No.1710—25 UYANIŞ 393 Çılgın bir endişe içinde kök yüzüne, bu mahvolan âlemin tabut örtüsüne bakışıyorlar, lânetlerle toprağın üzerine atılıyor, dişlerini sıkarak ölüyorlar. Yabani kuşlar aciz ve deh- şetle lüzumsuz ve faydasız kalan kanatlarını çırpıyorlar, en vahşi canavarlar bile ehlileşiyor, titriyor; yılanlar kalabalığın arasından sürüne- rek, fıslıyarak süzulüyor, insanları ısırmıyorlar. lâkin insanlar bir parça yiyecek bulmak için onları da öldürüyorlar. Bir an için kaybolan Harp meydana çıktı, ve istediği şeylere doydu. Yiyecek her şey kanla satın alınıyordu. © Hiçbir şeyi kalmamıştı, ve bütün dünyada yalnız bir düşünce vardı. a bu çaresiz ve şerefsiz ölümdü. Açlığın istirabı barsakları ke- miriyordu. İnsanlar öldüler, kemikleri de etleri gibi mezarsız kaldı; yegâne mezar hemcinsleri- nin midesiydi. Zaifler daha zaifleri mahvetti. Köpekler bile sahiplerine saldırıyorlardı. Yalnız bir köpek gördüm ki sahibinin cesedi karşisın- da sadakat gösterdi. Onu kuşlardan, canavarlar- dan ve aç insanlardan korudu. Onlar açlıktan kuduruncaya kadar göğüs gerdi. Kendine yiye- cek aramıyordu. Acıklı ve sonsuz bir inleyişle sert ve acı bir çığlıkla haykırdı, ve kendisine artık okşamalarla cevap vermiyen bir eli yalaya yalaya öldü.. Halk açlıktan can verdi. Yalnız iki büyük şehri dolduran kalabalık ölmemişti ve bunlar birbirinin düşmanıydı. Bir mihrabın harabesinde sönmeye yüz tutmuş bir kor yığınının önünde karşılaştılar. Burada mukaddes şeyler şeytani bir gaye ile ateşe verilmişti. Onlar soğuk ve kemikten ellerile külleri karıştırdılar. Kuvvetsiz nefesleri orada bir alev çıkardı. Bu tesadüfün bir istihzası idi. O zaman gözlerini yukarı kaldırdılar. Hafif aydınlıkta birbirlerinin yüzünü gördüler. Ürpererek çekildiler. Öldüler, birbirlerinin korkunçlukları karşı- sında öldüler... Açlığın alnına «Şeytan» diye yazdığı insanın kim olduğunu bilemiyerek öldüler. Artık âlem bomboştu. Kalabalık ve kudretli memleketler mevsimsiz, otsuz, ağaçsız, insansız, hayatsız bir ölüm yığını kesilmiş, sert çamurdan bir (kaos) halini almıştı. Nehirler, göller, Bahrimuhitler bütün sükün içindeydi. Sessiz derinliklerinde hiçbir hareket yoktu. Deniz de, boş ve sahipsiz tekneleri suda bir hareket yap- madan uçurumlar içinde uykuya dalıyordu. Dalgalar akıntilar (omezarlarına gömülmüştü. Bütün bunların sahibi ay, çoktan boşluklardaki rüzgâr ölmüştü, can vermişti. Durgun bitgindi. Bulutlar kaybolmuştu. lara ihtiyacı kalmamıştı. etmişti. «Karanlık»ın bulut- Artık kâinat ona rucu Muslih Ferit NESİR : DANS Altın rengindeki gözlerine bakiyorum, sen de benim gözlerime bakıyorsun: e gözlerim gözlerine baktıkça, içinde sarışın yıldız- lar doğuyor Masama, hep gözlerinin renginde içkiler getirtiyorum. Yarı yarıya dolu yayvan kadehleri dudaklarımıza götürürken, kulağına eğiliyorum, nefes gibi Si hafif sesimle : erinin aşkın diyorum, fakat, yalan!.. — Gö Ben sade gözlerinin rengini, derini aşkını içiyorum. Kolların çıplak, omuzbaşların çıplak, arepşen ve belin çip- lak e çip beline dolanan altın renkli kumaş, prilpril ışıklar içinde, bir yıldız çağlıyanı gibi, diükagek leri dökülüyor. Ensenden beline doğru narin inhinalar resmeden bedenin bir gül yaprağı kadar taravetli.. izin hafiiçe dizime ödendi, ne dolgun, ne yumuşak, ne ipek şey bu bacaklar Gülüşüyoruz, konuşuyoruz, ve hatta, kaçamaklı öpüşüyoruz bile... Ve gene yayvan kadehler ellerimizde... Ben gene kulağına eğiliyorum, bu defa sadece : — Gözlerinin aşkını... diyorum . Sen altın damlası gözlerinle, gözlerinin sıcacık bakişlarile göz- lerime bakıyorsun. Cazbant çalıyor.. Cazbant çal!.. Daha hızlı, daha hırçın, vahşi çal!.. Tunç Zzillerinle, deli saksefonlarınla , gergin yi va daha müthiş çal!.. Bu çılgın musiki, derim üstünde ma bir kırbaç gibi, bü- tün benliğimi mp. ben de bu tepinen cazbant kadar çılğınım Ş daki kan, sanki kudurmuş bir hay. vanın kanı... Ve sanki e gizli bir at şaha kalkıyor. Bak, herkes dansediyor.Biz daha neyi bekliyoruz, daha neyi ?.. Hoyrat ellerle seni çıplak kollarizidan tutuyorum. Sen, yavru bir kuş gibi kanatlanıyorsun, ipek hışırtılarile uçuyor ve göğsü- me Mae tünediğin yerde bir tavus kadar renkli ve süslü duruyo Dönüyoruz; kafamızda cazbandın uğultusu .. Dönüyoruz, fırıl fırıl Ve uçar gibi, gözlerden kaybolur gibi, dönüyoruz. n taşan Diz rayıha yok mu, bu ılık, bu taze, bu bay- gın ray iz ok mu İşte bu Desi bitiriyor, bu beni gözlerinin ickisinden Zi çok gn ediyo Dönüyoruz: Yüzümü yüzüne yaklaştırıyorum, kollarımın ara- sinda, vücudunu sıkıyorum, söyle seni çök mu sıkıyorum?.. Bak, kızıl dudakların vi bir acıyle kızıldı, — fakat biliyor musun —, daha çok çiçekleşti Yüzün pembe, pembe, Şakakların terli.. Terli Ne tel tel saçlar yapışık... Çiçek kokulu nefeslerin yüzümde...Dön yoruz. A..A.. Birden sana ne oldu böyle ?.. Başın mı döndü, göz- lerin mi karardı ? Göğsünden yaralanmış gibi düştün, vücudunu kollarıma bıraktın, gözlerin kapalı, yarı bayğınsın .. Seni hiç sarsmadan usul usul, kollarımda taşıyorum . Aydınlık gözlerin yavaş yava; aralanıyos" sıcacık bakışlarla gözlerime bakıyorsun. İçinde yeniden sarışın yıldızlar doğuyor. Gene bir masadayız, diz dizeyiz, hatta dudak dudağa gelmiş * gibiyiz Cazbant çalıyor.. Cazbant, çal. Daha çılgın, daha kızgın çal! e kollarından tutuyorum, sen gene kanatlanıyor ve göğsüme konuyorsun, dönüyoruz. . Gene baygınsın, gene bitkinsin, ve gene k: ıNarimdasın. Seni kN taşıyorum. Gözlerin yarı yarıya aralanıyor, bu defa büsbütün baygın bakıyorsun, bilsen ne güzel, ne cana yakın bakıyorsun. Sesler, tunç sesler, vahşi sesler... İki yapışik vücut: Sen ve ben... Dönüyoruz... Durmadan dönüyoruz . Ve, dışarıda gün ağariyor. Bekir Sıtkı