SERVETİFÜNUN No. 2311—526 «Tavla İstasyonu» nun etrafın- da bir küme insan toplanmış, tavla oyniyan iki kişiyi seyrediyor. Kimi elindeki tesbihi sallıyor, kimi hö- pürdete höpürdete kahvesini, kimi fosur fosur cigarasını, kimi tokur- data tokurdata nargilesini içiyor. Bazıları da çıtır çıtır kabak çekir- deği yiyor. Uzuvların meşgalesi bu kadar farklı olmakla beraber bütün dikkat ve heyecanlar bir noktada birleşiyor: Maçı takib !.. Bu, pasif bir seyircilik değil... Mırıldanma, bağırma, takdir veya teessüf şek- lindeki müdahalelerle eldeki tes- bih veya marpucu masa, sandalye kenarına vurduran aşırı bir heye- can faaliyeti!,, Seyirciler, yanında oturdukları oyuncuyu iltizam ediyor, ellerin- den geldiği, dillerinin döndüğü ka- dar ona yardım ediyorlar : — Kapı al! — Vur bel — Ne duruyorsun kaçsana ! Bu gün karşılaşanlar kahvenin sayılı oyuncularıydı. Bunlar için mağlübiyet büyük bir izzeti nefis meselesidir. Yenilmemek için bile- rek yanlış oynamak, pul çalmak olagan şeylerdendir. Maçın en hararetli yeri. Beyaz pulların sahibi yahut oyuncusu Necib Taş partiyi kazanmak üzere Siyah pullarla oynıyan Ali Yaprak daha gençtir, kahvenin karşısından mağazası vardır. Hasmı gibi aylak değildir, Karşısındakine yetişmeğe çalışıyor... Birincisi soğukkanlı oy- nıyor, oynarken ağzı hiç boş dur- mıyor, gülüyor, hasmına takılıyor, ikincisi oldukça ciddi!, Ali Taprık, Zarları nvucunda çalkadıktan sonra tavlanın içine atıyor, Necib Taşın partisi hep bir ağızdan bağrışıyorlar : — Gele! Ali kızıyor, hiddetinden yere bir tükürük atıyor, bir ayagını top- rağa, bir elini dizine vuruyor: — Tüh, Allah kahretsin!.. Necib Taş, zarları atarken şey- tanla akrabalığı kabul ederek on- dan yardım diliyor: — Oğlum, bir geli solu!. Zarları tavlaya konduruyor. Ve arkasından ellerini çırpıyor : — Düse! Partisinden her kafadan bir ses çıkıyor : — Vur kaç! — İkiden ikiye! — Açıl! — Şeş kapısını al. Ali Yaprak, kaşlarını çatıyor, oynamakta istiğna gösteriyor : — Heariçten karışmıyalım ! Aldıran yok. Bu sefer sesini yükselterek : — Dışarıdan gazel okumak yok! Sonra bırakırım ba!.. diyor. İyi zarlar galiba yumuşak in- sanları seviyor. Çok ciddi ve asabi olanlardan korkuyorlar ve yanına uğramıyorlar. Ali gene uygunsuz bir zar attı. Elini şakağına götü- rerek bir âlim gibi düşünüyor. Ö- bür taraftan alaylar başlıyor: — Çok düşünme verem olursun! — Kahveci bir se bir dü getir! Horozu bol olan köyde sabah geç olurmuş. Öteni bu kadar çok olan bu savaşın ne olacağını harb ilâhı (Mars)dan, bizim Şeytandan başka kimse bilmez. Aliyi oyundan İnglu karışanlar afallaştırıyor. Arada sırada hatalı Maçı Enver Naci Gökşen da oynıyor, bu sefer öbürkiler gene başlıyor : — Hapı yuttun, mars olur! — Ona ikiz derler... — Marsdan böyüğü yok muf Üç eder ama|.. Sonradan gelerek seyircilere il- tihak edenler, oyungulara temen- nilerde bulunuyorlar : — Şeytanınız bol olann ! — Bon şans! — Kolay gelsin !. Necib Taşın «Tavla edebiyatı> oldukça kuvvetli. Ne yakuşı, paçası açılmadık kelimeler bulmıyor 1. — Yavrum, bir sıska dü; ufacık, ufak !.. Gözlerini kırpıştıra Okırpıştıra hesablar yapıyor, zarları itina ile üstünte yerleştiriyor, tam atacağı sırada hasmı mâni oluyor: — Zar tutma! — Tutmadan atılır mı yahu! Ağzımla mı atayım ? Bunlar, ken- di kendilerine yuvarlanmaz ya!, Garson, oyunun kahvelerini ge- tirdi. Necib Taş, fincanı eline als- rak başını içine iğdi: — Allah, Aliah! Bunun içinde size benziyen bir hayalet var. Sa» kın sız olmıyasınız Diyor ve Ali yaprağın yüzüne bakıyor. Oynarken her iki taraf da pul- ları var kuvvetlerile tavlaya vuru- yorlar. Kahvenin tavanı Bökülüyor sanki... Ali, zarlardan birini tavladan sıçrattı, yere düşürdü. Öbür taraftan: — Masanın etrafına bir file gerelim !.. — Kahveci bir çarşaf getir |, — Tevlayı yere indirin de oy-