Markiz Lüvizbiç, evvelâ tered- (düt etti. Sonra bunun kendisine de faydalı olduğunu düşünerek kabul etti ve sik sık mektup yaz- masını kendisine tembihledi. Ertesi günü Dük hemen Paris'e hareket edip, yeğeninin küçük şa- tosuna yerleşti. Daha geldiği ilk gün, ihmal etmeyerek yeğeni Röne'ye, kendi ağzından Markiz'e güzel bir mek- tup yazdırıp yollattı. Üç gün sonra, Markiz Lüviz- biç, genç yeğeni Luviz'denbir tel- graf aldı. Bü telgrafta, genç kızın, tey- zesi Markiz'i çok özlediğini ve he- men şatosuna gelerek, bir kaç ay onunla beyşber oturacağını bildi- riyordu. Markiz buna çok sevindi. Henüz on sekiz yaşlarında o- lan bu genç kız, şatoya geldiği zaman, teyzesini, salonda koltuğu- na oturmuş, mektup okuyor buldu. Markiz, yeğeninin geldiğini gö- rünce, elindeki mektubu biraktı ve: — Hoş geldin! Luviz, dedi..iyi ki geldin! Ben de demindenberi Dük'ün mektubunu okumaya çalı- şıyordum. Okadar ince ve düzgün yazmış ki, bir türlü gözlerimi &- lıştıramadım. Bunu duyan genç kız gülerek hemen cevap verdi: — Verin size ben okuyayım, teyzeciğim.. dedi. Markiz onu ok- şayarak: — Yoo! Kızım, Acelesi yokl!i Yorgunsun, Hele şöyle bir soyun da istirahat et. Diye onu kanepe- lerden birine oturttu. Akşam yemeğini yedikten gon- ra, Markiz ve yeğeni büyük salo- na girerek, birer koltuğa karşılık- lı oturdular... İhtiyar Markiz kahvesinden bir yudum alarak: — İştel Luviz'ciğim,. şimdi mektubu okumanın zamanı geldi.. Al! Oku.!. Diye sevimli yeğenine hitap ederek mektubu ona uzattı... Genç kız mektubu aldı ve onu yüksek sesle okuduktan sonra tek- rar teyzesine iade etti, Mektup, pek mütevazi bir şe- kilde yazılmakla beraber, çok düz- gün ve neş'eli satırlarla süslenmişti. Luviz, teyzesine yazılan bu gü- zel mektuba ve bilhassa ihtiyar Dük'ün böyle bir mektup yazabil- 166 — Servetifünun — 2372 diğine hayret etti, durdu... Bir aralık Markiz'e: — Bu mektup fevkalâde ya- zılmış, teyzeciğim. Eğer Dük'ün altmış yaşını geçmiş bir adam Ool- duğunu bilmeseydim, ona aşık o- lurdum, Diye lâtife etti.. &onra biraz hava almak için pencereye yak- laştı ve gecenin temiz havasını içerek düşüncelere daldı, İçinde büyük bir arzu uyandı.. <Bevilmek arzusu». Yeğeninin süküt ettiğini gören Markiz, onu çağırarak, bu kıymet- li mektuba, güzel bir cevap yaz- masını söyledi. Luviz, muhteşem bir ceviz masaya oturarak yazma- ga koyuldu. Yazarken, arada sırada sevimli başını sallayarak, teyzesine bakı- yor, gültimsiyordu. Aradan bir hafta geçtikten son- ra, bir akşam Dük, yeğeni Röne ile birlikte gezmekten dönerken Markiz'den bir mektup aldı, Daha soyunmadan hemen açtı... Mektuptaki yazılar okadar in- ce ve küçük yazılmıştı ki, Dük bunları okuyamıyacağını anladı ve onu yeniden cebine koydu. Yemekten sonra, beyazlanmış saçlarını itina ile aynada taradık- tan sonra geniş koltuğuna otura- rak biraz düşündu. Nihayet karar vererek, biraz ötede kitap okuyan genç yeğeni- ni çağırdı ve ona: — Al, sevgili Röne.! Sana iş çıktı. Markizin mektubunu oku da ona sen cevap ver.. dedi. Henüz yirmi yaşlarında olan Röne, meiinunıyetle mektubu al. dı ve onu okuduktan sonra dayı- sına: — Aman! Dayıcığım. Böyle ng- lâbu güzel bir mektuba, ben nasıl cevap verebilirim.? dedi. Dük gülümseyerek: — Haydi canım! Senin gibi yüksek tahailli bir delikanlı, ihti- yar bir kadının mektubuna cevap veremez mi? diye ilâve etti. Bunun üzerine Röne, odasına giderek masasına oturdu ve Mar- kiz'e Dük'ün ağzından muazzam bir mektup donattı. Böylelikle, bir buçuk ay kadar bu iki yegenler, hiç bir şeyin far- kında olmadan, Dük ve Markiz'in sayelerinde, biribirlerile mektup- laşmışlar ve yazılan mektuplara karşı derin bir arzü beslemişlerdi. Bir gün Dük yeğenini alarak eski şatosuna avdet etti, Nişanlısının geldiğini haber a- lan Merkiz, ertesi günü uşağını göndererek, kendisile düğün hak- kında görüşeceği için, onu görmek istediğini bildirdi. Dük buna mem- nnn oldu ve hemen o akşam ken- disini gene ayni yerde göreceğini söyliyerek nişanlısına haber yol- ladı. Aradan iki saat geçmeden Dük, bastonu ve şapkaşını aldıktan son- ta çıkmağa hazırlanırken, onu teğ- yi eden yeğenine: — Röneciğim, sana hayırlı ha- berler getireceğim, dedi. Fakat heyhat ki, henüz kapı- çıkmadan kalbine, eskidenberi müp telâ olduğu bir sancı saplandı ve oraya yığıldı. Genç yegeni, korkudan heye- canlanarak, onu kollarından tuttu ve zorl& koltuğuna kadar getire- bildi. Dük Troanik, kendine geldiği za- man, yeğenine teşekkür etti ve artık oraya gidemiyeceğini ve ken- di yerine yeğeninin gitmesini $öy- ledi. Röne bunu maâlmemnuniye ka- bul etti ve hemen çıktı. Diğer taraftan da, ayni şekilde, Markiz de evveilerdenberi, kendi- sini arasıra yoklıyan müthiş bir baş ağrısına tutuldu. Ve o da, gidemiyeceğini anla- yınca, genç yeğeni Luviz'i gön- derdi, Röne ve Luviz, derenin yanın- daki ağacın altında birbirlerine tesadüf ettikleri zaman, hayretten donakaldılar ve her ikisinin de içinde yekdiğerine karşı derin bir sevgi uyandığını hissettiler. Biraz sonra, aşkın kollarına atı- lan bu iki genç, ağaçın altında oturmuş, konuşuyorlardı. Yarım saaat sonra Dük Troanik, biraz iyileşerek, yeğeninin bu ih- tiyar markizle neler konuştuğunu anlamak için, doğru oraya gitmeğe karar verdi. Diğer taraftan da Markiz Lu- vizbiç'in başağrısı tamamen geç- miş ve kendisi de ayni şekli dü- şünerek, oraya gitmeğe hazırlan- mıştı.. Kuşlara mesken olan bu 1881z yerlerde, akşamın karanlığına be- ırışan kurbağa sesleri, arada sr rada çok uzaklardan gelen baykuş