74 SERVETİFÜNUN No. 2935—550 A lr A MANAVRA — ETİLİ RESM ME A LAR YAZAN : Halikarnas On on beş balıkcı kayığı, açık- lardaki 18sız adayı, geceleyin ağla» rile kuşatmışlardı. Şafak sökerken şarkılarını göklere vere vere ağri- lar kaldırmağa başladılar. Fakat her gün berrak bir mayide eriyen bir şeker gibi koyu mavilere tad veren şarkıları o gün dudakların- da sönüyordu. Havada bir ağırlık bir can sıkıntışı vardı. Sanki kah- ve telvesi gibi çöküyor, yürekle- rine oturuyordu. Birisi «martılar her gün bulut gibi gelip etrair mızda dolaşırlarâı. Bu gün neye gelmiyorlar acaba!» dedi. İhtiyar balıkcının biri «yuvslarına dönü- yorlar» diye cevab verdi. Ortalık- ta garipsi bir ıssızlık, bir süküt vardı. Herkes göz kulak olmuştu. Busan 'deniz fırtınayı bekliyordu. Balıkcılar «acaba nereden patla- yacak!" diye fir dolayı ufukları yokluyorlardı. O gün bol bol mercan, barbun- ya, çipora yakalamışlardı. Fakat (Martı) dın kaptanı |Yavaşoğlu| «acele edelin çocuklari» dedi. Kaşları çatıktı. Keşişleme tarafın dan ufuk kof bir davul gibi güm- bürdemeğe koyuldu. o Kalıkcılar, can korkusile ağları hız hızlı içeri alıyorlardı. Hırçın bir hışıl- tının yanaşmakta olduğu duyuldu. «ağları kesin!» diye emirler çınla- dı. Bıçaklar kamalar çekildi. Ağ- lar keşildi. Bir çok fıkara beliker nın yer yüzündeki bütün varını yoğunu teşkil eden ağlar, kırmızı mavi, yeşil balık yüklerile, köpü- ren denizlere çöktü. Yelken ma- karaları gırladı yapraklanan kü çücük fırtına yelkenleri şamarlar gibi şakırdadı. İlk sağnak denize duman attırarak yetişti. Az kaldı balıkcıların yelkenlerini, elbisele- rini saçlarını yolup geğecekti. Ka- yıklar, rüzgârda uzun etekleri baş Balıkcısı larına ters dönmüş kadınlar gibi, direklerinden aşan savruntu ve dumanlarla boca alla banda, ka- sırganın önüne katıldılar. Karaya ancak orsa edilerek ve volta vn- rularak dönülebilirdi. Oysaki ha- va volta havası değildi. Sayklo- nuu önünde, ister ölüm, ister selâ mete, hangisi ve neresi olursa ol- Bun alabildiklerine uçacaklardı. © anda her kayığın işi kendi- ne yetip arttığı halde, kayık ka- yıkdan insan insandan ayrılmama» ğa çabalıyordı. |Yavaşoğluj), önün- de giden Beyaz |(Geremelfyi göz den kaçırmamağa uğraşıyordu |Ge- reme) bazan dalğa tepesinde, gö- rünüyor, bazan iki dalğa aralığın- da kayıb oluyordu. Tayfa allerine geçen kap kacakla, durmamacası- na kayıkdan su çıkarıyordu. Fakat balık yükü dolayısıle, suda alçak cöken kayıkların içine dalga atlı- yordı. «Balıklar denize!» emri çıt ladı. Kayıktaki balıklarda ağlar gibi denize atıldı. Çak eden topaçlar gibi döne döne yetişen Sağnaklar, denizden sordukları suları paçavralar gibi yırtıb savuruyorlar, bir milyon eki. spres treninin gürültüsü ile geçi- yorlar, sonra acı bir uluyuşda di. »iyorlardı. Denizler, dumanlar, yel- kenler, kayıklar, insanların başın- daki saçlar hep uçayorlardı. Yavşoğlunun kumanda ettiği (Martı) Netameli kayık diye anı- lırdı. Yapıldı yapılalı sekiz kere Alabura olmuş, dokuz kişi boğmu- ştu. Kayığın muvazenesinde bir eksiklik vardı. Çok kancık tekne idi. Aksaklığı neresinde olduğu bir türlü kestirilemiyordu. Hele Va- vaşoğlu dümeni kıl kadar yanlış kırsın, yahud gözü, bir saniye için Allah gözü gibi her yerde huzır ve nazır olmakda kusur etsin (Martı| nın ters kepçe dönüşünün resmi idi. İşte şimdicik bile az kalan tepe takla edidiyordu. Bir an için kayığın kıçı kalkmış, dümen hava- da kalmışdı. Tekne birden borda- sını dalgaya vermişdi. Yâvagoğlu dişlerini sıkdı. Hem kömrgu hem kayıkla uğraşıyordı. Yavaşoğlunun ondöıt yaşında, oğlu Mehmed direğin yanında du- ruyordu. Hemen salıvermek ve çekmek iizere sigorta ipinin ucunu, çözük olarak elinde tutuyordu. gö- zü, dümende duran babgsında idi. Babasının her emri hayat ve me- mat demekdi. — «Sigortayı salıver il» Kaptanın bu emrini bütün tay- fa bir ağızdan tekrarladı. Mehmed sigortayı salıverdi. Seren babasının başı hizasına indi. Arkadan hırlıya, hırlıya gelen bir dalga azmanı, k&- yığın kıçını havaya kaldırdı. Meh- med, babasıne elde talek göklerde uçuyormuş gibi gördü. Fakut dal- ga hurrr diye kayığın ortasından geçti. Bembeyaz köpüklerile bera- ber kayığı ileriye taşıdı. Kayığın altından geçip giderken, oğlan ba- basının çukura çökmekde olduğu» nu gördü. Dayanamadı. — «Babu! oradan çıkmıyacak mısın > diye haykırdı. Fakat Yavaşoğlu gene minare tepesine çıkarmış gibi oldu. Ne var ki dalga bir değildi, iki değildi. Yüzünü, binini atlatmakla, tehlike azalmış olmuyordu. Çocuk «boğu- larsam babamın yanındayım. Kur- tulursam, şu ihtiyarı bir daha zü- mem» diye için için güzel kararlar alıyor, tövbeler ediyordu, (Martı) uçmakda devam ediyor- du, Arasıra kasırganın çılıklazından ayırd edilebilen çağırışlar duyulu- yordu. Boğulanlar mı vardı$ Var idiseler bile imdadlarına yetişme- nin ihtimal yokdu, Köpük ve su yaluz denizden değil fakat gökler- den de savruluyordu. oMehmede artık deniz üzerinde olmadıkları kanaati geldi. Kapkara bir kâbu- sun ortasında, mualiâkda, o dün-