mi gi A KN A Bir Servetifünununun 14 temmuz tarihli nüshası elimde; sevgili Halid Fahrinin «Adadan ilhamlar» makalesini okuyorum, Muazzez Kaptanoğlunun baba- gına hitabeşini dinliyorum, bunları okurken bakınız ben nerdeyim : İri çam ağaçlarile örtülü çok yüksek iki sıra yeşil dağın arasındaki zümrüd ova önümde göz kamaştı- rıyor, bu ovanın çayırını ikiye bölerek geçen zarif dere gol tarafa doğru yılankaviler yaparak pırıldıya pırıldıya, dalgalana dalgalana uzaklaşıyor. Sağ tara- fımda o heybetli iki dağın birleştiği yüksek dar ge- çit var; buradan mtithiş ve coşkun bir çağlıyan kö- pükler saçarak, gürültüler çıkararak belki yüz metre yüksekten dökülüyor. Sonra kayalar arasında, kıvrın- tılar yapıyor, etrafa su dumanı saçıyor, ova ortasındaki söylediğim zarif dereye dökülüyor. Bu tabii ve son derece güzel tablonun yükseğin- de ve arkasında karlı dağlar var, çünkü Badgaştein denilen bu zümrüt yerin denizden irtifa 1080 met- redir; iki yanındaki dağlar 1400 metreyi aşıyor, Oo dağların arkasındaki dağlar daha yüksek olduğu için simale nazır tarafları bu temmuz sıcaklarında karla kapalıdır. Bu tabii tabloya insanlar çok hizmet etmiş. Eski Avusturya İmparatoru ve İmparatoriçesi, sonra &on Alman İmparatoru İkinci Vilhelmin büyük babası meşhur birinci Vilhelm Badgaştayna çok emek ver: mişler, verdirmişler. Çağlıyanın iki tarafına, arkasına, yanlarına yollar yaptırmışlar, güzel ormanlar yetiş- tirmişler, fevkalâde masraflarla oteller ve gazinolar kurdurmuşlar. O eski devrin zenginleri de gelip çok zarif evler, şeleler sıralamışlar. Bunların en lükslü olanları çağlıyan köprüsünün etrafında, yakininde, altında, üstündedir. Ben hepsine uzaktan bakıyorum. Badgaştaynın lüksünden aykırı duran ve yeşil ormana sırt veren çok sâde bir otel seçtim. Otelin arkasında Badgaştaynı Viyana-Münih hattına bağlıyan dağ şi- mendiferi var. Kasabayı her yere ulaştıran mükem- mel asfalt şose önümüzdedir, Badgaştaynın sayısız ve hesapsız otellerine doğru kıvrıla kıvrıla yeşillikler ve güsli mağazalar arasından gidiyor. Karşımdaki yeşil ovaya, asırlık çamlarla örtülü dağlara uzaktan dumanlar saçarak dökülen, akan çağlıyana bakıyorum ve onun &egini dinliyorum. Vücudum istirahatte idi, gözüm natür tablolarını seyreyliyordu. Halid Fahrinin «Adadan ilhamlar» ında yazdıklarile karşımdaki natür tabloları arasında Şiir ve natür sevmek noktasından çok benzeyiş vardı. Halid Fahri şair doğmuştur, ruhu ve düşüncesi dalma yüksektedir. Fakat bu defa gördüm ki kiymetli dos- tum düşünceyi yükselttikçe içine karıştığı bulutlar ona etrafını berrak göstermez olmuş. Sevgili Halid Fahri SERVETİFÜNUN No. 2189—3704 Y A Z l 5 l Hasbıhal Badgaştein 21 Temmuz 938 şair Celâlden ve Adadaki şair Celâl sokağından bahs- ederken şöyle diyor ; Fakat şair Celâlin ufuktan kanath saadetler bekle- diği kayaların üstünde ben ne bekliyeceğim... Hiçl. Düşünüyorum : yarın şu dost şairden şu falan san'at- kârdan da ne hâtıra kalacak ? ve benden de... Ne hazin! Geleceğe hiç emin olamıyoruz | Halid Fahriciğim; ben şair değilim, fakat şairleri daima sevdim ve severim. Hakiki şairler asla fena adam olamazlar. Şairler fena adam olamıyacağı gibi natür sevenlerden dahi hiç birzaman fenalık beklenmez. Sen ki şairsin, natür aşıkısın, niçin bedbin oluyorsun? Şairlik ile natür aşıklığı kardeştir, onların bir ayrıl- maz arkadaşı da nikbinliktir. Bir natür aşıkı yüce dağlara, göğe baş uzatmış ağaçlara, heyecanlı çağlı- yanlara ve derelere, büyük denizlere bakınca mutlaka coşar, ruhi coşkunluk mutlaka nikbinlik verir, sonra, dünkü şairler hakikaten bizden çok bahtiyar imişler diyorsun. Gözüm! o şairlerin bahtiyarlığı, hayatı natür sevgisinden ayrılmıyarak ve olduğu gibi kabul ettiklerindendir, yoksa onların saflıklarından değildir. Onların inandıkları şeyler idealist olmaktır, yoksa hülyaya kapılmış değil idiler. Şair Celâle hitaben, uyu mezarında diyorsun. Senin sâf şair imanın bizde yok | diyorsun, Hayır, hayır, ben seni iyi tanırım, sen tam şair ve tam natür âşı- kısın. Bunlar olunca şair Celâlin sâf şair imanı da sende var demektir. Halid Fahriciğim! Şair Celâli ben iyi tanımıştım, hem bak ne zaman? 47 yaşını dolduran Servetifünu- nu kuruşumdan tam beş yıl evvel dört çok genç ar- kadaş «Şafak» adlı bir mecmua çıkarmıya başlamıştık. O tarihte ferik Kâzım Paşa adlı bir asker şair vardı: mecmuamızı çıkarmadan içine konulan şair Celâlin ye Ulvinin bazı gazellerini Kâzım Paşaya sunmuştuk. O da «Şafak» a bir tariz yazmıştı ve orada şöyle bir mısra vardı : Asım, İhsan'ı Celâl'u Ulvi bu dört addan ve onu yazandan şimdi ayakta bir ben varım. Mustafa Asım çok genç yaşta iken giir meftunu idi; yakında ölen bu arkadaş, şiir ve natür sevgisinden çabuk ayrılmıştı. Beni sorarsan, dedim ya, şiir yazamadım, fakat natür aşkı hâlâ yüreğimde yanar; ve beni şu dakikada bile hayata bağlıyan ve bana hayat ile insanların tatsızlıklarını unutturan bir şey varıw yalnız natnr sevgisidir. Üçüncü isim genin şair Celâldir, dördüncüsü Ali Ulvidir. Ali Ulvi de şairim derdi, gazeller ve kasideler yazardı. Fakat mektepten çıkınca memuriyet hayatına, uzak vilâ- yetlerde hizmete gönderildi, zanneyliyorum ki uzak şark vilâyetlerinde dolaşırken, hayatın acılıklarını yalnız natür sevgisile gidermişti.