322 UYANIŞ No. 2069—384 IKTIBASLAR : Türkiyede İlk Mecmua Bolluğu Gazetemizin Sahibi ve Başyazıcısı Ahmed İhsan Tokgözün “Meşrutiyetten Evvelki Mecmua Bolluğuna,, Dair Anlattıklarını Belirten Bu Yazı, “Ülkü,, den Naklolunmuştur «1935 sonlarında başlayan ve 1936 başında büyük bir hız alarak devam etmekte bulunan mecmua bolluğu Türk fikir ve cemiyet ha- yatında mühim bir hâdise teşkil edecek mahiyettedir. «ÜLKÜ» bu mevzu üzerinde muhtelif arkadaş- larından türlü bakımlardan yazılar rica etmiştir. «ÜLKÜ» bu güzel vesile ile «Türkiye Mecmuacılık Tarihi» üze- rinde de malzeme toplamak istiyor. Arkadaşımız Kemal Köyden Türk mecmuacılığına büyük hizmette bulunmuş olan Ahmed İhsan Tok- göz'le bu mevzu üzerinde konuş- malar yapmağa başlamıştır. Bu konuşmaların meşrutiyetten evvelki mecmua bolluğuna ait bi- rincisini koyuyoruz. Bunları meş- rutiyetteki mecmua bolluğu ve bugünkü mecmua bolluğu üzerin- de İki konuşma daha takip ede- cektir. Türk mecmuacılığına ait bilgisi ve tetkikleri olanlardau bunları ÜLKÜ'ye yazmalarını rica ederiz. Ümit ederiz ki bu suretle toplana- cak malzeme Türk kültür tarihi için mühim bir me'hag teşkil ede- cektir.» — Son aylarda Türkiye'de şim- diye kadar görülmemiş bir mecmua bolluğu vardır. Buna benzer, fakat bundan mahiyetce aşağı bir bolluk ta meşrutiyet zamanında görülmüş- tü... Meşrutiyetten evvel ve sonra Türkiye neşriyatı arasında en kuv- vetli bir varlık olan «Servetifünun» bugünkü (neşriyat arasında da «UYANIŞ» adiyle devam etmek- tedir. Bu itibarla eski cereyanla yeniyi birbirine bağlayan en yaşlı meçmuamızdır. «Servetifünun»u kırk beş senedenberi çıkarmakta oldu- gunz için Türkiye mecmuacılığının en eski ve devamlı mensubu bu- lunuyorsunuz. Mecmuscilığın devri diyebileceğimiz Obu coşkunluğu, bunun kültürel mâna ve mahiyeti hakkında ne düşünüyorsunuz? — Türkiye'de devri dediğiniz mecmua bolluğu meşrutiyetle baş- lamaz. Daha eskiye gitmek lâzım- dır. Mülkiye mektebinin son şınıf- larında bulunduğum yıllara doğru geri bakmam lâzımgeliyor. 1300 ile 1305 1887-1892: arasında Türkiye'de ilk «risale» bolluğu «o zaman mecmua tabiri yoktu, v v Hececiler Diyar Ki: Bizim Şiirimiz de Ankara Bugün dünden coşkunuz bu âşık ülkesinde, Türk dili bülbülleşir şiirimizin sesinde; Ne öyle dövünürüz, ne öyle höngürderiz, Yalnız gönülden gelen sesle «Ankara» deriz. Her şey kendi adıyle güzeldir bizim için, Kelimesi açıktır duyduğumuz sevincin. «Ah Ankara!» diyenler şiir yazmaz, ağlaşır, Bizimse şiirimizde Ankara mısralaşır | Halid Fahri Ozansoy ç «risalei mevkuta> denirdi- oldu. Maarif nezaretinde kurulmuş ve içinde çok değerli azaları bulunan « Encümeni Teftiş ve Muayene» bu risaleleri muayene eder ve izin verirdi. Dediğim yıllarda, he- nüz Abdülhamid devrinin Babıâli dahiliyesinde kurulan &ansiir usu- lü sertleşmemişti: edebi ve ilmi risaleleri meşhur Münif Paşanın Na- zırı olduğu Maarif iyi karşılar ve korurdu. İşte bu koruyuş dediğim tarihte ilk risale bolluğunu yap: miştar . Bu risale bolluğu Maarif Nazırı Münif Paşanın «Mecmnaifünun» u ile. başlamıştır. Ben bu risalenin çıktığı ve-battığı yılı iyi bilirim, İçinde « Yıldız böceği > adıyle bu adaaki fosforlu böcekte bahseden ilmi bir makaleyi «Yıldız sarayi» manasına alarak mecmuayı irade ile kapattılar. Yeni türemiye başlı- yan canavar hafiyelerin ilmi ve edebi risalelere vurduğu birinci darbe budur. Maarif Nazırı Münif Paşanın mecmuası ortadan kalktı, fakat Münif Paşa ilmi ve edebi risaleleri korumaktan geri durmadı. Bu sırada «Mir'atı âlem» çıktı «1888». Mir'atı âlemi rahmetli eski dostum Mahmud Sadık'la Baytar Dr. Osman Nuri kurmuştu. O tarihte şimi ve fotograf ile asidler kullanarak çinko üzerine klişe yapmak henüz yol almış de- gildi, «Mir'atı âlem» resimli bir ri- sale olarak kurulmuştu. Resimlerini Amerikan Baybl Haus müessesesin- den kira ile alırdı. İstanbulda Mer- can'da bulunan bu misyoner mües- sesesi ingilizce olduğu gibi erme- nice ve türkçe dil ile neşriyatta bulunurdu. Onların klişeleri evvelâ, şimşir üzerine hâk ve bakırla gal- vano'su yapılarak teksir olunmuş şekilde hariçten gelirdi. «Mir'atı â- lem» bu kalıplar arasından şehir, vatür, makine ve büyük tarih ve fen şahsiyetlerinin resimlerini gelır ve basardı; bundan dolayı Mir'atı âlem'de memlekete ait resim ender bulunurdu. Mir'atı âlem böyle çı- karken risale bolluğu başladı. Bir tanesini de 1889 da ben kurdum, adı «Şafak» dı. Şair Celâl ve gene eski şairlerden Ali Ulvi ile rahmetli Mustafa Asım arkadaşımdı. — Bu ilk mecmua bolluğundaki mecmuaları hatırlıyor musunuz? — «Şafak» ın çıktığı zamandaki risaleler şunlardı: «Mecmuai Ebuz- ziya», «Envarı zekâ», «Haver>, «Gü- neş», «Taavünü aklâm», «Mirsad», «Mektep», «Müntehebati tercümanı hakikat», «Muallim Naci» - kendi adını taşırdı -, «Ümran». Bunlar epi vakit yaşıyanlardır. Çıkıp ba- tanların isimleri pek çoktur, fakat saymıyorum. Hemen diyebilirim ki, 1300 ile 1305 arasında doğup batan risalelerin sayısı yüze yakındır. — Bubolluğun neticesi ne oldu?