No. 2311—326 bizim Nurana geliyor. Müsaade ederseniz hiç okumadan kendisine verelim. — Hay hay oğlum, Okumağa ne hakkımız var! Anlıyorsun değilmi? Kız kardeşinin yardı- mile mektublaşıyorlarmış. Mektubu ne Nurana verdim, ne de kendisine bir şey söyledim. Bu muhabereye mani de olmadım. Sonunu beklemeğe karar vdrdim, Aradan aylar geçti. Bir gün işlerimi halletmek üzere Nuranla İstanbula gittim. Kabataşda bir arkadaşımda misafirdik. Kardeşimin sevdiği genç çıkıp gelmesin mi? Ben ondan ümidi kesmiştim. Kardeşimle anla- şamadıklarını sanmışdım. Daha doğrusu ona iti- madım kalmamıştı. Nuranı aldattığına, oyala- dığına kanaat getirmiştim. Mademki kardeşimi bu kadar seviyordu ve onunla ciddi bir alâkası vardı, neden gelip bana açmıyor, kardeşimi resmen istemiyordu.. O gün arkadaşımın evinde bir az kaba hareket ettim. Fakat başka türlü yapamazdım. Onun geldiğini öğrendiğim zaman kapıya inmedim, üstelik beş dakika sonrada Nuranı “artık yeter ,, gibilerde yukarı çagırt- tım. İki gün sonra Zonguldağa döndük. Aradan bir hafta geçmemişti. Benin büyük çocuk yanıma geldi, kulağıma eğildi. Yalvarır gibi: — Baba dedi, bana beş kuruş versene.. — Ne yapacaksın? — Çok lâzım. — Sebebini söylemezsen vermem. Sesini büsbütün alçaltarak ; — Aman halam duymasın. — Duymaz, duymaz |. — Bana bir mektup vermişti, postaya ata- .caktım, Giderken yolda beş kuruşunu düşürdüm; aradım. Bulamadım. Ondan da isteyemiyorum. — O mektup nerede? Dedim. Arkasında gizlediği bir şey vardı: — Elinde ne var, dedim, — Mektup.. Dedi. Zarfı aldım. Okudum, Nuran yanık yanık sevgisini döküyordu. Senin çok iyi tanı- dığın birisi Cabir! Demin okuduğun nahiye müdürü Macid. Hayati hiç tanımıyan, aşkda pek toy olan kardeşim boş ümid ve hulyalar peşinde koşu. yordu. Hayatını kazanmış bir adamın sevdiği .kizı bu kadar bekletmesinde hiçbir sebep yokta. Kız kardeşimle muvakkat ve hoş bir macera yaşamak hevesile münasibetde bulunduğunu 8ez- mek için fazla zeki olmağa lüzum yoktu. Nu- ran, bir gün hislerinin kurbanı olabilirdi, UYANIŞ 11j Kardeşimin hissi hayatını da anlamağa, ya- kından takip etmeğe çalışmalıydım. Ve bu #ob- suz macerayı, sevgiyi önlemeliydim. Çocuğa sıkı sıkı tenbih ettim: — Halanın vereceği mektupları postaya vermeyeceksin, doğru bana getireceksin, anla- dınmı oğlum, dedim. Çocuğum bu casuşluğu yapamıyacağını gös- teren sızlanmalara başladı, Yaşı on iki olması- na rağmen izzeti nefsi çoktan teşekkül etmiş bir çocuğu temiz vicdanı karşısında muazzep etmek için önu iknag çalıştım : — Hakkın var, evlâdım, dedim. Fakat bu, halanın iyliği için lâzım. Onun üzülmesini, fe- na olmasını istermisin ? Boyuun bükerek kabul etti. Ve bana bir kaç gün sonra bir mektup da- ha getirdi. Nuran buiki mektubda hıçkıra hıç- kıra sevgilisinden özür diliyordu, Gerek süd kardeşinin çocuğunun doğum günü için Zongul- dağa, gerekse İstanbulda Kabataşta misafir kal- dığımız eve geldiği zaman hünsü kabul göster- meyişinin ve korkularının iç yüzünü anlatıyor- du: Benden çekinmek. Çünkü ben herşeyi bi- liyordum. Nuranın ikinci mektubunda bilmediğim bir çok şeyler de vardı : Kardeşin Nezahat vasıtasile Nurana gelen ve elime geçen mektuptan annen Nezahate bahs etmiş, Oda Nurana söylemiş. Artık Nuran aşkına vakıf olduğumu öğrenmişti O gündenberi evde suçlu gibi idi. Fakat ne o bana bir şey söyliyebiliyordu. ne de ben ona.. Nasıl olmuş ta bunca zamandır mektulaştık- ları halde Macidin mektuplarından biri ne senin nede annenin eline bugüne kadar geçmemiş. Nuran ikinci mektubunda bir teşkilâttan bahs ediyor; Posta müvezziinden Nezahat adına gelecek bü- tün mektubları kendisinden başka kimseye ver- memesini, evde olmazsa bırakmamasını tenbih ve rica etmiş. Bir gün her zamanki müvezzi ansizin hastalanmiş yerine bir başkasını koy- muşlar, mektubları bu hiç bir şeyden haberi olmıyan adam dağıtmış. O gün Macidden gelen mektubu postacı kapıdrn içeri atip gitmiş. Evde ne annen, nede Nezahat varmış. Evvelâ anfen gelmiş, mektubu alır almaz bana koşmuş. Ne- zahat geldiği zaman da hadiseyi anlatmış. Bu esnada sizde bulunan ve annenin anlattilarını dinleyen Aliye bu günden sonra Nurana daha fazla sempati göstermeğe başlamış. Cabir: yorulmuş gibi sustu. Bir sigara yaktı.