94 © BERVETİFÜN UN San'atkâr hilkağin bir emi olan bu nasiyeye baktıkça, ben Şairiözam Abdülhak Hâmit'in şu mu- hallet beytini hatırlarım: Bu taş cebinime benzer, ki ayni makberdir Dışı sökün ile uahir, derunu mahşerdir. £vet, Etendiler! Tevfik Fikret'in bugün bir mer- mer hareketsizliği ve bir tunç donukluğu ile durân bu nasıyezinde bir zamanlar öyle bir mahşeri mehasin ve muhassenat vardı ki, bunun derinliğini seyretmek istiyenlerin, mutlak, başı dönerdi. Şimdi mütevazi bir duvar kenarında vi toprak zemininden ancak birkaç arşın yükseklikte duran Tevfik Fikret, bir zamanlar içinde yaşadığı muhite öyle bir irtifa viçdandan bakmıştı ki, ona yetişmek için yapılan en cür'etkâr hamleler, birer çırpinma derecesini geçe- memişti, Derinlik ve yükseklik: İşte Tevfik Fikret'in iki kelime ile icmal olunabilecek tercümeihali! Onda muhassenatı ahlâkiye mekadar derin ise, mehaşini san'at de okadar yüksekti. İstiğnayı mutlaka makar olan bu derinlik ve yükseklik ikliminde Fikret'in havası inaaniyet, gıdası #an'atti. Onun iki büyük aşkı vardı ve bütün hayatı bunlardan ibaretti: Aşkı fazilet, açkı san'at! Fikret, bu iki aşk için ve bu iki aşk ile yaşadı, bu iki aşk içinde ve bu iki aşk uğ- Tuna öldü. Fazilet, Kikret'in ruhunda kemali, san'at Fikrebin kaleminde icazı bulmuştu. Fikrebte «İşi» ve «Güzel» mefhumları, biribirinden hiç ayrılmıyan iki refiki hayat idi: Her iyi, mutlaka güzeldir, her güzelde mutlaka müstesna bir iyilik vardır. İyi ile gürelin bu derece samimiyetle birleştiği, gan'atin fazileti bukadar sadakatle terennüm ettiği bir yara- dılış nadirdir. Bu itibarla Fikret'e bir nadirei gan'at demek, pek doğrudur. Fikret, kendi yaptığı puta kendisi tapan beşerin dalâletinden münezzehti. Fikret, meçhulâtın asırlar- dnnberi devam edip gelen müstebit tazyikine göğüs vermiş v& kendi nuru swbüsile aydınlattığı makulât yolunda meselâ bazan bir örümcek ağından istiane ederek bak dinini bulmuştu. Tevfik Fikret, bu dini bulduktan sonra, korku ve riyaya istinat eden köhne binayı itikadı yikmakti tereddüt etmemiş ve onun yerine hilkatin huzuru saffetinde kendi mabedi vic danını kurmuştu. Bu mabedin içinde iyiliğin duası ve güzelliğin senası ile ürun hayatı İbadet, naziraiz bir nümunel ismettir. Baki kulan bu kubbede bir hoş seda imiş derler; Fikret'ten bu kubbede bize kalan seda, pek hoştur ve mugikii san'at ve faziletin en ilâhi hağ- meleridir. Nesiller, bu nağmeleri daima vect içinde dinliyecektir. Hâmit'in füsunu dehasile açılan yolda Fikret sihri zekâsile bir kâşanei san'ai kurdu; Fuzuli'den beri gelen kafilel edebin, diyebilirim, ki en yüksek merhalei tekâmülünde bu kâşane istikbale hâkim olacak bir abidedir. Tevfik Fikret, şehrahı edebinde, bu yeni san'atin yeni Jlisanile Türklüğün olanca ihtiyacı bediisini tatmin ederken, bize vatan, cemiyet, insaniyet, şiir ve fazilet mefhumlarını Anlatırken, umumun zevk ve telâkkisinden okadar uzaklaşmış, önün shengi beyanı muhitin itiyatlarına o derece No, 1847-1602 yabancı gelmişti, ki pek tabif olarak birçok kimseler onu anlıyamamış, bu kudretli erganunun gesi birçok kulaklarda tırmalayıcı bir tesir yapmıştı. Okadar ki, Fikret'in samimiyetinden şüphe edenler, onu riya- kârlık ve menfiperestlikle o ittiham edenler bile olmuştu. Hattâ, günün birinde bir molla, ona zangoğ demişti. Hak ve hakikatin ocanleda bir aşıkı olan Teyfik Fikret, bu şüphelere, bu itsihamlara, bu zangoç isnatlarına hakkın en yüksek ve hakikatin en icazkâr Bsanile cevap verirken, beşeri zaafların okadar fev- kine çıkmıştır, ki bunu dinledikten sonra Pikret'in tapındığı hakka fşik olmamak mümkün değildir. Bir mukabeleden ziyade bir hitgbeyi, bir sahifel san'atten ziyade bit zemzemei ibadeti andıran bu cevap, ayni zamanda asrın ihmali ahlâkisine karşı fırlatılmış bir sayhai ikazdır, Ban ne mabut, ne mubit tanırım Nefsimi hilkate abit tanırım Gökte binlerle vnesacit görürüm Onda vicdanımı sacıt görürüm Bu sücut işte benim taatım , Bu ibadette geçer saatım Bu ibadette fahuru burrem Ben beni bir kayadan farketmem Bir minik kuşla biriz tapmekta, Ben de tehlil ederim, isbak ta | Doğruluk, hubbu vefa, mehvivet, Merhamet, hayu hamiyet, mefet, Sonra bir şaire zangoç dememek, İşte vicdanıma bunlar mahrekl diyen Fikret, hiç kimseden feyz ve mürüvvet, hiç bir yabancı kanattan lütuf ve muavenet dilen- miyen, kendi kadreti pervasile vicdanının bu mahre- ki üstünde okadar yükselmişti, ki bu irtifaa yetişe- miyeceklarin onu anlıyamamalarını, ondaki istiğnayı âlicenabaneyi hodbinlikle, ondaki isyan ve infiali menfiperestlikle tefsir etmelerini mazır görmekten başka çare yoktu. Efendileri Fikret'in büyüklük vaafı, okadar bariz ve şamil bir hakikatti, ki onn aramız- dan alıp götüren ölümün bile ima ve mânâsında bir büyüklük vardı. Tevfik Fikret'i Aşiyan'ın Çamlı- ca'ya nazır bir odasında bir yaz akşamı, hayatının son günlerini yaşarken riyaret etmiştim. İnsafsız bir hasta- ığın her gün bir parça daha kemirip harap etmekte olduğu Fikret, geniş bir koltuğa oturan o mehabetli gövde, temelinden kopmuş bir abideyi andırmyordu. Fikret, o gün bana, — bilmem, neden — «Sis» man- zumesini okuttu. Ben heyevanla okudum, o stii- künla dinledi. Odanın içinde ölümün dolaştığı hisso- lanuyordu ve Fikret, belli, ki hayata veda ediyordu. Fakat, sizi teinin ederim, Efendiler, bundan daha muhteşem bir lâvhai gurup olamazdı; hasta Fikret, ölüme giden Fikret, o gün bir şiir idi ve şiirlerinin en güzeli idi. Biz, ölen Fikret'i toprağın altında bir yukur açarak içine gönmmüştük; fakat hakikatte Fik- ret'in bastığı toprak, ondaki insanlık gururunun sik- letine dayanamıyarak çökmüş, bu çöküntüden or- taya bir mezar çıkmıştı. Benee, Eyüp'teki çukurun asıl mânâda, budur. Mep genç öldü ve başka çare yoktu. Çünkü, am ümmidi feyz etmem, dilenmem perrü bal Kendi cervim, kendi eflâkimde kendim tairim.