390 SERVETİFÜNUN Tıklarının ;yüceliğini ancak yüce duygulu şair ve muharrirlerden bekliyebiliriz. Her eli kalem tutanın, Şiir yazıyorum diyenin milli destan yaz- masına pek tahammül edilemez. İçinin ateşi, kafasının mefküresi kıt şairler, muharrirler meh- tapla, matıbupla uğrassınlar. Zarar yok. Onlar şiir ve yazı yazıyorum diye kendilerini başka sahalarda teselli etsinler. Meçhul askerin destanını yazacak bir tane, iki tane fakat kuv- vetli, kudretli şair, muharrir çıksın, yeter. İş, çoklukta değil, özdedir. Çanakkale harbine bir Edebi heyet gitmişti. Harp saflarına kadar yak- laştılar. Askeri ve harbi yakından gördüler, harap, yanmış köylerden geçtiler.. Bütün bun- ları gördükten sonra İstanbula dönen bu heyet- ten kaç kişi bellibaşlı bir eser verdi? Bu, İbra- him Alâeddinin «Çanakkale izleri» değil mi?.. Mehmed Akilin Çanakkalesinden sonra kaç kişi bu mevzua temas ettiği halde hangi birisi ha- tırımızda kaldı. Son günlerde bir Halük Nihad çıkmasaydı, Çanakkale diyince gene hatırımıza yalnız Mehmed Akif gelecekti. Hulâsa.. bu çok kuvvetli heyecan ve aşk istiyen bir mevzudur. Büşün şairleri bu işe seferber etmek faydasızdır. Duyan, hiç bir irşada lüzum görmeden eser verir. Genç muharrir, Omevzuların askeri ve vatani olmasını milli edebiyat için kâfi sanıyor : «İşte edebiyat tarihimizin her hangi bir sayıfa- sım açıyorum, açıyorum, milli şair kıtlığı için- de bunalıyorum.> diyor, milli şairi bir lise ede- biyat tarihi kitabında arıyor. Milli şairin orada işi ne? Bir edebiyat kitabı yazanın şahsi ve en- füsi hükmüne göre mi milli şairi bulacağız? Muharrir, acaba okuyucu kitlesinin kanaatlerine ve eserlerin hakiki değerine bakarak neden söz söylemiyor?. Yoksa ancak bir edebiyat tarihi okuyacak kadar mı vakit bulabildi? Ve, müharrir devam ediyor: <Fdebiyat tarihi sayıfalarına bakınız. Arap çölleri, İran yaylâları, Paris, Frankfort sokak- ları, Karacaahmed mezarlığı, Kâğıthane..> Arap çölleri, İran yaylâları, Paris sokakla- rının falan edebiyat tarihlerinde ne işi var? Eğer maksud edebiyat tarihi kitaplarındaki me- tinlerse bu bir yazıcı hakkinda hüküm vermeğe kâfi değildir. Genç muharrir, elindeki edebiyat tarihini bıraksada biraz eser okusa neiyi olur!... Mubarrir, <Edebiyat tarihi» diye bir tarihe, bir maziye dokunduğu halde dünkülerle bugün- küleri ayırmadan hepsine top yekün çatıyor. Fuzuliler, Nedimler..den Faruk Nafizlere kadar hepsini bir «çatmal» potasında harman etmiş. Mo. 7999—414 Uzıyan Gece Bu gece uykusuz gene yıldızlar Sularda bir değil, bin gönül sızlar; Pırlanta kıyılar üstünde gezen Gümüşü göğdeli, adalı kızlar... Bu gece pınltı içinde başım, Ve sanki sularda çakıldan taşım, Pırlanta kıyıyı içinde sezen oyu mor yosunlar öz arkadaşım: Bu gece uzadı, kısaldı yaşım! Mehmed Hulüsi Dosdoğru Halbuki bilmiyor ki, milli olacak şey me- kân ve mevzudan evvel histir. (Böyle olduğu içindir ki, Burhan Cahid bile romanlarının ba- zılarını «Milli roman* diye yazıyor.) Yalnız asker destanı yazan şaire değil, hisleri milli olan şaire ancak milli şair diyebiliriz. ma mevzulatı ne olursa olsun. Hattâ kadın bile. Bu genç üstadın fikirleri birbirine okadar da zıt ki.. anlattığına göre, kendi düşüncelerine gayet uygun gelmesi icap eden Behçet Kemali de beğenmiyor: < Ben, Meriçten Arasa kadar olan bir diyarın destanını yazacak gönüllü şai- rim diyen Behçet Kemalleri ben, lâmbailearı- yorum> diyor. Bu tenkidin fazla uzatılmıya tahammülü yok, Sonra tenkidi eseri muazzamın kendisin- den fazla sürecek. <Mefküreler kâbesinin ser- haddi olan cemiyetten inhiraf devam ettiği son yazılan şiir ve nesirlerde görülmektedir. Kimi mistik, kimi materyalist sürler içinde bunaldık- ları anlaşılıyor.> Diyen ve yukarıdanberi genç, ihtiyar; gizli kapaklı çatmadık kimse bırakmıyan muharrir onaltı sayıfalık ilânnamesinin sonunda musajiha akteder gibi yatkın lisan kullaniyor: «İşte milli edebiyatımızın estetiğini yapmak için imdadımıza ulaşan şairlerimizin, çamurunu milli şuurdan yuğurdukları destanları dinleyin!» Ama ne teşbih zerafeti?.. En sonunda bu ne perhiz, bunelâhna tur- şusu dedirtmemek için: «Milli olmak için atı- lan naraları hemen bir iki şair, bir iki mu- harrir duymalıydı? > hükmünü ilâve ediyor. Enver Naci