Pe No. 2186—-501 UYANIŞ Ae PRE EL AMY 123 tü... Tanımasının imkânı yoktu.. bekliyordu acabal.. — «Genç adam dedi... ne olduğunu anladın mi?.» O zaman titriyerek yanına sokuldum.. Ba- şımı seccadesine koyup içimin bütün nedametile ağlıya ağlıya dua ettim... Ve artık çok iyi in- , san olmak istediğimi söyledim. Eli başımı üstünde uzun uzun dolaştı... Ne kadar zaman geçti kim bilir.. Başımı kaldır. dığım zaman etraf karanlıktı... Baba dedim... Dadı koştu.. Yavaşça: «Sus dedi. etme oda sevgilimize kavuştu... — Işıkları yak dedim... Dadımın sesi, hıçkırıklı fısladı: — Onları artık hiç görmiyeceksin ?. Ağlamadını.. haykırmadım Prenses - içime derin bir ferahlık çökmüştü... Bütün acılarımı boşaltan bir hafiflikle?. Oh.. dedim... Ve artık buradan hiç ay- rılmadım. Sevgilimin ve babanın ruhu her zaman yanı . başımda:. Gözlerime ihtiyaç katmadan gördüğüm bu yerlerde dolaşıyorum !.. Gözlerimin açılmasını istemiyorum Prenses.. Ona ihtiyacım da yok... Babanın bana Vu son iyilik son sözle rinin kuvvetidir.. Demişti ki: — Evlâd bu yerlerde yaşarsan hiç yalnız kalmazsın... Biz her zaman seninle beraberiz... Küçük sevgilin ömrünü gözyaşlarile yıkaya- rak bu yerlerde tüketti!,. Sende son günlerini burada yaşa.. Bundan yıllarca evvel, senin gibi nedamet içinde geri dönen bu Pınrin kahrama- nı da burada ölmüştü!.. Prenses tekrar yalvardı: — Meçhul adam.. Bizim dostluğumuzu ka- bul et... Kimsin?, Büyük ızdırabın ne zaman doğdu... Küçük sevgilin hangi dertle öldü.. Ve sen hangi meşum kadının ardından sürüklene- rek gittin.. Anlat bana bunları.. Gene söyli- yorum.. Seni bir büyük abla gibi dinliyeceğim.. Adam yorgun yorgun gülümsedi... Dudak- larının kenarındaki acı öyle derin fakat okadar e Mi ki|. Yav — Peki dedi. Gelin kulübenin taş Gole anlatayım size bunları.. Üçü beraber yürüdüler. .. Necib Doğan öyle şaşkın öyle üzüntülüydü ki, konuşmağa kuvveti yetmiyordm Yaptığın günahın Rahatsız Birisini mi İki tarafı ağaçlıklı yoldan yavaş yavaş yü- rüdüler.. Bu, etrafı yabani hanım elleri, ve ya- seminlerle çevrilmiş tek katlı beyaz bir kulü- beydi.. Ağaçlıklara öyle sokulmuş, öyle saklanmiş- tı ki, uzaktan insan gözlerinin onu seçmesi im- kânsızdı. Kulübeye yaklaşınca kapı hafifçe aralandı.. Simsiyah yüzlü ihtiyar bir kadın yüzü biraz hayretle gelenleri karşıladı... Akı çok gözleri Prensesin üzerine takılınca, sendeledi.. Kalın siyah urakisi garib bir irili ile oynadı. Kör seslendi : — Dadıcığım sana misafir getiriyorunj.. Hiç adam, dadıyı yörmeden hissederek © kimsenin uğramadığı kulübemize şeref vetcek dostlar Hem dadı Prensesi dinlesen kızının & sine okadar benziyor ki?.. Kadın odanın kapısını ıçarken söyleniyordu. — Ah oğlucuğum. oğlucuğum.. Yüzünü gör- sen, ya yüzünü görsen nasıl benzesin... Fakat bunlari yalnız başına, hemen hemen kendi, kendine gibi söylemişti... Burası rahat, temiz bir odaydı... Kulübenin içi öyle güzel, öyle kullanışlıy- dı ki!., Açık pencereden giren rüzgâr, neş'e ve gönç- Jik ilham ediyordu. Karşılıklı divana oturdular .. Adam odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu .. Biraz sonra dadı kahveleri getirmişti... Sas- siz sessiz kahvelerini içtiler.. Dadı odanın ke- pıya yakın bir köşesine büzülmüş mütemadiyen gözlerini kırpmadan Prensese bakıyordu.. Kahvelerini içtiler... Genç adam yavaş yavas anlatmağa başladı; — Ben zengin ve asil bir ailenin oğlu ola. rak doğdum... Annem babam çok küçükken ği, düler.. Büyük bir servetin tek varisi olarak kalmıştım.. Tahsil için Avrupaya gittim.. Fakat tahsi- lim öyle bozuk öyle gayri tabiiydi kil, Küçüktenberi istediğim her şeye hiç bir mâ- nia karşısında kalınmadan malik olmağa mıştım. Beni öyle şımartmışlar, öyle yetiştirimi Avrupada sadece ismim talebeydi.. sefahate kaptırmış zevk içinde yapiyo