20 Kasım 1941 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4

20 Kasım 1941 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

kasıp kavuran muharebe ve yangın öyle müthiş dereler veriyorki bu- nun karşısında ibretle ve dehşetle durmak lâzım geliyor. Avrupa me- deniyeti denilen teşekkülün git- tikçe menfaate ve hırsa istinad ederek mukaddes hişlerin kâffesin- den ayrılmış olması o medeniyeti bugünkü perişan hale getirdi. Avrupa sade atöşle yanıyor değil, masum halk ve çoluk çocuk a4- lıktan ve yokluktan kırılıyor. Bu felâketi doğuran müthiş muhare- benin sulha ne zaman döneceğini düşünmeğe bile imkân görülmü- yor. İşte Çörgil'in son sözü. “ Bu barbin ne zaman sona ereceğini kimse bilmez ,, İşte Alman hükümet reisi Hit- lerin sözü: “ Anlaşma teşebbüsü beybude bir uğraşmadan ibarettir ! Harbin başında olanlar böyle söylerken Alman orduları müthiş bir intizam ve fedakârlıkla bütün Rusyayı ele geçirmekte devam eyliyor. Kırım yarım adasını aldı- lar, Kafkasya yolunu kestiler. Kaf- kasyanın da bize hatırlattığı acı vakalar vardır. 1868 de Iusya Kafkasyadaki bütün müslümanları memleketten kovmuştu | O zaval- lılar yığın halinde Anadoluya ak- mışlardı. Acaba o gelen kalabalık kitleden bugün nekadar Kafkasyalı memleketimizde yaşıyabiliyor ? Be- nim talıminim yüzde ondan fazla değildir. Zaten dünyada en büyük facia muhâcerettir. Muhacerete dü- genlerin yarısı yolda helâk olur; servetleri esaşen elden gitmiştir, bir de candan olurlar. Gittikleri yerde nekadar iyi kabul görseler yine alış- tıkları hayatın yarısı kadar iyi ne- fes alamazlar ve eriyip giderler. Evvelâ Aynastefauos duruşile ve sonra Berlin ahitnamesile sona eren 1878 Rus muharebesi yilzünden Tunadan itibaren akıp gelen mu- hacir kardeşlerimizi ben yakından görmüştüm. Dediğim gibi ben Şam rüşdiyesindeydim. Operatör Cemil Paşanın rahmetli babası da Şama muhacir iskânı vazifesile gelmişti. Şama kadar memleketimizde dö- külen ve dağılan zavallı Rumeli Türklerinin Avrupa medeniyeti yü- zünden neler gördüklerini ben ya- kından görmüştüm. Hulâsa muhs- ceret en müthiş felâkettir. Hali muharebenin üç yakım tarafi Yar. 2 Ke Servetifünun 2361 dır: ateşi, muhacirliği, malhrumi- yetlerle açlığı! Türk Cümhurlyeti- nin başında olanların tecrübelere ve insanlığa müstenit yüksek ve düzgün siyasetleri sayesinde Avru- pa büyük muharebesinin ateşinden ve muhacirliğinden dışarıda yağşı- yoruz. Buna her an şükür etmek her Türk ferdine mukaddes bir borçtur. Fakat muharebenin do- ZBurduğu mahrumiyetlere açlıklara uğramak hemen her hafta hasbı- halimizde tekrarladığımız veğhile yalnız muharebeye girenlere mün- hasır değildir. Muharebeler sür- dükçe yoksuzluğu' etrafa dağıtır ve yayar! Hele şimdiki muharebe gibi meselâ on yılda çalışarak vü- cude getirilen mamulât bir günde yok edilirse onun inikâsları çok müthiş olur. Hem öyle bir mik- yasla büyüyerek gidecektir ki buna akıllar hesap vermekten &âciz kalır. Dedik ya, bu felâketin tek çaresi; istihsali artırmak isbihlâki kısmak- tan ve süsten lüksten kaçmaktan ibarettir. Bu haftaki günlük arka- daşlarımızın baş makalelerinde bu noktayı tebarüz ettiren güzel ma- kaleler okndum. Yazı arkadaşla- rıma teşekkürler ederim. Hele Hü- seyin Cahid Yalçın'ın Cumartesi nüshasındaki makalesini son derece mühim buldum. Bu tedbirlerin arasında devletçe tutulacak tedbir- lerin de faydası olur ama bu da iki şarta bağlıdır: mükemmel ve düzgün bir teşkilâta malik olmak. Sonra bu teşkilâtın içinde tatbik vazifesinde olanların namuskâr ve dürüst meslek sahibi olmaları. Bu iki şart ilk bakışta adama kolay gibi görünür tesisi son derece zor bir iştir. Avrupada birinci derecede teşkilâtçı memieket Almanyadır. PBmirleri tatbik edenlerin verdik- leri cezalar çabuk verilir; memur- ların kabahatleri olursa çok müt- hiş cezalar görürler. Netice bakı- nız nedir; Hayat pahalılığı harpten evvelkine nisbetle İsviçrede bile yüz yirmiye yaklaştığı halde Al- manya benüz yüzde altı buçuğu geçmemiştir! Bu netice resmi işta- tistikle ilân olunmuştur. Kendi- mizi herkesten iyi biliriz değilmi 9 Biz fedakârız, kahramanız, ölürüz İakat köle olmak istemeyiz. Buua mukabil idare teşkilâtçılık çok ge- ridedir. Bundan dolayıdır ki Cüm- huriyetin gayretine son derece te- şekkür etmekle beraber ferdi ola- rak mahsul yetiştirmeğe, israftan Yeni Klâsik Giltler Maarif Vekilliğinin Devlet Ki- tapları Mütedavil Sermaye Müdür- lüğü himmetile bu defa on üş mühim çok meşhur ve tarihi klâsik cildler daha neşrolundu. Bunlar genç yetişen kültürlü dimağlara mühim bir tekemmül kaynağıdır. Kitablar güzel tercüme edilmiş, güzel basılmış olarak kar- şımda etrafa aydınlık saçan bilgi sütunu gibi duruyor ve parlıyor ve kendi kendime yüksek sesle söylüyorum : — Ey bahtiyar Cümhuriyet gençliği ne mutlu size! Bu neşri- yatın kiymetini biliniz ve Maarif'in neşriyatına dört elle sarılınız, oku- yunuz, kültürünüzü yükseltiniz. Sonra gözümün önüne kendi gençliğim geliyor, pek yakın değil, elli altmış yıl ilerisi... Klâsik mü- elliflerin adlarını Mülkiye mekte- tebinde büyük irfanlı hocşlardan duyardık, çünkü o zaman Maerif vekâleti klâsik eserler negrettirmez- di, Bunlarda tercilme edip bastırmak istiyenlerin yazılarını sansör eder ve âltına: «Maarif nezareti - En- sümen teftiş ve muayene» mühü- rünü basar ve “Çizilen mahalleri çı- karılmak şartile tabında mahzar yok- tur!,, ibaresini yazardı. Rahmetli Ali Ferruh, Viktor Hugo'dan bir giir tercüme etmişti. Büyük şairin vefa- tına tesadüf eyliyordu. Sansör: sMuzır şairdir, ondan babsoluns- mazi» emrini vermişti, Bugün Maarif vekâleti müter- cimler arasında müsabaka açıp klâsikieri tecüme ettiriyor; müte- davil sermaye müdürlüğü vasıta- sile bastırıyor ve bunları yeni yeti- şen Türk gençlerinin önüne dizdi- riyor... İki zaman arasındaki farkı düşünmek ve bunun kadrini bil- mek lâzımdır. Devamı son sayfada —— a —ee A em ere em inen ve lüksten kaçmağa son derece riayetedelim. Hazır yeyiciler, millet kesesinden cömertlik yapanlar, bi- zim doğurmadığımız ve sebeb ol- madığımız büyük tehlikeler kar- şımızda dikilmiyormuş gibi yak- laşan darlık ve yoksuslukları ört- meğe uğraşanlar, bu zamanda mü- barek yurdun ve milletin en kötü düşmanıdır. Ahmed İhsan TOKGÖZ

Bu sayıdan diğer sayfalar: