31 Mart 1932 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 15

31 Mart 1932 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 15
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No. 1859—174 Cisimlerin haomı el sür i'atleri ile değişir. Hareketle bir cismin masse'r/f1J sür'ati ile değişir. Bu cihet Einetein'dan evel 1903 senesinde ispai edil- mişti. Mekân mefhumu yalma başma hiç bir mândyı havi değildir. Zaman ve mekân ikisi bir arada mânâ ifade eder, Bir tek zaman vardır. Görülüyor «ki bu esasatın ikincisi «Lavoisier» kanununu baltalamakta, hu prensibi kıymetsiz bir ale sokmaktadır. $ Büyük Hâmit kendi kenğisine: Nasıl meswfe verir berkler semavata? diya sorar. Bu sualin cevabını Einstein mekaniği pek mükammel bir gurette vermektedir. Unutimiye- lım ki Alman âlimine göre zaman ve mekân insan muhayyileşi tarafından icat edilmiş ve hakikâtı, daha doğru bir tâbirle, şeniyeti nazarlarımızdan saklıyan müteharrik bir perde, bir örtüdür. Yeni mekanik ile Newton mekaniğinin birbirin- den ayrıldığı en mühim nokta ve her ikisinde de esa8 olen sür'atler. kanunudur. Otuz kilometre gür'atie dönmekte olan dünyanın gerdişi istikametinde fırlatılacak ve sürati bir kilo- metre olacak bir kurşunun kakiki stirafi 30--1 kilo. metre mi olacaktır? Newtomcular evet! diyorlar. Einstein «Banlış» diye haykırıyor. Kirafhımızı ve eşyayı giye sayesinle görürüz, onların neştettiği aydınlıktır ki nazarımıza dokunur ve dımağımıza dahil olur. Şu halde insan eşyayı saniyede 300.000 kilometre sür'ate malik ziya olmasa farkedemez. Demek oluyor ki dünyadan saniyede 900.000.000 kilometre süratle uzaklaşırsak 4 sene sonra Fatih Sultan Mehmedin İstanbulu zapteden askerlerini görebileceğiz. Filhakika, ziya sür'atinden 3.000 defa daha hızlı gittiğimiz içlu bundan 479 sene evel husule gelen bu manzaraya rast gelebileceğiz. Newton mekaniği 8, ve 8, olan iki sür'ati M—86,tâş formülü ile cemediyordu. Fitzgerald-Lorentz formü- lüne göre aaniyede 200.000 sür'atle seyreden bir muharriktet aynı sür'atle atılacak bir ikinei muhar- rikin sür'atinin 200,000 200.000 —400.000 değil lâkin 277.000 olması lâzım. Eski mekaniğin M—3,tw, düğturu yeni mekanikte: (Sonu var) 1) Kitle. o SERVETİFÜN UN 287 KfiylayBıyBÇ s : hz £ & , aj yaiğeiğiiem © sn İY gi aaa e e diya ey Gy tey 9 Feryat Süküna susamış, can çekişirken, Şu ölüm çehreli ömrüm,d erinden. Seyrettim, düşündüm, sonra dedim ben, İşte bir mezar ki derin, çok derini. © Kâinat bir mezar, derin bir mezar; Orda hayat denir bir inilti var: Gelen giden ağlar, seyreden ağlar; İşte hoş sadası bu meçhul yerini. G Hilkatin sırları önünde birden, Cehlin hayretiyle canlanıp ezen, Havaya gömülmüş bir cesedim ben; İşte tanrım senin büyük hünerinl.. G Ey gönül çağlıyor, elân çağlıyor; Şüpheler ruhuma kara bağlıyor; Saadet acımış bana, ağlıyor; Ağla sen de ağla, coşsun kederin!, Aziz Faik — 2718 inci sayfadan mabaat — Reşat Enis ! Seni tenkit ediyorum |. diklerim bu kitabının noksanları olmaktan daha ziyade ilerdeki eserleri için birer unsnr Olması arzu olunan şeylerdir. Buna biraz da yarım kalmış, hatta bazı yerle- rinde aceleye gelmiş bir eser hissini veren “Kanun Namına» hakkında, umumi olarak, hülümaten, şöyle düşünüyorum : Muharrir, nedense vaksların bütün dekorunu yağmurlu günlere hasrediyor; hemen her vaka bir yağmurlu günde geçiyor. Vakalar birbir- lerini akadar çabuk kovalıyorlar ki, kari, bu genç kızın bayetını bir filim seyreder gibi oküydr. Tas- virler, teşbihler, mecazlar, ve istiareler büsbütün yeni... Eski ve menus teşbihter, tasvirlere bu satır- larda hemen hemen tesadüf edemiyoruz. Hiç alışma- dığımız tekidi sıfatlarda genç romancinın üslübuna yenilik veriyor. Reşut Enis itiraf ediyor: «Yakadan, mevzudan ziyade üslüba ehemmiyet, vermek İsterim.» Muharrir bunda muvaffak olmuş; pek az bir dik- kat sartile çok muhkem bir üslüba malik olacak. Bugün bile kabataslak halile bir şahsiyetin akisleri, tebellüre başlıyan bir üslübun ahengi satırlar ara- #ında, alttan alta parıldıyor, ve uzaktan uzağa dü- yuluyor !. Reşat Enis kıymetli bir istikbal romanci- gıdır., Onu tenkit ettim, fakat tebrik etmeden sözle- rimi kesemem,

Bu sayıdan diğer sayfalar: