206 UYANIŞ No.1698 —13 KÜÇÜK HİKÂYE a mmm Kafes Arkasında — Havaya sanki cehennemden bir pencere İnsanlar kavruluyor 2.. her taraf ( Hardallı ) altında uyuşmuş gibi ... sokaklarda kimseler yok !.. herkes serin çardak altlarındaki kalıve- Il ere koşuyor !.. açılmış !.. ateş içinde |.. kasabası bu sicağın uzaktaki böcek uğultularına arasıra bir horozun sesi karışarak adeta sıcağın şiddetini daha ziyade hissettiriyor. Kasabadan şehre giden voldan bir toz bulutu uçuyor.. oAcaba fırtına mı başlayacak?!.. ha- yır, bir insan, bir atlı bu!... toz bulutu ya- Şimdi > bevaz bir küheylanın başı klaşıvor... ve yaklaştıkça büyüyor!... tozların arasından farkolunuyör. Atlı, kasabanın büyük meydanındaki pınarın önünde gemleri kastı. Atını suladıktan sonra buz gibi suvu kana, kana içti. Bu suvari zen- gine benziyor. — Kahvedeki halkın gıpte dolu gözleri gencin ipek elbisesine, parlak çizmele- rine beyaz ve cins küheylanının gümüş işle- meli koşumlarına takılmış .. (Fakat o oralarda değil!.. O yorgun olan sevgili atının terini i in 5 5 silmekle meşgul.. fekat oda ne ?.. delikanlı suda bir şey görüyur, bu bir çift yeşil, vemyeğşil göz!.. Arkasına baktığı zaman gözleri büyük bir kafesle karşılaşıyor .. taş bir binanın büyük ve sık kafesi.. soldan Handaki sağa dönerken, o yalnız bir şey yatağında sığdan Sola, düşünüyor: pınardaki gözleri. Ertesi gün yine pınara gitti. Tam küheyla- nına su içiriyordu,ki at, suda dalgalanan sarı.. sapsarı.. saçlardan ürktü, ve kişnedi. Hızla inen bir kafes, sonra bir çift beyaz ellerin sür- atle içeri çekilmesi! Delikanlı başını birdenbire çevirdiği vakit,işte bunları görmüştü. — Köşe- Muhterem üstadım Halit Fahri beye: e a deki kahveciye bu evin kime ait olduğunu sorduğu zaman, adam gözlerini hayret ve korku ile açarak cevap verdi: — Bilmiyor musun?!.. orası İsmail ağanın, cellat İsmail ağanın evi!... Kuş cıvıltılarile beraber serin bir rüzgârın ufuktaki penbe Güneşi selamladığı latif bir sa- bah, (Hardallı) dan gitmek için hancı atının yularını uzattığı vakıt, içinde tatmin edilmemiş bir tecessüsün sızlıyan yarasını duydu. Pınardaki sözlerin esrarını öğrenemeden gidiyordu. Kühey- lanı geri çevirmesine, dizginleri tutan elinin ufak bir hareketi kifayet etti. Tam o taş binanın büyük ve sık kafesinin altından geçiyordu,ki göz- leri gayri ihtiyari yukarı kalktı!.. Az kaldı attan aşağı yuvarlanıyordu. Ömründe hiç bukadar güzel bir kadın görmemişti. Penbe ve şeflaf yanak- larının üstünde parıldıyan bir çıit yeşil göz, sonra sarı sapsarı saçlar.. kadın ona bakiyordu.. hem de gülümsiyerek ... bir billur kayna- Sın sulari akarken. nasıl bir ses çıkarırsa, onun gibi bir. seda ile konuşmağa başladı. Meğer üç gündür kafes arkasından onu gözetli- Ona karşı kalbinde derin bir aşk hissediyormuş !.. yormuş .. kendisi bedbahimış, hem de çok bedbalıtmış !.. genç kizlığının hülyalarını kocası olan valışi adamın göğsünde öldürmeğe mecbur kalmış !.. ve güzel gencin şaşkınlık ve memnuniyyetten Yarı açık ağzına bir veda busesi vermek için nar çiçeği dudaklarını uzattı. Uzun bir buse! gencin, seadetin verdiği sar- hoşlukla Kucağına bir şey düşmüştü. birdenbire açıldı. Ağır ve sıcak vakit Sonrada sev- kapanan gözleri bir şev! gözlerini açtığı kanlanmış bir yığın sarı saç... Sonra... gilisinin nar çiçeği renginde duran dudak- larını kendine uzanmış bir halde kesik başı... 1211-928 MUVAFFAK. NACİ *