- at haydi çayırlık denen gyeytin- lih mıntakasıua,.. Davulu, kılâr- neti, komiği, çığırtkanı ile şata- fatlı bir reklâm heyeti, tekrar soy- tinliği dolaşmağa çıkmıştı. Bu arada biz, etrafı zeytin ağaçları ile kapalı ıki dönümlük bir yerde müdhiş bir faaliyet gösteriyorduk: kısa bir zaman içinde entipüften bir sahne kurduk. Henüz öğle olmamıştıki. müş- teriler, akın etmeğe başladı. Bun- DE Lİ S5. Nahll BİLGA'YA iar, bilhassa gündelikçi kızlarla delikanlılardı. Bir ellerinde yemek çıkınları, diğer ellerinde bizim n&- faka : zeytin çıkını,.. Ben, birınu- tad patronluk ediyor; yanı başım- daki çuvala zeytini boşaltarak bilet kesiyordum. Bir taraftan da sahnede ahenk başlamıştı. Bizim hatun kişiler, sürmüş sürüştür- müşler, sahnede şarkı söylüyorlar- dı. Bir curcunaki görmeğe, dinle- meğe lâyık... Müşteriler, grup grup geldikleri için, açık hava tiyatro- muzda bir yere çoküyorlar, çıkın- larını açarak gülüş - cünbüş yeme- ge koyuluyorlardı. Yarım &sat içinde iki çuval dolmuştu. Sevinç- ten, ağzım kulaklarıma varıyordu. Sahnede, umumiyetle piyasa türküleri söylendiği için, bizimki- lere, seyircilerde iştirak ediyor, görülmemiş birgün yaşı- . Zaman zaman kahkahe- dan bulunan kısa bir komedi oy- nadık, alkıştan, zeyin ağaçları yı- kılacak sandık. Halk, dağılırken : sakşamada isteriz; akşamada iste- riz!,.» Diye bağırmağa başlama- sın mıl,. Bu, bizim ıçin daha ne- fis bir sürprizdi. Akşama 9.. Sahi, bu hiçte fena oimayacaktı, derhal hazırlığa gi- riştik, Kasabadan löküeler, mehtap fenerleri temin ettik, telâştan, eteklerimiz zi! çalıyordu. Bizim bu cabalamamızı, sakın, tamamen maddi bir netice için zapetme, beyciğim. Biz, halktan bir alâka, kendimize, san'atımıza karşı bir hürmet onlara daha şirin gö- rünmek, onların üzerinde daha derin, daha içten bir tesir bıraka- bilmek için, adet& çıldırırız; ken- dimizden geçeriz, beyciğim. Ah beyciğim, halk, bizim ruhumuz- dur; birim muvaffakiyet aynamız. Onların arzuları karşısında biz, nasıl maddi olabilir, nasıl duygusuz ka- labilir, halkın yakınlığı, halkın candan alâkası bizi, san'at denen o ilâhi kaynakta yıkayacaktırki, biz, onu kudsiyetiue, daha doğrusu OR M A N