528 UYANIŞ No.1718 -33 Is OIS O (Gi dö Mopasan) dan ği civar köylerde, « Lükas» ların çifligine, A) (Malikâne) ismi veriliyordu. Köylüler, hiç şüphesiz, bu ( Malikâne ) kelimesini, bir büyük ve zenginliğe izafeten koymuşlardı. Zira burası, mıntı- kanıtı en muntazam, en zengin ve en geniş bir çifliği idi. Vadinin sert rüzgârlarına karşı, narin ve gürbüz elma ağaçlarına siper olmak için, vasi bahçeyi iha- ta eden, beş sıra zarif ağaçlar buğday ve arpa tane- leri ve hayvanlara mahsus ot, saman ve saire hıfzet- mek için kiremitle örtülü büyük binalar, çakmak taşından inşa edilmiş küçük hayvanlara mahsus ağıl- ları,otuz beygire tahsis edilmiş ahırları ve küçük bir şatoya benzeyen kırmızı tuğlalı bir ikametgâhı, nazik dalları yapraklarıyle kapatıyordu. köpekleri kulubelerinde ikamet ediyorlar Bekçi halkı da yüksek otlar üzerinde gezini- ve bir kümes yorlardı. Her öğle vaktı,on beş şahıs, efendi, uşaklar ve hiz- metçiler, içinde çorba kaynayan mavi çiçekli büyük bir çini kâsenin bulunduğu mutbahın geniş masası etrafında mevkii mahsuslarına geçiyolardı. Fevkalâde itina edilen beygirler,inekler, domuz ve koyunlar semiz ve aynı zamanda, son derece te- mizdiler,. Her şeye nezaret eden ve her şeyi düşü- nen çitliğin sahibi Lükas efendi, günde üç defa, ka- rakolunu icra ediyordu. Ahırın dibinde, merhameten, çok ihtiyar, bir be- ygir muhafaza ediliyordu ki, çiftliğin hanımı vefa- tına kdar onu beslemiş, yetişdirmiş, daima himaye etmiş ve bu hayvanda kendisinin eski hatıralarını uyandırmıştı. Sadece? Zidor” diye çağrılan (İzipor Düval) ismin- de, on beş yaşında bir yamak, bu alil hayvana ihti- mamla bakıyur, kış esnasında; ona yulaf, ot, saman veriyor, . ve yazın; kaburga kemiklerinden tutarak kaldırıyor, günde dört defa taze otlu bir mahalle götürerek bağlıyordu. Tımaklarının üstü şişmiş ve henem hemen mefluç olan bu hayvan, kalın dizlerini ve ağır bacaklarını güçlükle kaldırabiliyordu. Beyaz saç şeklini veren tü- yleri, artık kaşağılanmıyor ve çok uzun kirpikleri gözlerine kederli bir tavur veriyordu. Zidor, onu çayıra sevkederken, eğilmiş bir vaziyet- te soluyrak, yavaş yürürken hayvanı ipinden çekme- ğe mecbur oluyor ve bu ihtiyar miskine bu kadar ihtimam gösterildiğinden dolayı infial duyara ona küfrediyordu. Çiftliğin adamları, yamağın Kokoya (1) karşı hid- detini hissedince çocuğu kızdırmak için, hiç şüphesiz, beygiri söyleyerek, onunla eğleniyorlar ve köyde onu Koko—Zidor diye çağırıyorlardı. Çocuk kendisinde, hayvandan intikam almak ar- zusunun uyandığını hissederek adeta kuduruyordu. Bu, uzun boylu, çok pis, sert ve sık saçlı, ahma- ga benzeyen, ham ve bulanık ruhunda fikirlerini teş- kil edecek kelimeleri bulamamaktan mütevellit ni- hayetsiz bir zahmetle kekeleyerek konuşan, zaifilbü- nye bir çocuktu. beri, bu faidesiz hayvan için paraya Kokonun muhafaza hayretediyordu. Artık onun çalışamadığı olan yulafın bu Uzun zamandan kaybedilen acıyor ve edilmesine bu anda, o kadar bahaliye mal mefluç hayvan için israf edildiğine, isyan ediyor ve onu beslemek, kendisine haksızlık gibi geliyordu. Ekseriya efendinin emirlerine rağmen, ahırda hay- vanların altına serilen otları kullanarak ve kendi samanından, ancak yarım ölçü vererek hayvanın gı- dasından tasarruf ediyor ve kaba, yırtıcı, mürai, haris bir köylü gibi, anlaşılmaz çocuk dimağında, derin bir kin büyüyordu. Yaz avdet edince, hayvanı kaburga kemiklerinden tutarak yerinden kımıldatmak lâzım geliyor, her sabah, daha hiddetli bir tavurla buğdayların arasından onun ayağına kadar gidiyor ve çiftliğin adamları arazide çalışırlarken ona istihza ile haykırıyorlardı: — Hey... Zidor... Kokoya hürmetlerimizi söyle... O, asla cevap vermiyor, fakat giderken hırsından çitdeki fidan ve değnekleri kırıyor, ihtiyar hayvanın kayışından tutup kaldırdıkdan sonra, otlama mahalline götürerek bırakıyor ve hayvana hiyanetle yaklaşarak ard ayaklarını kamçılıyordu. Beygir kaçmağı, çitte atmağı ve darbelerden kurtulmağı tecrübe ediyor, zincirlenmiş gibi ipin etrafında dönüyor, çocuk ise kudurmuş ve hiddetten dişleri kenetlenmiş gibi arka- sından koşarak vuruyor, vuruyor, kuvvetinin yettği kadar vuruyor, sonra geriye bakmadan yavaşca gi- diyordu. Hayvan ise, kaburga kemikleri çıkmış, koşmaktan soluğu kesilmiş bir halde ihtiyar gözleriyle onun gidişine bakıyor ve genç köylünün uzaktan kaybolduğunu gördükten sonra beyaz ve yalnız ke- mikten ibaret olan kafasını, otlara doğru eğiyordu. Şimdi, geceleri çok sıcak olduğu için, Kokoyu dişarda, uzakta bulunan ormanın arkasındaki bir selin kenarında bırakıyorlardı. Onu görmeğe, yalnız Zidor, gidiyor ve her gidişinde ona taş atmakla kendini eğlendiriyordu. Hayvandan on adım bir sathı mail üzerinde otu- ruyor ve orada, ara sıra beygirin karnına ve başına isabet eden bir çakıl taşını atarak; yarım saat kadar kalıyor, hayvan ise düşmanının önünde zincirlenmiş gibi daima ona bakarak, gitmesinden evvel otlamağa cesaret edemeksizin ayakta duruyordu. Her zaman şu fikir, çocuğun müfekkiresinde filiz sorüyordu: « Hiç bir şeye yaramayan bu beygir neden besleniyor?» Kendisine öyle geliyordu ki bu sefil ha- yvan, diğerlerinin yemeğini, çiftliğin mâlini ve hatta kendisinin, Zidorun bile .çalışmasını çalıyordu. 3undan dolayı, çocuk, her gün çayının sahasını daraltıyordu. Hayvan perhiz ediyor, öğünden güne zaiflayor ve güzel kokusu burnuna gelen yüksek ot- lara doğru başını uzatıyordu.